S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER

Start from the beginning
                                    

"Bilmem ki. Deliliğimi ölçen sensin." deyip omuz silktim. Dudaklarıma lip balmı sürerken aynaya doğru eğilmiştim.

"Niye böyle bir şey yaptın ki? Sırf sana kötü davrandıkları için değildir herhâlde." Bir an durdu. "Ve Tanrı aşkına bunu nasıl yaptın?! Onlar müthiş derecede güçlü cadılardır."

"Kanımı döktüler. Kendileri sayesinde ilk defa kurt boğan ve mine çiçeğini tatmıştım. Ah, bir de kendileri bana kara büyü yapmıştı." Lip balmı kenara koyup dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanda duran eyelinerı elime alıp iyice aynaya sokuldum. "Zihnime de girmişlerdi. Ben de her şeyin iki yönlü olduğunu anladım. Onlar benim zihnime girebiliyorlarsa ben de onların zihnine girerdim, girdim de. Bayan Rothlar o kadar da akıllı değiller." Eyelinerı kenara koydum ve eşit şekilde çektiğim eyelinerın kuyruğunu yanda duran ıslak mendili alarak yavaşça düzelttim. "Ya da beni çok hafifçe alıyorlar." Mendili yanda duran ufak çöplüğe attım.

"Profosyenel gibi konuşuyorsun. Sen." Ona doğru döndüm.

"Seni yönetbilmişken bunu mu sorguluyorsun?" dedim kaşlarımı kaldırıp gözlerinin soluk maviliğine bakarak. "Üstelik ben kendimi korurum ve bana yapılanın hesabını sorarım." Ne de olsa bir sözüm vardı. Kendime ve aileme. Olanlara ve olacaklara. "Kenara çekilmem."

"Sana çok şaşırıyorum, Prenses." Yatağa oturdu. "Bir prenses olduğuna dair inancım git gide çürüyor."

"Hiçbir prenses deli lakabı almazdı." Başımı iki yana salladım. "Belki de beni bu kadar inatçı yapan şey budur. Ortaokul bitene kadar lakaplar, zorbalıklar, işkenceler son bulmadı. Kendimi hep ben korumak zorunda kaldım." Boğazımda zaten olan set bariyerini güçlendirdi. "Hep Caleb vardı. Her zaman yanımdaydı. Ağladığım omuzdan da öteydi, yanımdaydı. Tamamen benim yanımdaydı. Arkadaşımdı. Yapayalnız, deli bir kız için arkadaşın ne demek olduğunu anlayamazsın. Bay Lionel hayatının en iyi atışını kesinlikle benim ve Caleb'ın üzerinde yaptı. En ihtiyacım olduğu anda yolladığı casus bana dost oldu."

"Ama son zamanlarda aranız iyi değilmiş." Gözlerim yerden gözlerine tırmandı. "Blanca anlattı."

"Bana ailem yok demişti. Öldüler demişti. Kimsem yok demişti. Anne ve babamın ölülerini gördüm demişti." Kalbim yine aynı çarpıntıyla attı. "Beni kendi ailemin ölüleriyle vurdu. Yoksa küçükken de güvenen biri değildim. Yanıma böyle gelmişti. Böyle dostum olmuştu." Gözlerim dolmak için yalvarıyorlardı. "Böyle birbirimizin omzunda ağlamıştık. Beni bu bahaneyle Riversdalle'ye getirtmişti. Hem üniversite vardı hem de ev vardı. Fazladan çalışmak yoktu. O eve geldiğimizde ona acımıştım. Ölen anne ve babasının eviydi sanıyordum."

"Şunu unutma, Prenses; Buradaki kimsenin bir ailesi yok. Yaşasın veya ölü olsun, kimsenin bir ailesi yok. Marcus'a bak. Sence onun bir babası var mı?" Başını iki yana salladı. "Hayır. Dahası buradaki kimsenin kendisi için çabalayan bir ailesi yok. Öyle olsaydı Caleb senin yanına gelmezdi." Haklıydı ve en acısı buydu. Ben bunu düşünmemiştim. Nasıl düşünebilirdim ki? "Senin, senin için savaşan bir ailen vardı, Eleanor. Senin yüzünden değil, senin için ölen bir ailen. Ailen hakkında bir fikrim yok. Ölümleri hâlâ bir sır ama onlar ölmeden önce de ve mukakkak öldükten sonra da senin için savaştılar. Buradaki kimse, kimsenin içini değil. Yüzündeni."

"Yüzünden." diye mırıldandım. Ayakta kalmak bir yük gibi geldi. Gidip yanına oturdum. Ellerimi yatağa bastırdım. "Ben şu an benimle olan herkesin yüzündeniyim. Aiden'ın ve Caleb'ın yüzündeniyim."

"Hayır, içinisin." Elimi elleri arasına aldı ve herhangi bir tiksinti hissetmedim. Dostça yaklaşımına bir şey demedim. "Eleanor, sana bakan birinin içindekini görmemesi imkânsız. Masumsun." Hafifçe güldü. "Safsın diyemem. Çünkü hakkını arayan güçlü bir kızsın. Saf olmak için erken büyümüşsün."

GÖLGE KANIWhere stories live. Discover now