S2- BÖLÜM 4: İPLER

Start from the beginning
                                    

"Az önceki havalı laflarınla denk olmaya çalıştım diyebiliriz." dedim sakin bir sesle.

"Eleanor Parker," derken sesi bir melodi gibi çıkmıştı. "Sen buradaki hiç kimseyle denk değilsin. Marcus Alaric Russel ile bile." Kaşlarım havalanırken tekrar durdum ve ona doğru döndüm.

"Adın neydi?" diye sordum birden. O da durdu.

"Elena." Başını dikleştirdi. Adından bile gurur duyuyor gibi duruyordu. "Elena Mickelson." Koyu mavi gözlerinden gurur ve kibir akıyordu şimdi. Tamam, bu duruma alışmıştım. En azındam alışmaya çalışıyordum. Bir anda aklıma dolanan anılar ile ağzım hafifçe aralandı. Bu kız Alissa ve Sarah'ı yenen ve ikisinin de sevmediği kızdı.

"Şu Elena..." dedim şaşkın bir sesle. Yüzümde geniş bir gülümseme belirdi. "Adını duymuştum."

"Tabii ki de." Dilimle dudağımı ıslattım. "Ben güçlü bir cadıyım. Buradaki birçok gereksizin aksine." Gözlerimin içine bakıyordu. Bu bana sözlerinden başka anlamlar çılarmam gerektiğini hissettirmişti. Ama hayır, bu laflardan herhangi bir şey çıkarma ihtimalim yoktu.

"Türlerin genel özelliği kibir olmalı, gölge soyundan gelmeniz falan değil." Bu yüzünde içten bir gülümseme belirmesine sebebiyet verdi. Hey! Ben gülümsemeler konusunda bir ustaydım! Gerçekle sahteyi ayırabiliyordum.

"Biz buna gerçekler diyoruz, Eleanor. Kendimi olduğumun aksine gösterecek değilim." Başımı iki yana sallarken hafifçe kahkaha attım. Etraftakilerin gözleri üzerine daha fazla sabitlendi. Elena'nın gözleri bununla birlikte etrafta gezindi. Gülümsemesi kendini bıraktı ve kendini keskin bakışlara bıraktı. Gerilen yüzü bakışlarını daha sert kılııyordu. Benim de gözüm etrafta turladı. Etrafta tanıdığım olduğu söylenemezdi. Meclis'te tanıdığım olduğu söylenemezdi.

Ama biraz oyundan zarar gelmezdi. "Güç... Kime göre neye göre şekillenir ki?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Gözleri kısıldı.

"İpler seni elindeyse güçlüsün demektir." Beni süzdü. Başını iki yana salladı. "İster alın ister alınma ama sen güçlü falan değilsin." Keskin dilinin beni yaralamasını umuyorlardı. Onlara umduklarını şimdilik vermek en iyisiydi.

Yutkunurken artık yüzümde buruk bir gülümseme asılıydı. "Alınmam." dedim kuru bir sesle. "İddia ettiğiniz şey olmam için daha çok yolum var."

Alaylı bir mimik oturdu yüzüne. "O yol bile senin değil." Karşımdaki kadın birçok kişinin aksine gerçeklerden korkmuyordu. Meclis'in dayattığı gerçeğin yansımasını dile getirmeyi tercih ediyordu.

İçime derin bir nefes çektim. Yüzümde bu sefer tüm burukluğundan arınmış bir gülümseme belirdi. Ona doğru bir adım attım. "En azından savaşıyorum. Öylece teslim olmuyorum." Omuz silkerken kıkırdadım. "Öyle ya da böyle."

Başını hafifçe eğdi. "Zavallıca."

"Eleanor yukarı gel." diyen Danny'nin sesi kulaklarımda çınladı.

Ben de başımı eğdim. "Kime göre neye göre? Sonum diğerleriyle aynı değil. Kimseyle aynı değil." Gerilerken gözlerinden gelip geçen şok ifadesine baktım. "Günün sonunda olduğum kişiyim. Bürünmek istediğim kişi değil." Ağzı hafifçe aralandı. Kaşları havalanan taraf o oldu. Arkamı dönmeden önce son kez gözlerine baktım. "Konuştuğun için teşekkürler. Şimdi gitmem lazım." Arkamı dönüp kapıya doğru yürümeye başladım. Kapıyı aralarken üzerimde sabitlenen bakışları hâlâ hissedebiliyordum. Merdivenleri olağanca hızla tırmandım. Koridora çıktığımda beni bekleyen Danny ile karşılaştım. Kaşlarım havalandı.

"Çok aptalca." dedi bana aşağılayıcı bir bakış atarak.

"Teveccühümüz. Sizlere yakışır olmak için çabalıyorum." deyip olmayan eteklerimi tutarak hafifçe eğildim. Bana sahte bir gülümseme gönderip hemen geri çekti.

GÖLGE KANIWhere stories live. Discover now