"Anladınız değil mi?" dedim hepsine, anlamama gibi bir ihtimallerinin olmadığını bilerek. Hepsinden olumlu cümleler duyduğumda gülümsedim.

Son uyarımı da Kutay ve Okan'a ayrılmamalarını söyleyerek yaptım.

"Göksun, kaç dakika kaldı?" diye sordum, yanımda silahıyla ilgilenen kadına. 

"Yaklaşık yedi dakika komutanım," dediğinde kafamı salladım. Nöbet değişimini de sayarsam on dakika kadar zamanım vardı.

Hızla telefonumu yan tarafıma attığım çantamdan çıkarttım ve açtım. Telefon açılana kadar birkaç dakika kaybetmiştim. Telefonun çektiğine şükür ederek internetimi açtım ve bildirimler doluşmaya başladı.

Mesaj uygulamasına girip Beyza'dan gelen mesajlara baktım. Yalnızca on iki mesaj vardı. Konuşmasak bile hâliyle merak ediyordu.

Ineffable: Günaydın (08.23)

Ineffable: İyi geceler (00.09)

Ineffable: Uyuyamadım (01.34)

Ineffable: Umarım iyisindir (01.49)

Ineffable: Yeniden günaydın

Ineffable: Az önce Aydın birkaç dakikalığına konuştu benimle, bu yasak mı bilmiyorum ama iyi olduğunuzu söyledi

Ineffable: Ve Aydın'a karşı çok yakın hissediyorum kendimi, çok kısa bir süredir tanışıyoruz ama diğerleriyle olduğumdan daha yakınız

Ineffable: Hiç olmayan abim gibi hissettiriyor

Ineffable: Neyse çok uzattım ben yine

Ineffable: Bilirsin severim konuşmayı :)

Ineffable: Görüşürüz

Ineffable: Yani umarım, umarım ki görüşürüz

Başka mesaj yoktu. Saate baktığımda yalnızca üç dakika kaldığını görünce telefonu kapatıp çantaya geri koydum.

Adamlar yavaş yavaş içeri girmeye başladıklarında kendimi biraz toparladım. Birkaç saniye içinde dört kişilik bir grup dışarıya çıktı. Sohbet ede ede ilerlediler, ellerinde silahları vardı. Gülüşmelerinin sonunda tahmin ettiğim gibi bir adam arka tarafa geçti. Diğer üç adam ön taraftaydı.


Kendimi toparlayıp, vakit kaybetmemek için Açelya'ya konuştum. "Açelya, yavaşça yaklaş ve adamı hallet. Bir sorun olursa Kutay, iş sen de. Okan uzak mesafeden senin kadar iyi vuramıyor." dedim. Onayladıklarında ben de Aydın'ı dürttüm. "Hadi."

Aydın benim peşimden yürümeye başladığında, Göksun'u orda tek başına bıraktık. Herkes yan yanayken onun tek olması hiç içime sinmiyordu ama o herhangi bir durumda kendini koruyabilirdi. Göksun, bazılarımızdan bile daha güçlü bir kadındı.

Yere eğilerek ağaçların arasınsan, sessizce sağlık ocağına doğru yaklaştık.

Sol kapıya doğru yaklaşan Açelya'ya gözüm çarptığında gülümsedim, tek başına halledebileceğini biliyordum.

Kapının önündeki adamları silahla vuramazdık, ıskalama ihtimalimiz çok düşüktü fakat direkt ölmeyip bağırmaları sonucunda otuz beş kişinin birden dikkatini çekmek aleyhimize olurdu. Bu yüzden akşamın karanlığını yeterince kullanarak onlara yaklaşıp, işimizi riske atmadan halledecektik.

Açelya'ya tekrar göz attım. Atakan yanına gelmişti ve pencereden içeriyi gözetiyorlardı, girebileceklerine emin olmak için.

Tekrar önüme döndüm. Hâlâ fark edilmemiştik ve artık sağlık ocağına çok yakındık. Ocağın önündeki adamların çok dikkatsiz olmaları da bir yandan işimize geliyordu.  Aydın'a başımla işaret verdiğim anda ağacın arkasından çıkıp adamlara iki üç el sıktık. Birinden bir inleme sesi geldiğinde, korktuğum şeyin başımıza gelmemesi için hızla onu kaldırıp ağzını kapattım. Diğerleri direkt ölmüştü ama onu öldürmeyecektim. Şuan değildi.

"Eğer ki biri seslenirse, bir şey olmadığını ve sadece üzerine sıcak çay döküldüğünü söyleyeceksin. Tamam mı? Eğer ki yardım istersen, yeminim olsun ki burdan kurtulursam sana öyle işkenceler yaparım ki, ölmeyi dilersin. Ama asla öldürmem seni." dedim. Büyüyen gözlerinden yeterince korktuğunu anlayınca sırıttım.

Bunlar böyleydi işte, götlerinin tutuşması için uyduruk birkaç tehdit yeterdi. Bunu bir Türk askerine söyleselerdi, o askerin kalbinde korkunun tohumları bile oluşmazdı. Karşımda it gibi titreyen varlık ise korkudan altına işeyecek dereceye gelmişti.

Birkaç saniye sonra düşündüğüm şey oldu. Yukarıdan biri seslendi. "Bir sorun mu var Abdullah?" Yamuk Türkçesiyle konuştuğunda yüzümü buruşturdum.

Elimi ağzından çekerken "Sakın," diye son uyarımı da yaptım. Korkudan titreyen adam boğazını temizledi ve yukarıya seslendi "Türk askerleri!" diye bağırdı. Sonra sesini kısıp "Burdan sağ çıkamazsınız," dedi ve güldü. Sinirle vücudunda onu öldürmeyecek, ama hareket etmesini engelleyecek olan kısma sıktım. Eğer kurtulursam ona çok güzel şeyler yaşatacaktım.

Abdullah denen iti bırakıp, Aydın'ın kolundan tutarak yaklaşık on adım kadar gerideki ağaçların ardına koştuk.  Sağlık ocağının yakınında kalmamız çok riskliydi. Koşarken kulaklıktan Atakan'a seslendim. "Atakan, çabuk sağlık ocağından çıkın." dedim.

Benim hatamdı, riske atmamalıydım. Eğer birine bile bir şey olursa ömür boyu kendimi affetmezdim

Ağaçların arkasına geçerken Göksun'a seslendim, Atakan henüz cevap vermemişti. "Göksun, Atakan ve Açelya'yı görebiliyor musun?"

Birkaç saniye sonra Göksun cevap verdi. "Sağlık ocağından çıktılar, sizin yaklaşık yüz elli metre solunuza doğru koşuyorlar komutanım.

"Tamam. Göksun, fark edildik. Gördüğünü vur, sadece konuşturmak için bir tanesinin sağ kalması yeterli." dedim. Benim vurduğum adam dışında konuşturacak biri daha lazımdı. Göksun beni onayladı. Bu sırada çoktan silahlarıyla camlarda beliren teröristler bizi arıyordu. O an biriyle göz göze geldik ve üstümüze doğru kurşunlarını boşaltmaya başladılar.

Bana bir şey olması umurumda değildi, tek temennim kardeşlerime bir şey olmamasıydı.

Kontol etmeden atıyorum, bir sorun varsa yazabilirsiniz.

İnstagram: hasan.bunlar.ciddimi

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: 16 hours ago ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Komutan | Texting Where stories live. Discover now