"Maziyi unutun şehzadem, bunları düşünmeyin. Aklınızı bundan sonra olacaklara verin, savaş devam ediyor. Savaş asla bitmez yalnızca taraflar değişir, bundan böyle Şehzade Selim ve siz varsınız. Sizin savaşınız başlıyor artık." Ofladım.

"Sırası mı lala? Bırak da yasımı tutayım, bir müsaade et."

"Yas dediğiniz kırk gün sürer şehzadem. Kırk birinci gün yas biter, hayat kaldığı yerden devam eder."

Bir günün ardından tekrar saraya gelmiştik. Hünkarımızın dairesine doğru yürürken beni Sokullu Mehmet Paşa karşıladı.

"Yokluğunuzu fırsat bilen zorbalar Mihrimah Sultan'la Rüstem Paşa'nın sarayının etrafını sardılar şehzadem. Kan istiyorlar."

"İyiler mi?" diye sordum endişeyle.

"Çok şükür iyiler, sıhhatleri yerinde."

"Validemin vaziyeti nedir?" diye sordum çok ilgilenmiyormuş gibi görünmeye çalışarak. Ona hala kızgındım.

"Hadiseleri işitince Mihrimah Sultanımızın sarayına gitmeye kalkmışlar, zor da olsa saraya varmışlar."

"Mustafa ağabeyimin acısını bir tek ben yaşamıyorum elbet. Asker de ahali de kızgın, öfkeli. Öyle görünüyor ki Sokullu, sular kolay durulmayacak."

Sokullu bir şey söylemeyip başını eğince arkamı dönüp hünkarımızın dairesine girdim. Akşama kadar dinlendikten sonra akşam kitap okurken daireme validem geldi.

"Mihrimah'ın başına gelenlerden, benim yaşadıklarımdan haberin yok mu?" diye sordu kaşlarını çatarak.

"Mehmet Paşa anlattı," dedim bakışlarımı kitabımdan çekmeyerek.

"Demek haberdarsın ve bir geçmiş olsunu benden esirgiyorsun. O gafillerin canımıza kast etmesi umurunda değil, öyle mi?"

"Öyle olmadığını gayet iyi biliyorsunuz validem. Siz de Mihrimah da canımın bir parçasısınız fakat bu isyanlar da durduk yere çıkmıyor." Kitabı bırakıp ayaklanarak onun karşısına dikildim. "Siz, Rüstem Paşa, belki de Mihrimah, Mustafa ağabeyime kıyan o celladın ellerinden tuttunuz. Ona güç verdiniz. Ahali şimdi çileden çıktıysa kabahati biraz kendinizde arayın."

"Yanılıyorsun, asıl kabahat ağabeyin Mustafa'ya o yanlış akılları verenlerde. Onlar düşünsün."

"Kim düşünsün validem, evlat acısıyla yanıp kavrulan Mahidevran Sultan mı? Yoksa günahsız bir çocuk olan Mehmet mi? Gördüm validem, ikisini de gördüm. Ölmeden mezara girmişlerdi sanki, ruhları çekilmiş gibiydi."

"Ogeday ben-" Elimi kaldırarak onu susturdum.

"Kafi validem. Biraz daha konuşursam ağzımdan daha beter laflar dökülecek, biliyorum siz de altta kalmayacaksınız. O vakit birbirimizin yüzüne bakamaz hale geleceğiz."

*

Ertesi gün haremden geçip gidecekken Fatma Sultan ve Gülfem Hatun'la karşılaştım. Durup ikisine de selam verdim.

"İyi misiniz?" diye sordum merakla. Onların da ağabeyime çok üzüldüğünün farkındaydım.

"Nasıl iyi olalım Ogeday?" diye mırıldandı Fatma Sultan.

"Rahmetli Şehzademiz Mustafa'nın elli ikisi için Kur'an okutacağız, fakirleri doyuracağız," dedi Gülfem Hatun.

"Yardıma ihtiyacınız olursa her türlü desteğe hazırım." Gülfem Hatun başını salladı.

"Arslan şehzadem benim. Rahmetlinin acısı nasıl dinecek inan hiç bilmiyorum," dedi Fatma Sultan yere bakarak.

"Hürrem Sultan hünkarımızı nefretle beslemese, aklına fitne sokmasa, şehzademiz hala yaşıyor olacaktı. Biz de bu acıyı çekmeyecektik," dedi Gülfem Hatun gözlerimin içine bakarak.

İktidar Oyunları | ognis.Where stories live. Discover now