Bu düşünce bir an çok uçuk geliyordu. İnsanlar her sabah telaşla işlerine, okullarına, normal hayatlarına yetişmeye çalışırken; bazıları bu tür konuların geçtiği filmler, kitaplar okuyup gerçek olmasını dileyebiliyordu. Bu tür şeylerin olsa bile bizim zamanımıza denk geleceğini hiç düşünmezdim. Uçan arabaların icadı bile benim için çok uçuktu ama vardı. Klonlama yapılmış, uzaya bile çıkılmıştı. Bunların temelleri ise ikinci dünya savaşının başlattığı o yıkımdan beri başlatılmıştı.

Bu yaşlı amcalar ise hala ellerinde nasıl bir güç bulundurdukları Cemiyet'in kuklası olup onlara para kazandırmaya devam ediyor, yetmiyor bu devirde silahlara kuşanıp tehditler savurabiliyorlardı.

Onların yaptıkları pek alçaltmak istemiyordum çünkü birazdan biz de aynı taktiğe başvuracaktık.

"Ne için beni buraya çağırdığınızı açıklayacak mısınız artık?" diye sordu sabırsız bir tavırla. Haklıydı da, zamanı kısıtlıydı sonuçta. "Oğlumla ilgili söylediklerin doğru mu?"

"Yalan söyleyecek birisine mi benziyorum?" diye sorduğumda hızlıca evet, diye cevapladı. "Babasının kızısın."

Dişlerimi birbirine bastırdığımda usulca gülümsedim. "En azından bu konuda değil." Dedim. "Bana laf atarak koca bir geminin kaderini benim ellerime bırakmak istemezsin."

İfadesi daha da ciddi bir hal aldı. Karşısında duran çoluk çocuk değildi artık. Bir zamanlar oğluyla olan ilişkimden dolayı beni yeterince aptal yerine koymuştu ama artık değil. "Oğluma ne olduğunu anlat?"

"Çok umursuyor olsaydın gözünün önündeki katili aylar öncesinden görürdün." Sesim istemsizce yükseldiğinde Jeno'nun masanın altında duran eli dizime dokundu. Sıcak eli diz kapağımı tamamen avuç içine aldığında derin bir nefes alıp yutkunmamak için dilimi ısırdım.

Tam o sırada Kang ManHo'nun bakışları Jeno'yu buldu. Aç bir sırtlan gibi onu süzdüğünde Jeno'nun yüzü ifadesiz olsa da elinin kasıldığını hissettim.

"Yatağına aldığın orospunun yanında durman büyük bir cesaret göstergesi." Dedi. "Kimin köpeği olduğunu da biliyorum senin. Patronun Hong InKuk sadık olmanın en demek olduğunu öğretememiş anlaşılan."

Jeno'nun yüzünde bir gülümseme belirdi. Tam anlamıyla bir seri katil gülümsemesiydi. Görenin bir daha arkasına bakmadan kaçmasına sebep olacak cinstendi bir ürperticilik sergilerken, Kang ManHo da bunu hissetmiş gibi kafasını kaldırdı. Konuştuğunda sesi ölüm kadar soğuk ama altında yatan tehdit açıktı. "Sadık olmanın ne demek olduğunu önce sen bize anlatırsın." Dedi tane tane. Dizimin üstündeki parmakları yukarı tırmandı. Oyuncağının ben mi yoksa sözleriyle dövdüğü Kang ManHo mu olduğunu anlayamadım. "Sonra dilini kesip boğazına tıkarken öğrendiklerimi bu sefer de ben sana anlatırım." Tek kaşını kaldırdı ve sanki çok makul bir teklifte bulunmuş gibi onun cevabını bekledi.

Kang ManHo'nun cevap vereceği yoktu.

Ben ise bacaklarımı birbirine bastırmamak için kendimi zor tutuyordum. Jeno'nun eli eteğimin başladığı noktada durdu. Derin bir nefes vermemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ortağın olacak düzenbaz herif oğlunu öldürttü. Kendi ağzıyla itiraf ettiği ses kayıtlarını kendin dinledin. Hala neyi sorguluyorsun?"

"Neden bunu üstünde bir ay geçtikten sonra ortaya çıkardın? Babanın döndüğünü duydum. O mu seni yönetiyor?"

"Beni kimsenin yönettiği yok." Babam şu an bir yerde kilit altındaydı.

"Ne istiyorsun o halde?"

"Basit bir anlaşma." Dedim. "Eminim sen de Akiyama Daiseku'dan pek haz etmiyorsundur. Ona gerçekten güveniyor musun gemideki malların akıbeti konusunda." Güldüm. "Gizli ortağından da haberin yoktur şimdi senin. Amcam en başından beri senin hastalığını kullanarak sömürdü seni. Yeni ortağıyla da sen öldükten sonra tüm mal varlığına konar artık."

Where The Shadow EndsWhere stories live. Discover now