↫ b i r i n c i b ö l ü m

328K 9.1K 1.2K
                                    

Romantik ve mizah bir kurgudur. İlk bölüm ilerleyen bölümlere göre oldukça dramatiktir. :)

↫ b i r i n c i  b ö l ü m

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

↫ b i r i n c i  b ö l ü m

Parmaklarımı kulaklarıma uzatıp onları duymamak istedim. Nefret dolu kelimeleri dudaklarına yapıştırmış, sokak boyunca bağırıyordular. Göğüs kafesimde beslediğim kuşu susturmak için bir elimi kulağımdan çekip kalbimin üstüne bıraktım. Sakin olup bir an önce girdiğim çıkmaz sokaktan kaçmalıydım.

Gözümü iyice açıp etrafıma baktım. Hiç beklemediğim bir şey oldu. Evin önüne atılmış kırık aynada kendimi gördüm. Şapkanın altında sakladığım saçlarımın bakımsızlığını, yara bere dolu yüzümü ve çaresizliğimi...

Geçmişten bir bilet almış zihnimde tek bir soru yankılandı: Köksüz bir ağaç olur muydu?

Defne Alaca. Ben. Kökünün nerede olduğunu bilmeyen biriydim. Ailesi tarafından reddedilmiş, biyolojik bir çöptüm. Avuçlarımın arasında buruşturduğum kâğıtla bir sürü yolu gelmiştim. Neden? Ailemi bulmak için. Genetik atıklarını kucaklayacaklarını sanmıştım. Aptal gibi!

Bu şehir, onların soluk aldığı bu şehirde umudumu diri tutacak gökyüzü dahi yoktu. Koca koca binaların ardında yok olmuştu bulutlar. İçime sığmıştı.

"Kalk," Kolumdan hızlıca çeken adama cevap veremezken güçsüz bacaklarım yüzünden sokağın ortasına yığılmıştım. Dudaklarımı aralamıyordum. "Az önce tazı gibi koşuyordun. Ne oldu?"

Bana asla merhamet etmeyecek o adama koşmak için umudumun olduğunu anlatmak isterdim... İnsanların umutla her şeyi yapacaklarını ve umutlarını göğüslerinden vahşice sökülüp gerçeklikleriyle yüzleştiklerinde adım atacak güçlerinin olmayacağını söylemek isterdim. Ancak olmadı... Bedenim sürüklenirken Tanrı ilk kez imdadıma yetişti.

Devriye arabalarının sesi sokakta uzun uzun yankılandı ve omzumdan sürükleyen iki adam koşarak uzaklaştı. Geri dönmeyi düşünemeyecek kadar uzun yankılandı ses. Valizimi toparlayıp ait olduğum yere dönmek için ayağa kalktım. Valizimden dökülen eşyaları toplarken bir gölge eşyaları yerden alıp valizin içerisine attı. Tuhaf bir şekilde yüzüne bakmıyordum, korkum yoktu. Bu hayata dair bir korkum kalmamıştı.

"İyi misin?" Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Sokak lambasının verdiği ışıkta kocaman kahverengi gözleri yüzümde geziniyordu. "Polise gitmek ister misin?"

Ses tonu kalındı ancak ikinci sorusunda biraz olsun yakın olmaya çalışmıştı. Yanağıma yalancı bir tebessüm kondurup gülümsedim. "Bağırmadım. Karşı çıkmadığımı düşünmeyecekler mi?"

"Ben duydum." dedi. Gevşettiği kravatını boynundan söküp dizime uzandı. Kanayan dizime sardı. "Pahalı bir kravattır ama beni kan tutuyor."

Gülümsedim. Yanaklarıma konan ilk gülüşün ardından kahkahalar atmaya başladım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama ben gülüyordum. Hayatım kadar komik bir durumun içerisindeydim. "Polise gidelim mi?"

