Çalıların arasından geçtikten sonra biraz ileride tek başına ok talimi yapan Şehzade Ogeday'ı görmemle kendi kendime gülümsedim. O, benim farkımda bile değildi. Heybesinden çıkardığı okları atıyordu. Ben ona yaklaşırken belli belirsiz gülümsediğini gördüm. Geldiğimi anlamış olmalıydı ama benden tarafa bakmıyordu. Attığı ok isabeti tam orta yerinden vurduğunda alkışladım.

"Tebrik ederim şehzadem, çok isabetli attınız."

Bana döndüğünde yüzündeki gülüş büyümüştü. Yayını indirip yanıma doğru yürüdü. Ortada buluştuğumuzda ikimiz de iyice sırıtıyorduk.

"Kendimi bildim bileli ok atıyorum."

"Ben de ok atmada fena değilimdir," dediğimde kaşları şaşkınca havalandı.

"Sen mi? Bir sultanın ok atmada iyi olduğunu ilk defa duyuyorum. Kılıç da kullanabiliyor musun?" diye sorduğunda başımı salladım. Beni niçin küçümsüyordu ki?

"Babam olur da kendimi korumam gerekir diye birkaç numara göstermişti. Sizin kadar olmasa da, biraz kullanabiliyorum." Hala şaşkındı ama yüzündeki hayran dolu bakışları da saklamıyordu. Onu böylesine hayran edebildiğim için mutlu oldum.

"Bir ara talim yapıp marifetlerini görmek isterim," dediğinde hevesle başımı salladım.

Kendimi ne kadar anlatırsam anlatayım kendi görmeden iyi olduğumu kabul etmeyecekti. Ona göre ok atmak ve kılıç kullanmak şehzadelerin işiydi, sultanlar sadece haremde oturup el işi işlerlerdi. El işinde de fena değildim ama ok atmakta çok daha iyiydim ve zamanı geldiğinde bunu ona gösterecektim. Beni küçümsediği için utanacaktı hatta.

"Sen burada olduğumu nereden bildin?" diye sordu ve cevabımı beklemeden heybesinden bir ok daha çıkarıp uzağımızdaki ağaca nişan aldı.

"Burada olduğunuzu bilmiyordum. Şehzade Cihangir ile dolaşmaya çıkmıştık lakin o yorulup içeri girdi. Ben de dolaşırken sizi görüp selam vermek istedim." Okunu atıp tekrar isabet ettirmesiyle gülerek bana döndü. Ben de aynı şekilde gülerek ona karşılık verdim.

"Cihangir çabuk yorulur, ona böyle konularda güvenme. Yalnız dolaşmak istemezsen, beni çağırabilirsin." Ben başımı sallarken o yüzünü buruşturdu. Çok ileri gittiğini düşünmüş olmalı ki "Veya Mihrimah'ı," diyerek devam etti.

İki okunu da isabet ettikleri yerden çekip çıkardı ve tekrar heybesine koydu. Ardından yanıma geldi. Birlikte saraya doğru yürümeye başladık.

"Duyduğuma göre ağabeyleriniz de gelecekmiş," dedim konu açmak için.

"Evet. Mustafa ağabeyimi görmeyeli çok uzun zaman oldu, onu öyle özledim ki. Gelince sen de onunla tanışırsın ve eminim ki onu pek seversin." Heyecanla konuştuğunda bu heyecanına kıkırdadım ve başımı salladım.

"Peki ya öbür ağabeyiniz? Şehzade Selim'i de özlediniz mi?" diye sorduğumda yüzündeki gülüş soldu. Acaba çok mu ileri gitmiştim?

"Özledim tabii ki, ağabeyim o benim. Lakin o beni özledi mi, o konuda şüpheliyim," diye mırıldandı.

"Niye özlemesin ki? Siz de onun kardeşisiniz."

"Evet, öyleyim. Lakin çocukluğumuzdan beri aramızda bir rekabet var. Yaşlarımız birbirine çok yakın olduğu için herhalde. Mehmet ağabeyim öldükten sonra, validemin en büyük şehzadesi olduğu için burnu pek havada gezmeye başladı. Ama ağabeyimiz Mustafa'yı hiç hesaba katmıyor. O varken taht Selim'e düşer mi hiç?" Kaşlarımı çattım.

"Böyle düşünüyorsanız, tahta kendinizin de çıkmayacağını düşünüyorsunuz demektir. Doğru mu anladım?" diye sorduğumda başını salladı.

İktidar Oyunları | ognis.Where stories live. Discover now