3. Bölüm: "Garcia ve Davies Aileleri"

Start from the beginning
                                    

Hazırlanmaları bittiğinde üçü birden giyinme odasından çıkmışlardı. Helen iki oğlanın ortasında yürüyordu ve aralarındaki gerilimi anında hissetmişti. Lucas ve Austin pek yakın olmasalar da Helen ikisiyle de oldukça yakındı fakat son zamanlarda Austin'le ciddi tartışmalara girmeye başlamışlardı. Bu tartışmaların başlıca sebebi Nancy Henderson'ın başına gelenlerdi.

Asansöre binmek için durduklarında Austin düğmeye basmıştı, gözleri Helen'in ve Lucas'ın üstünde şüpheyle geziniyordu. Kapı aralandığında ilk kendisi bindi. Lucas, Helen'e geçmesi için yol verdi ve ardından asansöre en son o bindi.

Austin kronografın bulunduğu kat olan F-7'ye bastı ve asansör bir anda sağa doğru hareket etti. Helen düşmemek için kuzeninin koluna tutunmak zorunda kalmıştı. "Senin derdin ne?" Kızın gözleri sorgularcasına oğlana bakıyordu. Yeni bir tartışma için kesinlikle hazırdı fakat bundan önce sakince konuşmak istiyordu.

"Nancy'i nasıl geçmişe götürdünüz?" Austin bunu belki de yüzüncü defa soruyordu, cevabını alana kadar da sormaya devam edeceği çok açıktı. "Bunun ne kadar sorumsuzca ve tehlikeli olduğunu siz ikiniz farkında mısınız?"

"Bizimle öğrencinmişiz gibi konuşmayı kes, Roberts."

Austin, Lucas'ı duymazdan gelerek devam etti. "Etrafımızdaki herkes tehlikede olabilir. Değer verdiğimiz insanlar zarar görebilir." Sesinde gizlemeye çalıştığı bir panik vardı. Helen bunu fark edebiliyordu. "Senin bu kadar paçalarını tutuşturan ne?" diye sordu Austin'in diğer söylediklerini duymamış gibi.

Asansörün kapıları açılmıştı. Bu sefer ilk Helen indi ve diğerleri peşinden inerek onu takip ettiler. Austin "Ben derdimin ne olduğunu söylersem, bana Nancy'i nasıl geçmişe götürdüğünüzü anlatacak mısın?" diye sordu.

Kız bir süre düşünüyormuş gibi yaptı, aslında arkadaşının mimiklerini izliyordu. Uzlaşmaya tamamen hazırdı ve çaresiz bir ifadesi vardı. "Evet." diye mırıldandı ama ona söylemeyecekti çünkü biliyordu ki bunu itiraf ettiği an profesörlerin kulağına gidecekti.

"Annabel 1600'lü yıllarda infaz edildiğine dair bir görü görmüş." Austin durduğunda Helen ve Lucas'ta durmak zorunda kaldılar. "Bakın öğretmeniniz gibi davranmak niyetinde değilim veya kendimi sizden üstün görüyor da değilim. Sadece endişeleniyorum. Başınıza gelen şey sizin de sırrını çözemediğiniz bir tesadüf müydü, yoksa bir şekilde bunun bir yöntemini mi buldunuz bilmiyorum. Ama bu her neyse yarattığı kaosu göremiyor musunuz?"

Helen'in omuzları aşağı düşmüştü. Kendini suçlu hissediyordu, Austin'in sözleriyle bu iyice artmıştı. Arkadaşının yanına adımlayarak onun gözlerinin içine baktı. "Böyle bir şey bir daha tekrarlanmayacak söz veriyorum. Anna'ya ya da bir başkasına zarar gelmeyecek."

"Bu görü ne o halde?" diye sordu Austin. Başını iki yana sallamıştı. "Bana söylemeyeceksin Helen, değil mi?" Kız sessiz kalınca "Ben de öyle düşünmüştüm." diye mırıldandı ve yürümeye devam etti.

Kronografın bulunduğu odaya geldiklerinde Bayan Grant onları bekliyordu. Bugünkü yolculuklarına çıkmalarına o eşlik edecekti. Kronografı 11 Mayıs 1920 tarihine ayarladı. "Ilık ve güneşli bir gün. İki saat vaktiniz olacak. Margaret Davies Londra'nın güneyinde oturuyor. Geçimsiz ve sert bir kadın, kanını vermemek için direnebilir."

Bayan Grant çocukları bilgilendirdikten sonra Helen parmağını kronografın ön kısmındaki küçük aralığa yerleştirdi. Parmağında hissettiği belli belirsiz acıdan sonra kendini eski bir köşkün önünde bulmuştu. Ondan hemen sonra Lucas ve Austin'de yanına gelmişlerdi. Kapıyı çaldıklarında genç bir kız onları karşıladı. Helen, Bayan Davies'in akrabaları olduklarını söyledi, kız onlara girişte beklemelerini söyledikten sonra ev sahibesine haber vermek üzere yanlarından ayrıldı.

