3

148 22 19
                                    



"Aşık olduğum zamanlarda
Şiir yazmak adetim değildi.
Halbuki asıl şaheserimi
Onu en çok sevdiğimi
Anladığım zaman yazdım. 

Onun için bu şiiri
İlk önce ona okuyacağım."

— Orhan Veli


[ 3: hayatı baştan sona sorgulatan okul ödevleri ve bazı filozofluklar ]

Hayat üzerine büyük, filozofvari laflar edecek konumda değildim hiçbir zaman. Üç beş kavgaya girişmiş, zamanında dost bildiklerinden kazık yemiş, bir avuç aşk acısı ile cebelleşmiş olmak hayat konusunda uzman yapmıyor insanı. İstediğin kadar yaşıyorsun, belirli başlı yolları yürüyorsun, "Evet, artık öğrendim bazı şeyleri" diyorsun ama yok efendim, cahillik sana kene gibi yapışmış. Günün sonunda ne kendin ne de hayatın hakkında hiçbir bok bilmiyorsun.

Bir de şu negatiflik var ki hiç kimseden af dilemeyeceğim bu konuda, ergenliğini yaşayan herkes geçip gitmiştir bu yollardan. Odasının soğuk zeminine çökmüş ve boş gözlerle duvarlarını izlerken aklına gelen her bir olay, durum ve kişiye küfürler saydırmıştır. Bir nevi altın kural: Altından kalkamıyorsan küfret.

Tabii hep böyle değilizdir. Namjoon bana çok kez, "Nietzsche seni görse bu adamdan öğrenecek çok şeyimiz var beyler, derdi," demişti. Ama ben ona inanmıyorum çünkü yaşama sevincinin üzerime yağmur gibi yağdığı da oluyor. Güzel bir film izlediğinde ya da sokakta son derece rastgele bir anda hoş bir çiçek ya da ne bileyim, yüzü gülen bir insan dikkatini çektiğinde anlık bastıran o his. Yaşamaya devam etmeyi mümkün kılan o kısacık, değerli his.

Neden bunları anlatıyorum? Önümde beyaz, bomboş bir kağıt ve öfkeyle yüzüme bakan Namjoon var. Mutfak masasında babası "7 kere 6 kaç, oğlum?" diye yalvara yalvara ödev yaptırırken deli gibi ağlayan o çocuğun konumundayım. Namjoon o denemeyi yazacaksın, bakışları atıyor bana. "Abicim olmuyor işte, malzeme bu çok zorlamasak mı?"

"Bana bak güzel kardeşim," diyor Namjoon. "Ya bu denemeyi yazdın ya da hocayla ellinci kere takıştın, adamın da itliğine geldi ya, bıraktı seni sınıfta. Seneye el kadar çocuklarla tekrar dersi aldığında bana sövmeyi bilirsin işte o zaman."

İşte tam o anda derin bir of çektim. "Tamam ya tamam. Ne anlatacağız şimdi?" Namjoon da elindeki kitapları karıştırmaya başladı. Biraz felsefe, biraz sosyoloji ve biraz da sallamasyon bilim dalları. "Yoongi nerede kaldı, yemek getirecekti," diye söylendiğimde kaşlarını kaldırarak kitapların arasından bana baktı. "Boğazın değil, kafan çalışsın."

"Karın doyurmadan olmuyor be aslanım," dediğimde güldü tabii ister istemez. En sonunda onu da ayartmayı başardım ve deneme ödevimi bir kenara bırakıp önce karın doyurmak adına kütüphaneden çıktık. Kafeteryaya giden yol boyunca Namjoon geçen gün yolda gördüğü kedileri anlattı. Sonunda kafeteryaya vardığımızda Seokjin, Yoongi ve Hoseok'u derin bir tartışma içerisinde bulduk.

"Bir kere," diyordu Seokjin. "Adamda herhangi bir vasıf yok. Ona oy verecek adamın aklından şüphe ederim. İki kelimeyi bir araya getiremiyor ya!" Yoongi, ki kendisi bahsi geçen siyasetçiyi pek bir severdi, "Başımıza edebiyatçı kesilme oğlum," diye çıkıştı ona. Olayın biraz daha eğlencesinde olan Hoseok yandan sırıtıyordu. Sinirlenen Yoongi'nin kolunu okşadı yavaşça. "Haklısın aşkım, Seokjin ne halt bilecek zaten."

"Kızıştırma ortalığı ya," diye yanlarına oturdu Namjoon. Kendisi siyaseti de siyasetin felsefesini de genel olarak tartışmaları da çok severdi ama bizim ortamlar biraz seviyesiz kaçardı ona. Bunu her söylediğinde Hoseok ona "Kıçımın burjuvası" derdi ve Namjoon da bilmiş bir ifadeyle, "İşte tam olarak bundan bahsediyorum," diye cevap verirdi.

call it fate, call it karmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin