"hey, iyi misin?"
sesi çok kibardı bana seslenen kişinin.
ona dönmeden önce midemin acıması ile akan göz yaşlarımı sildim ve ayaklandım.
"beni rahat bırak."
suratına bakmadan yanından geçmek istiyordum sadece, sesi kadar nazik olan parmak uçları son anda bileğimi yakalamasaydı, tek istediğim bu sikik yerden kaçıp gitmekti. lütfen, bırak beni.
"üzgünüm, iyi olduğunu görmeliyim."
az önceki adamdı. göz göze geldiğim. haftalardır kendimi dağıtmaya izin vermememe rağmen bunu tek bakışla sağlayabilecek kadar güçlü hisler ile gözlerimin içine bakan adam.
halbuki ben.. birkaç hafta önce çiçekli taçlar takıyordum ya, ne ara yeniden düştüm kendi zihnime? neden her şey çok hızlı değişiyordu kafamın içinde?
"git, bırak beni." bileğimi sertçe onun parmaklarından kurtardım ve hızlıca sokağın çıkışına yürümeye çalıştım. midem acıyordu, dudaklarım yanıyordu, ateşim çıkmıştı ve hava soğuktu. canım yanıyordu, her yerim. bedenim, ruhum acıyordu ve beni tetikleyebilecek tek şeyin ondan gördüğüm gibi bir bakış olduğu gerçeği tam şu anda çok sert bir şekilde yüzüme çarpmıştı. vücudumun titrediğini hissedebiliyordum. eve girmek istiyordum, tek istediğim yatağımın içine girip uyumaktı. uyumak istiyorum, uyumak, acilen uyumalıyım. uyumazsam, canımı yakacağımı hissediyordum. canımın yanmasını istemiyordum.
ne fayda! kabusların sana cehennemin ön gösterimi ya!
hiç tatmadığım şey değildi bu his, birinin seni anladığını bilmek. keşke tatmasaydım, bunu üzerimden atamıyordum. beni anlamayacaklarını biliyordum, beni bir tek o anlayabilirdi. ama artık yoktu, değil mi? ne kadar çabalarsam çabalayayım, uyanmayacaktı. geri gelmeyecekti. beni her gün insanlara kötü davranmak zorunda bırakmıştı, beni kaba birine dönüştürmüştü. gitmişti. hayatıma insanları almaktan çekineceğim bir yerdeydim artık. tek bir adım attığım an o uçurumdan düştüğüme de mutlu olacaktım. ben zaten bunu beklemiyor muydum? beni tetikleyecek bir şey. bir neden, gitmek için tek bir neden. sadece bir.
eve girişim, bir bardak viskiyi içip çok geçmeden tekrar kusmam ve yatağımın içine ağlayarak girişim. berbat haldeydim.
sen her zaman berbat değil misin ki?
gerçek iyiliği biliyordum. dünya üzerinde en temiz kalbi olan insan ile birlikte büyüdüm ben yıllarca. gerçek iyiliği birinin gözlerine baktığım an anlayabilirdim. o kapkara gözleri olan adam iyi biriydi. gerçekten anlamıştı, gerçekten iyi olup olmadığımı merak etmişti ve ben buna çok uzun bir süredir denk gelmiyordum. bana kaybettiğim her şeyi anımsatmıştı, bu yüzden korkmuştum. ona iyi olmadığımı söylesem, belki benimle oturup bir kaç içki içerdi?
hayır, kimseye ihtiyacın olmamalı. sen kimseye değer veremezsin.
kendine dahi değer veremeyen bir çocuk, başka birine değer veremezdi. evet. ben bu gece, tek odalı apartmanda, soğuk yatağın içinde yalnız başına ağlamak zorundaydım. yıllarca böyle yaşamıştım. bir kaç sene daha idare edemez miydim?
sözümü tutmak zorundaydım.
şimdi gidemezdim.
ben anlayışlı biri de değildim. insanları beni anlamalarını da beklemedim hiçbir zaman. dedim ya, bir istiyor bir istemiyordum. gariptim işte. bir şeyleri anlatmadan kimsenin beni anlama lüksü yoktu, zorunda değillerdi-ki bunu gerçekten istemiyordum. benden uzak durmalarını istiyordum sadece. komplekslerimden kaynaklanmıyordu bu istek, hayır. ya da gençlik bunalımında değildim. genç olmamıştım ya zaten hiç, 15 yaşlarında büyümeye zorlandığımdan dolayı kocaman bir adamın ruhunu taşımıştım bunca yıl. belki de hala çocuktum, belki de gerçekten komplekslerim vardı ve ben yanıma, hayatıma kimseyi almayarak kendime kötülük ediyordum ama inanın, umurumda değildi. benden uzak durmalarını bir tek kendim için istemiyordum, bir bakıma iyi biri mi sayılırdım? yani, benim gibi bir enkazın herkesi paramparça edeceğini, en azından gerçek iyiler varsa-onları üzeceğimi biliyordum. ben halimden memnun muydum? işte bundan emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
borderlines, yeonbin
Fanfiction"sınırlarında gezmeden yapamıyorum yeonjun, en çok sınırlarına düşüyorum."