"Büyük kuzenimizin zevki gözlerimi kanatıyor." Lucas, Helen'in kulağına doğru konuştu. Helen bulundukları yerden salona göz gezdirdiğinde kuzenine hak verircesine yüzünü buruşturmadan edemedi. Mavi beyaz duvar kağıdı salonu boydan boya kaplamıştı. Yerde soluk bej renginde bir halı vardı ve oldukça kirli görünüyordu -belki de renginden kaynaklı-. Kahverengi vitrinler, kristal vazolar, açık parlak yeşil sandalyeler... "Burada nasıl yaşanır ki?"

Çocuklar kendi aralarında konuşurlarken Bayan Davies merdivenlerden aşağı inmekteydi. Onun ayak seslerini duyunca yüzlerini o tarafa çevirmişler ve kadına gülümsemişlerdi.

"Siz de kimsiniz?" diye sordu kadın memnuniyetsiz bir ifadeyle.

"Bayan Davies, ben kuzeniniz Esther Bl... Davies'in kızı Helen'im. Yanımdaki de kuzenim Lucas Leandre, diğer-"

"Diğeri de bir Roberts değil mi?"

Austin ismini söylemek için ağzını açtığında kadın elindeki bastonu sallayarak onu susturdu. "Hiç başlamayın. Kanımı o bunaklara vermeye niyetim yok!" İndiği basamakları geri çıkmaya başlamıştı. Austin trabzanlara tutunarak "Bayan Davies lütfen aşağı inin ve konuşalım." diye seslendi.

Kadın üst kata çıktığında çocuklara kapıyı açan kıza bağırmaya başlamıştı. "Hiçbir akrabam benim ziyaretime gelmez ne diye aldın onları eve!"

Helen "Ah evet, ailemizin en sevdiğim özelliği." diye mırıldandı gülümseyerek. Ardından ses tonunu alçaltarak yanındakilere döndü. "Onu bayıltmazsak eğer kanını almamız mümkün değil."

"Bastonuyla yürüyen yaşlı bir kadını bayıltamam." Austin kafasını iki yana sallamıştı. Lucas "Ya ölürse?" diye homurdandığında Helen onlardan bir hamle gelmeyeceğini anlayarak kürk paltosunun içinden asasını çıkardı. Aynı yerden iğne ve tüp çıkartıp oğlanların eline tutuşturdu. "Her zaman olduğu gibi kirli işi ben hallederim." diye söylenerek üst kata çıktı.

O yukarı çıktıktan sonra Lucas eline tutuşturulan iğneye bakıyordu. Midesinin daha şimdiden bulandığını hissedebiliyordu. İğneyi Austin'e uzatıp "Kan göremem." dedi kısaca. Austin iğneyi onun elinden alırken "Çok cesursun." dedi kinaye dolu bir sesle. Helen'in peşinden yukarı çıkarlarken yüzünde kendini beğenmiş bir ifade vardı çünkü o kan görebilirdi ve hiçte etkilenmezdi.

Helen asasını Margaret Davies'e doğrultup "Stupefy!" dedi. Kadın baygın bir halde yere düşerken Austin hızla koşup onu düşmeden yakalamayı başarmıştı. Olanları gören ve ne yapacağını bilemeyen hizmetçi kız elleriyle eteklerini tutmuş ve bas bas bağırırken Helen bu sefer ona dönerek aynı büyüyü tekrarladı ve ek olarak "Obliviate." büyüsünü yaparak hafızasını sildi.

O esnada Austin yere yatırdığı yaşlı kadının kolunu açmakla uğraşıyordu. O kadar ince ve beyaz bilekleri vardı ki her an kırılabilecek gibiydiler. Yeşil ve mor damarları dışardan belli oluyordu.

Lucas, Bayan Davies'in kolunu ellerinin arasına alarak düz bir şekilde tutup kafasını yan tarafa çevirdi. "Hallettin mi?"

Austin elinde iğneyle öylece duruyordu. Yutkunarak "Hayır." diye mırıldandı. Az önce bunun çok kolay bir iş olabileceğini düşünüyordu çünkü aklına normal genç ve güçlü bir insanın kolu gelmişti.

Helen ikisine bakarak nefesinidışarı verdi. "Ben olmasam ne yapacaksınız?" diye söylenerek oğlanların yanınageldi ve yere eğildi. Austin'in elindeki iğneyi alıp kadının koluna sapladı.Lucas'ın elindeki tüpü de çekip alarak iğnenin ucuna yerleştirdi. "İşte bu kadar."

Mavros || Harry PotterWhere stories live. Discover now