"Bilmem, Makbule mesela. O biliyor mu?" diye sorduğunda bir süre düşündüm.

Benden bir cevap gelmediğinde arkasını dönüp bana baktı. Cevabımı merak ediyor gibi görünüyordu. Ona doğruyu mu söylemeliydim yoksa yalan mı? Hangisinin daha çok işime geleceği hakkında hiçbir fikrim yoktu ve Barış sorgulayan ifadesiyle bana baktıkça olduğumdan da çok geriliyordum.

"Evet, biliyor," diye mırıldandım en sonunda. Zaten bu kadar çok bekledikten sonra hayır desem de inanacağını düşünmediğim için gerçeği söylemiştim.

"Ne dedi peki? Ya da şöyle sorayım, kapıma dayanmasına nasıl engel oldun?" Omuz silktim.

"Düşündüğün gibi büyük bir tepki vermedi, aksine bunun bir işaret olduğunu düşündüğünü söyledi." Kaşlarını çattığında bana inanmadığını anladım ama yine de yalanıma devam ettim. "Benim gerçek aşkımın sen olduğunu, bunun da bizi tekrar bir araya getirmek için karşıma çıkan bir fırsat olduğunu söyledi. Ben de haklı olup olmadığını anlamak için buraya geldim işte."

Birden yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı. Ben de tebessüm ettim. Bana inanıyordu, ne kadar da zavallıydı. Böyle bir hikayeye inanacak kadar aptal olmasını beklemiyordum ama gayet yutmuş gibi görünüyordu. Ya kendisi fazlasıyla aptaldı ya da beni çok aptal sanıyordu. Hangisi olduğunu iste kaç aydır çözememiştim.

"Onun böyle düşünmesine çok sevindim. En yakın arkadaşın bile benim senin gerçek aşkın olduğumu söylüyorsa, sen niye direniyorsun bebeğim?"

Bana doğru geldi ve elini belime atarak beni kendine çekti. Kendini bana bastıracağı sırada yaşadığım tiksintiyle onu iterek masadaki sandalyelerin birine oturdum. Bozulduğu belli oluyordu ama bana belli etmemeye çalışarak arkasını döndü. Sinirlenmiş gibi de görünüyordu. Böyle her bulduğu anda bana yapışacaksa gerçekten işimiz vardı. Hemen şarap içip uyusaydı keşke. Böyle kaçma kovalamacayla bu gece nasıl geçecekti ki?

Makarna tabağını önüme sertçe bıraktığında başımı kaldırıp ona baktım. Yüzü ifadesizdi. Biraz önce onu itmiş olmama düşündüğümden daha da sinirlenmiş olmalıydı. Muhtemelen buraya geldiğim için eskisi gibi olmamı falan bekliyordu ama bunu anca rüyasında görürdü. Zaten planımız olmasa bu kapıdan içeriye adımımı dahi atmazdım, şimdi de zor dayanıyordum onun yanında ve evinde bulunmaya.

Tahmin ettiğim gibi makarnanın yanında şarap getiriyordu. Kendince beni içirip hafif sarhoş yapacaktı. O zaman ona direnmeyeceğimi, hatta gecenin sonunda sevişeceğimizi falan düşünüyor olmalıydı. Bacak arasına tekme atmamak için zor durduğumu bilse de bu kadar rahat olabilir miydi acaba?

Kendi tabağını ve şarabını da koyduğunda karşıma oturdu. Artık zorlu aşama bitmiş sayılırdı, planın ikinci safhasına geçebilirdim sonunda. Barış çatalına makarnaları doldurmaya başladığında şarabımdan büyük bir yudum aldım. Bu bana iyi gelecek, yaralarımı saracaktı.

"Telefonum mu çalıyor, çaldı da sustu sanki. Sen duydun mu bir ses?" diye sordum Barış'a merakla.

Bir süre evi dinledikten sonra başını iki yana salladı. "Ben bir şey duymadım, hala da duymuyorum. Telefonun yanında değil mi senin?" diye sorduğunda başını iki yana sallama sırası bendeydi.

"Yok ya cebimde kötü duruyor diye çantama atmıştım, kaldı orada öyle. Sen kapıya daha yakınsın, getirebilir misin rica etsem?" En tatlı olduğunu düşündüğüm gülümsemelerden birini takıp ona baktım. Gülerek ayağa kalktı.

Fazla vaktim yoktu, bu yüzden acele etmeliydim. Kotumun cebinden küçük ilaç kutusunu çıkardım ve içinden mercimek tanesi büyüklüğündeki ilacı alıp karşımdaki Barış'ın şarap kadehinin içine attım. Geri koyacağım sırada kesin olsun diye bir tane daha attım. İyice karışsın diye elimle kadehi taşırmamaya özen göstererek biraz salladım.

uzak yol. | ognisWhere stories live. Discover now