18: Kırk Birinci Tilki

Start from the beginning
                                    

Beni gözlemlemek için burada olduğunu biliyordum. Her ne istiyorsa onu yapabilirdi, tabii benim alanlarım müdahale etmeden. Aksi takdirde dişlerimi göstermekte tereddüt etmeyecektim. 

Binadan çıkıp diğer binaya yürüdüm. Üzerimdeki bakışları hissetsem de umursamadan devam ettim yoluma. Binanın kapısını açıp, tahmin ettiğim gibi, girişte oturan kıza baktım. Muhtemelen nöbetçiydi. Bu da demekti ki, sevgili yol arkadaşlarım(!) sistemi kendilerince oturtmaya başlamışlardı. Ama Tatar Ramazan misali bu oyunu da bu sistemi de bozacaktım.

"Bütün kızlara söyle, ben elliye sayana kadar hepsi hazır bir şekilde bahçede olsunlar." deyip beklemeden binadan çıktım ve parkur alanına doğru yürüdüm.

Parkur alanına geldiğimde denge direğinin üstüne oturup, birer birer binadan çıkan kızları izledim. Nerede olduğumu anlamaya çalışır gibi etraflarına bakındıklarında ıslık çalarak yerimi belli ettim. Onlar hızla bana doğru koşuştururken, yerimde kalıp hepsinin gelmesini bekledim.

Hepsi gelip karşımda derme çatma bir sıra oluşturduğunda, kaşlarımı çattım.

"Hizaya geç!" bu sesin benden çıkmış olabileceğini beklemiyor olacaklar ki, birkaçı yerinde sıçradı. Sonra emrimi idrak edip, itişe kalkışa kendilerince düzgün bir sıraya girdiler. 

Buradaki kızların en büyüğü taş çatlasa 20 - 21 yaşında ya vardı, ya yoktu. Doktor' un daha önce söylediklerinden hatırladığım kadarıyla hepsi kimsesizdi. İçim burkuldu bir an. Kimsesiz olmaları onları aç kurtlar tarafından kolay hedef yapıyordu, her şeyde ilk gözden çıkarılan onlar oluyordu. Çünkü başlarına bir şey gelse hesabını soracak, bedelini ödetecek kimse yoktu.

Ayağa kalkıp, oluşturdukları sıra boyunca yüzlerini inceleyerek ilerledim. İçlerinde 14 -15 yaşlarında olanlar da vardı ve biraz heyecan, biraz korku karışımı bir ifadeyle beni inceliyorlardı. Bu durumun beni duygusallaştırmasına izin vermedim. Çünkü bugün onlara karşı uygulayacağım en ufak bir yumuşama, yarın onların hayatlarını kaybetmelerine sebep olabilirdi.

"Bundan sonra her sabah güneş doğmadan önce kalkacak," elimle içinde bulunduğumuz dairesel alanı işaret ettim.  "burayı yirmi kez koşacaksınız. Daha sonra gidip kahvaltınızı edecek ve tekrar buraya çıkacaksınız. Ben geldiğimde hepinizi doğru düzgün bir sırada göreceğim. Olur da emrimi ikiletmeye kalkarsanız, sizi elimden kime alamaz. Anlaşıldı mı?" sonunda sesimi yükselterek bağırdığımda küçük mırıltılarla cevap verdiler.

"Anlaşıldı mı, dedim asker!" daha yüksek bir sesle bağırdığımda bu kez hep bir ağızdan 'anlaşıldı' diyebilmişlerdi. başımı sallayıp biraz geriye çıktım ve uzaktan bir kez daha gözlerimi üzerlerinde gezdirdim.

"Biliyorum birçok şeyi merak ediyorsunuz: Kim bu kadın, Niye bize bağırıp duruyor, Ne istiyor bizden ve daha bir sürü şey... Adımın, adınızın şu anda bir önemi yok. Bilmeniz gereken tek şey; ben, sizin komutanınızım. Ağzımdan çıkan her şey sizin için emirdir. Ben öl dersem ölecek, öldür dersem öldüreceksiniz. Hayatlarınız pahasına emirlerimi yerine getirmek için uğraşacaksınız. Attığınız her adımdan haberdar olacak, aldığınız nefesin sayısını bileceğim. Anlaşıldı mı?" bu kez tereddüt etmeden hep bir ağızdan yanıt verdiler.

"Şimdi alanın etrafında yirmi tur koş!" emrimi verip az önceki yerime geçtim ve kızların bir düzen içerisinde koşmaya çalışmalarını bekledim. Anlaşılan ilk günden haşatları çıkacaktı. 

Başımı yukarıya kaldırıp, gökyüzünü izlemek istedim fakat gözüme takılan küçük karartılar, bana halletmem gereken bir diğer konuyu hatırlattı.

 Dronelar.

Eğer kafamdaki planı uygulamaya koymak istiyorsam, başkalarının burayı izlemeyip, dinlemediğinden emin olmam gerekiyordu. Burcu ne kadar izlese yahut dinlese de yapacaklarımı anlayamazdı ama başka biri, özellikle de Doktor için bu durum gözden kaçmazdı. O yüzden ne yapıp edip başta dronelar olmak üzere her türlü görüntü ve kayıt sistemini buradan, özellikle eğitim zamanlarında uzak tutmalıydım. 

ZAMAN SARNICIWhere stories live. Discover now