Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu

Start from the beginning
                                    

  Ormanın derinliklerinde ilerlerken cadının ormanı kendi istediği gibi büyülediğini fark etti. Burada hiçbir tanrının gücü işlemiyordu. İşleseydi, Eros çoktan cadının yanına varırdı. Tanrılar, kadın kendini Kirke'den bile daha iyi korumayı başarmıştı.

  Sandaletleri ağaçların köküne dolanır, ağaçlar tanrısal teninde çizikler bırakırken en sonunda ormanın içinde gizlenmiş küçük eve ulaşmayı başardı. Eros rahatlayarak derin bir nefes aldı, dudaklarında hınzır bir gülümseme belirdi. O kadar da zor olmamıştı.

  Ev, Ion kentlerinde görmeye alışkın olduğu evlere benzemiyordu. Sütunları yoktu, devasa bir tavanı yoktu. Ev küçük taşların üst üste dizilmesiyle elde edilmişti ve bu onu şaşırttı. Evin tepesindeki uzun bir taştan ince bir dumanın çıktığını fark edince şaşkınlıkla durdu.

  Bu ne sikimdi böyle?

  Bir kadın sesi, "Burası zamanın dışında," diye fısıldadı.

  Ses, aynı zamanda hem ileriden hem de arkadan gelmişti. Hayır, ses ormanının derinliklerinden gelmişti.

  Eros kafası karışarak tekrar eve baktı, evin ahşap kapısı aralandı. İçeri girmemeliydi, aklı olan hiçbir ölümlü ya da ölümsüz o kapıdan içeri girmezdi.

  Yine de o kapıdan içeri girdi, başka çaresi yoktu.

  İçeri girdiğinde fark ettiği ilk şey metal bir şeyin köşede durduğu ve odayı ısıttığı oldu. Üstünde bir ızgara vardı ve o ızgaranın üzerine de bir somun ekmek bırakılmıştı.

  "O bir soba," dedi aynı ses ona, bu sefer tam arkasından geliyordu. "Henüz insanlarınızın onun ne olduğunu bilmesine bin yıldan fazla var."

  Eros arkasını döndü, hiçlikle karşılaştı. Kimse yoktu.

  Küçük evin içinde ilerlemeye devam etti, duvarlarda asılı olan şeyleri gördü. Evet, duvarlarda mozaikler ya da çizimler yoktu. Duvarlarda başka bir şeyler vardı. Dört tane ahşap parçasının birleşip de duvara asıldığı yere yaklaştı ve şaşkınlıkla donup kaldı.

  Tekrar, bu ne sikimdi böyle?

  Ses, "Yaklaş," diye fısıldadı. "O bir gazeteden alınma bir haber, yaklaş."

  Gazete mi? Haber mi? Eros şaşkınlıkla parşömen kağıdına pek de benzemeyen kağıdın asılı durduğu şeye yaklaştı, şekillerin ne olduğunu anlayamadı fakat bu yalnızca kısa bir süre içindi. Bir anda şekiller onun alışkın olduklarına dönüştü, kelimeler açığa çıktı.

  "Oku." Bir kıkırtı. "Yüksek sesle oku."

  Sesin talimatıyla okumaya başladı. "On sekiz eylül, iki bin otuz yedi." Durdu, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bu bir tarihti ama neyin tarihiydi bu? Devam etti. "Onlar artık yok. İsimlerini bile hatırlayamadığımız tanrılar hiçliğe karıştı. Gerçekten varlar mıydı yoksa tüm tarih bir uydurma mıydı?"

  Eros telaşla geri çekildi, yazı da onu duvarda tutan ahşap dört ahşap parça da gürültüyle yere düştü.

  "Hepiniz yok olacaksınız," dedi ses artık daha da yakınına gelirken. "Kimse sizi hatırlamayacak, sizin efsane olduğunuzu düşünenler bile sizi unutacak."

  Eros arkasını döndüğünde nihayet Cadı Dahlia'yı gördü. Kadının koyu renk uzun saçları çıplak bedenini tamamen örtse de masmavi gözlerini örtmemişti. Dudaklarında vahşi bir gülümseme vardı, belki de tatmin olmuştu.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now