Hayatın zorlukları bana hissizlik bahşetmişti.

Hayır Almina, onu hâla hissediyorsun. Bak dokun sol tarafına, o hâla orada. Senin canını yakmak için bekliyor, sen onun için yaşarken üstelik.

"Neden bu kadar yalnız hissetmemem gerekiyor." Diye konuştum, kendime düştüğüm yerden baktığım cam parçalarında yansımalarım vardı. Acı vardı ve huzursuz hissetmemi sağlayacak kadar somuttu. Acı vardı, gerçekti ve benim hiç hayal kurma şansım olmamıştı.

Evet ben buydum; Almina Çakır. Hayalden uzak, gerçek kadar acı.

Zaman; aralarına, anıları alarak fütursuzca katmerlenmeye başladığında şafak ilk ilmeğini sökerek gökyüzünü boyamaya başlamıştı. Sanki elinde fırçası olan bir ressam vardı da tuvalindeki gökyüzünü usul usul kızıla boyuyordu.

Saniyeler sonra gökyüzü, denizdeki karanlığın katili olarak, kanını denize yaymaya başladığında akrep yediyi, yelkovan dokuzu gösteriyordu. Yerimde toparlandım, gitmem gereken bir evim vardı.

Yani, öyle olmalıydı.

Çalışmış bir hâlde bekleyen arabayı uçurum kenarından çıkarttım ve gaza basarak yolun, tekerlerlekler altında kaymasını sağladım. Az önceki anı, bir sayfa öncesinde kalırken bedenimi harap eden düşünceler, geceyi katleden güneş ışığıyla yanıp kavrulmuştu. Zihnimin ceset kokan odalarının kapısını kapattım, yeni bir güne hazırlanmalıydım.

Zihnim katliam yeriydi, peki ya katilim kimdi?

Yolun ileride ikiye ayrıldığını fark ettiğimde kısa bir an duraksadım ardından direksiyonu hafif kırarak sağ tarafta kalan yoldan girdim. Tam o an olmaması gereken bir şey oldu.

Yolun ortasında bir motor ve öylece durmuş benim olduğum tarafa bakan bir adam vardı. Her şey bir anda gelişti. Ne olduğunu kavrayıp frene basmamla tekerleklerin acı dolu feryadının kulaklarıma dolması bir olmuştu.

Bedenim, ani frene basmam ile birden yalpalarken nefeslerimin sıklığı damarlarımda dolanan duygulardan dolayıydı. Yüzümü örten saç tellerimin arasından, arabanın önünde adeta canımı almak ister gibi dikilerek benimle göz teması kuran adama baktım.

Gözlerimizin arasına bir köprü kurulsaydı eğer, gözlerinden gözlerime günahlar sarkardı.

İrislerindeki intikam ateşiyle bana bakıyor, irislerimi adeta yakıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışmaya tarafım, az önceki korkuyu yaşattığı için biriken öfkemi ona kusmak isteyen tarafıma yenik düştüğünde parmaklarımı kapının kulpuna geçirerek arabadan indim ve onun karşısına, ona meydan okur gibi dikeldim.

"Aptal mısın, ne derdin var da yolun ortasında dikiliyorsun?" Öfkem kadar kan akıtsaydım bu yabancının üstüne, kesinlikle onun katili olurdum. Cevap vermedi, gözleri rahatsız olmama neden olacak kadar dikkatli bir şekilde yüz hatlarımda dolanıyordu.

Onu omuzlarından sertçe ittirerek hiddetle bağırdım. "Senin yüzünden ölüyordum ve sen 'dünya yansa umrumda değil' der gibi bana bakıyorsun."

Şeytan düşüncelerime balta geçirerek kötülüklerini zihnime boşalttı. Zihnim şunu fısıldıyordu; karşındakine zarar ver.

Erkeksi ve alaylı bir ses tonuyla konuştu. "Almina...ölmek isteyen birine göre fazla sert çıkmadın mı?" Dondum. Bir an ne dediğini idrak edemediğimde kalbimin göğüs kafesime sığmadığını hissettim.

Göğüs kafesim gereğinden fazla küçük olmalıydı, kalbim bir türlü oraya sığmıyordu çünkü.

Bana doğru bir adım attı, ben iki adım geriledim. Parmaklarım mıydı titreyen, yoksa hissiz ruhum muydu korkudan ellerimi titreten? "Ne? Bir dakika sen..." kelimeler, hissettiğim korkudan dolayı yarım yamalak çıkmıştı.

GEÇMİŞİN PENÇELERİWhere stories live. Discover now