"Tek başıma giderim." deyip valizimi kapattım ve ayağa kalkıp yürümeye başladım. Arkama bakmadan yokuştan iniyordum. Duvara yaslanmış kırık aynada şimdi yüzümü değil, dizime sarılmış siyah kravatı görüyordum. Kravat yere sürtünüyordu. Yürüdükçe kirleniyordu. Yine bir şeyleri kirletmeyi başarmıştım işte.

Arkamı dönüp ona baktım. Takım elbisesiyle sokağın bir başında beni izleyen o adama... İfadesiz yüzü bana dönüktü. Eğilip bağladığı kravatı bacağımdan söktüm ve arkamda bıraktım. Bir daha o adamı hiç görmeyeceğimi düşünsem de bunun bir yanılgı olduğunu karşımdaki serseriler sayesinde anlamıştım. Arkama bakmak için yeniden döndüğüm sırada devriye arabasının sesi yeniden duyuldu. Adamlar tekrar arkalarına bakmadan kaçarken sokakta o adamın adım sesleri yankılanıyordu.

"Kavgasız def etme!" deyip telefonunu çıkardı. Zekice bir hamleyle beni iki kere kurtarmıştı. "Yardımı pek sevmediğini anlıyorum, ben de yardım etmeyi sevmem ama bu günlük sana iyi davranmamı ister misin?"

Acımak, değildi. Ancak beni anlıyormuş gibi bakıyordu yüzüme. Valizi parmaklarımın arasından alıp yürütmeye başladı. Nereye götürdüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu ama adımlarını izliyordum. Apartmana girdi ve kapıyı tuttu. "Geç," dedi. Onun kölesiymiş gibi sözünü ikiletmeden içeri geçip yürümeye başladım. Bir kat daha üste çıkıyordum ki o dur komutunu verdi. Durdum ve kapıyı açmasını bekledim. Kapıyı açtı ve açık bırakıp ilerledi. Ayakkabılarımı çıkarıp eşikten içeri girdim.

Valizimi salona bırakıp bana da koltuğu gösterdi. "Otur, dinlen."

Kafamı sallayıp koltuğa oturdum. Sessizce bekliyordum. Bana ne yapacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu, sadece gözlerimle halıyı izliyordum. Şükrü Erbaş'ın hayatımı özetleyen cümlesi vardı zihnimde.

Dudaklarımı aralayıp zihnimi ezen o cümleyi söyledim: "Ömrüm, ah benim ördükçe sökülen, yakasız kolsuz hırkam..."

İçeri girdi. "Bu gece burada kalabilirsin, kafanı toparlayınca sabah gidersin," dedi. "Benim için sorun yok."

Duygusuz ve ifadesizdi. Yüzünde acıma duygusunu göremiyordum ama bana elini uzatıyordu. Kimsenin elini tutmazken onun elini tutmazdım ki! O bir yabancıydı. Yüzüne uzun uzun bakmamdan rahatsız olmuştu ki mutfağın yerini söyledi. "Karnın açsa sandviç yapabilirsin," dedi ve ekledi. "Üstünü de banyoda değiştirebilirsin."

Kafamı yüzünden halıya çevirdim. "Adım, Emre. Emre Güner."

Adı, Emre. Emre Güner.

Bundan bana ne?

Zihnimin en ücra noktası dahi ismini kabul etmezken ismimi sordu. "Alaca," dedim kafamı kaldırıp. "Defne Alaca."

Kafasını salladı ve önümden geçip televizyon ünitesinin rafında duran kutuya uzandı. Ahşap kutuyu açmadan yanıma geldi ve önümde eğildi. Manasız bakışlarla onu izlerken kutuyu açıp içerisinden pamuk ve tentürdiyot çıkardı. "Temizle, diyeceğim ama canına kıymet vermiyormuşsun gibi."

Önce dizimi sonra dirseğimi temizledi. Parçalanmış pantolonuma yeni bir parça eklemişti sargı beziyle. "Benden bu kadar," deyip ayağa kalktı. "İyi geceler."

ALACA (KOCA BEBEK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin