beş: misafirler

117 27 165
                                    

Loxalon Kraliyet Sarayı, Ethan

Sabahın erken saatlerinde Loxalon Kraliyet Sarayına ulaşmıştık. Pek gösterişli bir karşılama olmamıştı. Yine de Kral'la bizzat görüşmüştük. Saçları o kadar parlak bir kırmızıydı ki sürekli dikkatim dağılmış, dediklerini anlamamıştım. Sonra da dinlenebilmemiz için bizi odalarımıza yollamışlardı. Şimdi ise randevum için hazırlanıyordum. Jay de sağ olsun, başımın etini yiyordu.

"Prenses'in karşısına böyle çıkmayacaksın herhalde?"

Kardeşimin alayla kalkan kaşları sinirlerimi bozdu. Kıyafetlerim gayet düzgündü. İmparatorluğun özel olarak yaptırdığı pantolonu, gömleği, sevimsiz fuları ve hatta iç çamaşırını giyiyordum. Sırf ceketi de giymiyorum diye uygunsuz göründüğümü dile getirmesi saçmalıktı.

"İçerisi sıcak, Jay. Bir de ceket mi giyeyim?" diye sitem ettiğimde gözlerini devirip pencerelerden birine doğru ilerledi. Üzerindeki beyaz kadife ceketi gösterip benim ne kadar anlamsız konuştuğumu kanıtlamak istedi.

"Ben giyiyorum ve hiçbir sorun yok. Prenses'e karşı daha saygılı olmalısın. Bir gün eşin olacak."

Elimi görebileceği şekilde kaldırıp kukla oynatır gibi parmaklarımı birbirine çarptırdım. Onunla alay ediyordum ve bunun tamamen farkındaydı. Başka bir ülkenin sınırları içerisinde olduğumuz için benden daha olgun davranmamı bekliyordu ama ben neysem oydum. Şu soyluluk meselesi benlik değildi. Bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya gelsem daha hoş bir yaşantım olurdu. Olabilecek en kötü imparatorlukta, en dandik rejimde ve iğrenç bir kanla yaşamımı sürdürüyordum. Anneme lafım yoktu ama babamın genlerine sahip olduğumu düşünmek, her seferinde tepemin tasını attırıyordu.

"Daha ciddi olman gerekiyor. Keşke annem de burada olsaydı, seni dize getirirdi." dediğinde bir an için itiraz edemedim çünkü haklıydı. Eğer bana ceketi giymemi ve Prenses'e saygılı olmamı söyleyen kişi annem olsaydı sözünü ikiletmezdim bile. Yine de aksi davranmam lazımdı.

"Hamile bir kadın, bu kadar yolu çekemezdi. Biz bile bir fena olduk."

Omuz silkti. Odanın içinde oraya buraya turlamaya başladı.

"Suikasta kurban gitmemesi için sonsuzluk taşı taşıyor. Gelse bir şey olmazdı bence. Her türlü ölümsüz."

Öfkeyle soludum. Anneme sadece üç kere, bir süreliğine sonsuzluk taşı verilmişti. İlkinde bana, ikincisinde Jay'e ve şimdi de kardeşimize hamile olduğu için. Prens ya da prensesin öldürülmesi sık görülen bir durumdu ve çoğu zaman bu, onlar anne karnındayken gerçekleşiyordu. Veliahtlarını kaybetmek istemeyen İmparator, sürekli kullanılmayan merkezi taşlardan birini anneme veriyordu. Dokuz aylık süreçte annemin yaşlanması duyuyor ve ölümsüz oluyordu. Karnındaki bebeğiyle de bağlı olduğu için ne o ne de bebeği öldürülebiliyordu. Zaten normalde de sıkı bir şekilde korunuyordu, taş sadece önlem için vardı. Ne olur ne olmaz gibisinden. Yani annemin değerli olduğu tek an, hamilelik zamanlarıydı. Bu da haliyle sinirlenmeme neden oluyordu.

"Annemizi riske atmaya pek meraklısın."

Ses tonumdan öfkelendiğimi anlamıştı. Konuyu daha fazla uzatmadı ve koltuğun üzerine gelişigüzel bırakmış olduğum ceketimi alıp bana uzattı.

"Giy, lütfen. Prenses Eleanor senin hakkında kötü bir şey derse İmparator ikimizi de haşlar."

İç çekip ceketi elinden aldım. Zıtlaşmanın alemi yoktu. Sevgili Prenses'i memnun etmemiz gerekiyordu ki dolaylı yoldan İmparator da tatmin olsun. Loxalon ile ittifak kurma konusunda epey heyecanlıydı ve bunu berbat eden ben olursam ölene kadar başımın etini yerdi. Hatta ölmeyeyim diye bana bir merkezi sonsuzluk taşı bile verebilirdi. Böylece sonsuza dek ağzıma edebilirdi. Bunun olmasını istemezdim. Ölümsüz olmak gibi bir niyetim yoktu. İlk fırsatta ölmek istiyordum.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Mar 26 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

˖skeleton king˖ jungwonWhere stories live. Discover now