1.18 - Ölümcül Kükreyiş

En başından başla
                                    

"Gerçekten kendini bu kadar hırpalatmanın işine yarayacağını mı düşünüyorsun?"

Bu Kurttu. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ölecekmiş gibi hissettim. Ancak üçüncü denemem ve altıncı küfrümden sonra ayaklarımın üzerinde durmayı başarabildim. Duvardan destek alarak kapının penceresine doğru zorlukla yürüdüm. Parmaklarım demirlere tutundu, aksi halde yere serilebilirdim.

İşte Kurt oradaydı. Tam karşımda... Eski hücremin kapısı hala aralıktı. Kilidi ise kırık, beni Kurdun tam karşısındaki odaya atmışlardı. Delice tartakladıktan sonra.

Gözlerimi Kurda çevirdim. Artık yüzünü görebiliyordum. Gözleri iri ama çekikti, rengi ise koyu bir kahverengi ya da siyahtı. Düz siyah saçları omzuna geliyor olabilirdi, geniş ve köşeli çenesinden aşağısı pencereden görünmüyordu. Yüzü kemikliydi ama buna rağmen çok sert bir ifadesi yoktu. Vahşi bir çekiciliği vardı. Kurtlar hakkında duyduklarımın aksine... Yılanlar onlardan çok da güzel bahsetmezdi, en azından annem.

"Hala yeterince tanınabilir haldesin," dedi konuşmamam üzerine.

Her şeyi bilmesine mi, bilmediklerini tahmin etmesine ve bunların doğru çıkmasına mı sinirleneceğimi bilemedim. Beni bu hale getirmelerinin sebebi bendim, kurtuluşumun olmadığını biliyordum; o kadar Yılana karşılık hiçbir şey yapamazdım. Direniyormuş gibi yapmam, dayak yemek istememdendi. İstediğime de ulaşmıştım, beni feci benzetmişlerdi.

"Yine de aranan bir prenses için... Beni bu halde kimseye göstereceklerini sanmıyorum," dedim, konuşurken çenem bile ağrıyordu. "Ya o prenses gerçekten bensem değil mi?"

Soluk ama belirgin hatları olan dudakları yukarı kıvrıldı. "Çiçeğimi getirdin mi?"

Bir an yerdeki çiçeğe bakacak gibi oldum ama gözlerimi onun üzerinde tutmayı başardım. "Çiçek falan yok! Şimdi bana her bir boku nasıl bildiğini anlat!"

"Çiçek?" dedi yine.

"Sen benimle alay mı ediyorsun?"

"Sadece hakkım olan çiçeği istiyorum," dedi gülümseyerek. "Vermeyeceksen gidip biraz daha kestireceğim."

Başımı geriye atıp öfkeli bir nefes verdim. Boynum da şiddetle acıyordu artık. Tekrar ona baktığımda, "Kahrolası çiçeğini vereceğim," dedim. "Ama sonra bana her şeyi anlatacak ve buradan kurtulmanın yolunu söyleyeceksin."

"Her şeyi anlatma kısmına söz veremem," dedi. "Ama buradan kurtulmanın yolunu söylerim."

Aptalcaydı belki ama bu beni rahatlatmıştı. Kesinlikle aptalcaydı. Daha ilk defa gördüğüm bir Kurda güveniyordum. Ona ilk güvendiğimde aldığım sonuçlar hala ortadayken üstelik. Yine de arkamı döndüm, acıyan canımla ağır ağır yerdeki ezilen çiçeğe doğru yürüdüm. Eğilip onu almak bile vücudumdaki tüm acıları aynı anda hissetmeme sebep oldu. Doğrulmak da bir o kadar işkence gibiydi. "Onu sana nasıl..." Arkamı döndüğümde irkildim çünkü Kurt tam kapımın önündeydi artık. Elini parmaklıklardan içeri uzattı.

"Sen odadan nasıl çıktın?" dedim şaşkınlıkla.

Dudaklarını büktü ve yan dönüp açık kapısını gösterdi. "Kapım kilitli değildi."

Dudaklarım birkaç saniye aralık kaldı. "Ne zamandır?"

"Seni bir çuval gibi içeri fırlattıktan sonra açtılar," dedi umursamazca. "Kırmamı beklemeleri can sıkıcı olmaya başlamış olmalı. Belki de kilidi kırabileceğimi düşünemeyecek kadar aptal olduğumu düşünüyorlardı ve bunu kendileri yapmaya karar verdiler. Anlayacağın sabah olmadan kaçmaya çalışacağımı düşünerek eğlencelerini benimle beslemeyi planlıyorlar."

Yılan YuvasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin