2

70 8 94
                                    

sırtından vücuduna yayılan soğukluk her geçen saniye daha da artarak varlığını inatla belli etmeye çalışırken geto'nun aklından geçen tek şey bunun olmaması gerektiğiydi.

uzandığı sedyenin sertliği (buraya ne zaman gelmişti?), alnındaki yaradan akan sıvının sarılı bandajlar tarafından emilmesi ve odadaki iki kişinin ne dediklerini çıkaramadığı mırıldanmaları bir şeylerin farklı olduğunu fazlasıyla belli ediyordu çünkü suguru'nun hiçbir şey hissedememesi gerekiyordu.

buna rağmen birbirine girmiş duyuları ve uyanmaya çalışan bilinci tüm yoğunluğuyla hayata tutunmaya uğraşırken ona yardımcı olan tek şey yaraları üzerinde hissettiği sakinleştirici enerji akışıydı. saniyeler önce burdayım diye bağırırcasına sızlayan tüm yaraları bu tanıdık hissin üzerlerinde gezmesiyle dinerken yavaş yavaş her şey rayına oturmaya başlamıştı.

bulunduğu morg, mırıltılar olarak duymaya başlayıp netleşen sesler ve daha önce onlarca kez maruz kaldığı bu tekniğin verdiği nostaljik hissin sebebi zaten nostaljik olmasıydı. bacağındaki yaranın hala iyileşmemiş olmasını umursamadan yattığı yerden doğrulup yıllar sonra ilk defa kendi iradesiyle gözlerini açtı.

her ne kadar parlak beyaz florasanlar gözünü kanatacakmış gibi acıtsa da yaşadığı onca şeyden sonra tanıdık bir iki yüz görebilecek olmanın sunduğu rahatlık o an için yeterliydi.

"günoş."

monoton sesi ve sıkılmış ifadesinden taviz vermeyen shoko, gerginleşeceği belli olan bu ortamda konuşmaya ilk cesaret eden kişiydi.

"günoş?", refleks olarak tekrarlayan suguru böyle bir başlangıç beklemiyordu,

"sonunda uyanmaya karar verdin prenses. "

konuşmaya devam etmeden geto'nun alnındaki kirli sargıları ondan beklenmeyecek bir naziklikle çözdü,

"ben bunları değiştireceğim, sen de burdaki diğer prensesle konuşacaksın." diyerek odadan çıkıp sert bir biçimde kapıyı çarptı.

burdaki diğer prenses.

göz ucuyla baştan beri nerede olduğunu bilmesine rağmen bakmaya cüret edemediği (eski?) en yakın arkadaşını süzdü; omuzları çökük, kıyafeti kirliydi ve klasik siyah göz bandı boynunda dinlenirken bakışları tamamen geto'ya odaklı.

"suguru?"

sesinde şüphe olmasa da soru sorduğu aşikardı, durumlar ne olursa olsun düşman olarak konumlandıkları durumlarda dahi satoru'nun ona seslenişinde asla teyit etme amacı olmazdı ama şimdi durumlar değişmişti ve suguru'nun vücudu artık kendine ait değildi ve satoru'nun ona olan tüm güveni aptal lanetli bir beyin yüzünden kırılmıştı ve-

"suguru."

bu seferki kendinden emindi, tüm endişesi kısa süreliğine de olsa dindi.

"selam." diye karışılık verirken gülümsemeye çalıştı ama yanak kasları dahil her yeri ağrıdığı için çok uzun tutamadı.

