"Akasya değilim ben anladın mı? Asya'yım ben! Ben bu hayatta yalnızca bir kere Akasya oldum."

Akasya inkar ediyordu. Benim Poyraz olduğuma inanmak istemiyordu. Ama inanacaktı, güzel kokan çiçeğim bana inanacaktı.

"Biliyorum! Güzel kokan çiçek, keşke sana sadece ben Akasya
diyebilseydim."

Dudaklarımdan dökülen sözcükler Akasya'yı daha da sarsmıştı. Akasya kendini inkar ediyordu. Beni, kendini yeniden filizlenen aşkımızı... Akasya bizi inkar ediyordu.

"S-Sen..."

Akasya'nın gözleri bir şeyleri çözmeye çalışır gibi bakıyordu etrafa. Uzun zamandır söylemek istediğim, gerçek olmasını istediğim gerçekler döküldü dudaklarımdan.

"Ölmemişsin... Biliyordum, ölmediğini biliyordum. Sen ölmüş olsaydın ben nefes alamazdım Akasya."

Doğruydu. Akasya gerçekten ölmüş olsaydı ben nefes alamazdım. Bunu anlamam gerekirdi. Akasya başını iki yana salladı. Kapattı ellerini kulaklarına sertçe. Kendinden geçmiş gibiydi, başını iki yana sürekli sallıyordu.

"Yalan! Sen Poyraz değilsin! Yalancı!"

Yalancı... Değilim bir tanem. Poyraz'ım ben, senin Poyraz'ınım... Akasya kendini dizlerinin üzerine bırakırken hızla yanına ulaştım ve bende bıraktım param parça olmuş bedenimi dizlerimin üstüne.

"Akasya! Bana bak güzelim!"

Akasya kendinden geçmiş gibiydi. İsmini defalarca haykırdım. Duymuyormuş gibiydi kulakları, görmüyormuş gibiydi gözleri. Kendinden geçmişti. Bir anda Akasya'nın gözleri kayarken hızla sardım kollarımı Akasya'nın soğuktan tir tir titreyen bedenine. Yağmur hızını arttırırken kucağımdaki çaresizce baygın ,ağlamaktan göz yaşları gözlerinde kurumuş olan bedene baktım. Ağlamam öyle hızlanmış öyle hızlanmıştı ki sanki yağmur ağlamamı örtmek istiyordu. Yağmurun şiddeti de artarken bir elimle Akasya'nın yüzünü aldım ellerim arasına. Dudaklarımı bastırdım Akasya'nın yağmurdan ıslanmış alnına. Göz yaşlarım Akasya'nın yüzüne düşerken Akasya'yı kucağıma aldım. Bedeni tir tir titriyordu.

"Geçecek güzelim."

Akasya'yı ön koltuğa yerleştirdiğimde hızla yanına oturdum. Arabadaki ceketleri serdim Akasya'nın üzerine. Hızla Alp'i aramaya başladım.

"Kardeşim! Nerdesiniz siz? Asya nerede?!"

"Alp, sadece iki gün. İki gün Asya'yı ailesine karşı idare edebilir misin? Bu benim için çok önemli."

Alp sıkıntıyla nefesini verdi.

"Tamam. Ona iyi bak olur mu?"

"Bakacağım."

Telefonu kapatıp koltuğa koyduğumda nereye gideceğimizi zaten biliyordum. Babamın yıllar önce benim için aldığı eve götürüyordum Akasya'yı. Gideceğimiz ev kumsalın kenarında iki katlı küçük bir evdi. Bir yanı orman bir yanı denizdi. Akasya'yla orada geçireceğimiz iki günün ikimize de iyi geleceğine inanıyordum. Akasya beni kabullenecekti. Biz yeniden bir arada olacaktık. Buradan ayrıldığımda Akasya'yı aramamı engelleyip, onu öldü gösteren herkesten hesap soracaktım. Beni bunca yıldır acılar içinde kıvrandıran herkes hesap verecekti. Gözlerim yanımda baygın duran Akasya'yı buldu. Araba sıcak olduğu halde Akasya hala titriyordu. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Her şeye rağmen Akasya yanımdaydı...

AKASYA Where stories live. Discover now