Elindeki çıraları bir anda bıraktı ve eli yüzüme doğru geldi. Rüzgardan uçuşan saçlarımı yüzümden çekti, kulağımın arkasına sıkıştırdı. Nefes almakta zorlandığımı hissettim. Açık havada olmamıza karşın, oksijenim tükenmiş gibiydi. Bana neden bu kadar yakındı ve niçin şu an parmakları tüy gibi bir dokunuşla çenemi okşuyordu?

"Şehzadem," diye mırıldandım.

Geri çekilmesini istiyordum. Bahçedeydik, etrafımızda bir sürü hatun vardı ve her an daha fazlası gelebilirdi.

"Yanaklarının al al olmasının sebebi ben miyim?" diye sordu. Yüzünde haylaz bir gülümseme vardı ve bu gülüş, kalbimin erimesine neden oluyordu. Kalbim eriyormuş ve parmaklarının arasından, yere, ayaklarının ucuna dökülüyormuş gibi hissediyordum.

"Hümaşah, ne yapıyorsun burada yalnız başına?"

Mihrimah Sultan'ın sesini duymamla on dakikadır atamadığım o adımı attım ve geri gittim. Kardeşi ve beni bu kadar yakın görmesi doğru olmazdı. Sadece onun değil, kimsenin görmesi doğru olmazdı ama kardeşinin umurunda değil gibiydi. Zaten onun ne umurundaydı ki?

"Mektepteyim validem."

"Ne mektebiymiş bu, Mahnisa ablan nerede?"

"Orada," dedi Hümaşah ve bize dönerek olduğumuz yeri işaret etti. "Ogeday dayım ile yaprak topluyorlar."

Mihrimah Sultan da kızıyla beraber bize döndü. Kardeşini gördüğünde gülümsedi. Bu sırada ben de avucumda sıkmakta olduğum yaprakları serbest bıraktım. Biraz önce stresten avucumu sıkmış ve yaprakları içine hapsetmiştim. Bir de heyecandan ellerim terlediği için yapraklar biraz nemliydi.

"Ogeday, döndüğünüzü söylemişlerdi. Niçin erken döndünüz, bir şey mi oldu?" diye sorarak yanımıza geldi Mihrimah Sultan.

"Evet. Mustafa ağabeyimin Amasya yolunda eşkıyalar önünü kesmiş. Ağabeyimde ve Mahidevran Sultanda bir şey yokmuş lakin gözdesi vefat etmiş."

"Gebe olan," diye mırıldandı Mihrimah Sultan. Üzülmüş görünüyordu.

"Babam da çok sinirlendi ve dönmek istedi. Bu işin arkasında kimin olduğunu tatkik ediyorlar Rüstem Paşa ile."

"Rüstem bulur eminim."

Mihrimah Sultan'ın emin sesine Şehzade Ogeday gözlerini devirdi. Bu tepkisine kıkırdamak istedim ama Mihrimah Sultan'a saygısızlık etmemek için ifademi sabit tutmaya çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı.

"Siz ne yapıyordunuz burada?" diye sordu Mihrimah Sultan konuyu değiştirmek için.

"Hümaşah ile oynuyorduk," diye yanıtladım onu. Bana dönüp gülümsedi.

"Hümaşah, Ogeday dayısını çok özlediğini söylüyordu bugün. Senin de Mahnisa ve ona eşlik etmen güzel olmuş."

"Ederim tabii ki lakin bir hayli yorgunum. Artık ben de Selim gibi odama çekilsem iyi olacak, uzun yoldan geldik malumunuz."

Başımı salladım. Başka bir şey söylemeden saraya doğru yürüdü. Gitmeden önce bana dönüp gülümsemeyi ihmal etmemişti. Ne kadar güzel güldüğünden bahsetmiş miydim? Acaba hep bu kadar güzel mi gülüyordu yoksa yeni mi başlamıştı?

"Gel benimle."

Mihrimah Sultan'ın sesini duyduğumda onu takip ettim. Hümaşah'ı, ona hizmet eden kızlarla birlikte bahçede bırakıp biz de Şehzade Ogeday'ın arkasından saraya girdik.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla.

"Valideme."

Bunun üzerine başka bir şey sormama gerek yoktu. Şehzade Mustafa'nın olayında Hürrem Sultan'ın parmağının olup olmadığını öğrenmeye gidiyor olmalıydık. Bence vardı ama o tabii ki inkar edecekti. Kendi kızı bile olsa, böyle bir şey nasıl söylenirdi ki? Mihrimah Sultan da onun gibi ağabeyinden nefret etse, belki söylerdi ama o ağabeyini bu kadar severken Hürrem Sultan'ın bunu kabul edecek hali yoktu.

İktidar Oyunları | ognis.Where stories live. Discover now