"nasılsın?"

satoru'nun sosyal açıdan birçok eksiği olduğu bilindik bir gerçekti ama nasılsın? onun için bile fazla utandırıcı olmasına rağmen arkadaşının geçen yıllara rağmen değişmemesi geto'yu gülümsetti, "kafatasım ikiye bölünüp beynim çıkarılmış gibi, sen?"

cevap verirken gojo'nun da gergin ve ne yapacağını bilmez ifadesi yumuşamaya başlamıştı, "içi iskeletlerle dolu lanetli bir kutudan yeni çıkmışım gibi."

bu kısa ama samimi an ikisi için de dünyalara bedeldi, birbirlerine o kadar odaklanmışlardı ki odaya ne zaman girdiği bilinmez shoko sahte öksürüğüyle dikkat çekene kadar onu fark etmemişlerdi.

"bakışmanızı bölmek istemezdim ama konuşulması gereken önemli konular var. öncelikle sen,"

gojo'yu işaret etti,

"mühürlendiğin sırada o kutudan bir daha çıkamayacağını düşündükleri için hain ilan edildin fakat her zamanki gibi planlarına uymayıp serbest kaldığın için emri yayamadan geri çekmek zorunda kaldılar. ve sen,"

geto'ya dönmeden önce arkasındaki aşınmış beyaz boyalı tezgahtan katlanmış birkaç parça kıyafet alıp ona uzattı,

"bir şeyleri anlayıp sorgulamak için fazla yorgun olduğunu biliyorum o yüzden önce bunları giy, sonrasını şu aptal halleder."

her zamanki gibi haklı olan shoko tekrardan ikisini yalnız bırakmadan önce alnına temiz bandajları sarmayı ihmal etmedi, her ne kadar atladığı birçok meslek etiği olsa da hiçbir hastasını ihmal etmediği tüm okul tarafından bilinirdi.

son olarak iyi şanslar diledikten sonra aynı gün ikinci kere şu anda elindeki katlı kıyafetleri inceleyen geto ve cebindeki eşyalarla gergin bir şekilde oynayan gojo başbaşa kaldı. belki önceki konuşmayı devam ettirebilirlerdi ama öncesinde bir konuşma olmadığı için ikisi de ne diyeceği konusunda fikirsiz, haliyle garip bir sessizliğin ortasında kaldılar.

hemen sonrasında ise tanıdık bir zil sesi, tam olarak ismini hatırlamasa da gojo'nun en sevdiği animelerden birinin giriş şarkısı tüm morgda yankılanırken telefonun sahibi arayan kişiyi görür görmez suguru'ya dönüp suçluluk dolu mavi gözleriyle "buna bakmam lazım." diyerek kendini açıkladı. kapıya doğru yürürken tereddüt ettiği adımlarından belli olmasına rağmen bulundukları durum göz önüne alındığında en güçlü büyücüye gelen bir aramanın önemsiz olamayacağı iki artı ikinin sonucunu bile düşünemeyecek kadar yorgun geto için bile aşikardı.

kafasını olumlu anlamda sallayarak gojo'nun yaşadığı ikilemi bir nebze de olsa hafifletmeye çalışırken uyandığından beri etrafının farkına ilk defa varmıştı. gençliğinde yarası olsun olmasın sırf shoko'ya eşlik etmek için bile ziyaret ettiği bu morgda ve içerisinde çürümemeleri için kemik donduran bir soğuklukta tutulan dolaplar dolusu ölü sahirlerle ilk defa baş başa kalmıştı.

aslında ilk defa değil, zihninin arkasından gelen kısık bir ses anımsattı, önceden bir kere daha burada yalnız bir şekilde bulunmuştu ama ölü olduğu için tanıdık bir his dışında hatırladığı hiçbir şey yoktu. olanları düşününce, zaten şu an kendisinin de yürüyen bir cesetten farkı yoktu.

acaba satoru varlığıma ne zaman tekrardan son verecek? eline tutuşturulan kıyafetleri üstüne geçirirken aklından geçen tek düşünce buydu, umarım bu sefer bedenimi yakmayı unutmaz.

くコ:彡

kontrol etmedim umarim yazim yanlisi falan yoktur neuse askim begwnmisindir ymarimm

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 06, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

laurel hell | satosuguWhere stories live. Discover now