barmenlerden birisi çoktan yanımda duran ufak tabureye viski şişesi bırakmıştı.
"bugün erken gelmeni neye borçluyuz?"
beni.. beni sadece rahat bırakamazlar mıydı?
"ölmeyi başaramadım, o yüzdendir."
üzerime daha fazla gelmediğinde hafifçe omzumun üzerinden ona baktım. suratında beni yargılayan bir bakış vardı ve bu bakışı o kadar çok görmüştüm ki artık bozuk sistemime işlemiyordu insanların zararlı sempatileri. ona sahte bir gülüş verdim ve önüme dönüp arkamda her zaman benimle senkronize bir şekilde çalmaya başlayan gitariste başlaması için işaret verdim. zaten kapılarda şimdi açılmak üzereydi.
"falling on back to the borderlines,
darling, why can't you see,"
kimsenin sesimi beğenip beğenmemesi umurumda değildi, ben şarkı söylerken her zaman önümde biriken kalabalığı, keyif alan gözlerini görmeyi istemiyordum. gözlerimi kapatma sebebim de buydu. elimde olsa buraya çıkıp şarkı da söylemezdim ben aslında, bu kadar cesaretli biri değildim ben. bir kaç ay öncesinde olsaydım, kesinlikle bu kalabalığın içinde atak geçirip ülkeyi terk ederdim fakat paraya ihtiyacım vardı. yaşamak istemeyen birinin yaşamak için para kazanmak için bu hayatta yapmayı tek sevdiği şeyi insanların önüne atması da çok ironikti gerçekten.
yaşamak istemiyorsan neden gitmiyorsun? sana yardım ederim, konuş benimle.
sorumluluk sahibi olmadım hiçbir zaman, içer, insanlara boş yere bulaşmadan evime giderdim ve yine içerdim. uyuyakalıp, akşama doğru uyandığımda bir kaç saat baş ağrım yüzünden hareket edemez; sonra dışarıya çıkıp akşam yeniden içmek için günü bitirmeye çalışırdım. bazen de dünyanın en mutlu insanı olurdum, o günlerde hep pizza yerdim. kendime ödül işte, çokta derin bir anlamı yoktu hediyelerin gözümde.
bomboş bir hayatım vardı işte.
ben yaşamaktan yorulduğum halde, hala her gün o yataktan bu berbat dünyaya çıkıp, biraz daha berbat hale getiriyorsam etrafı, bunun tek sebebi bir gün uyanacağı günü umut ile beklediğim kişiydi. hoş, son günlerde buna bile gücüm kalmamıştı.
"you're holding a map of you and i,
but can you find the road straight to me?"
25 yıldır zaten her şey ile tek başıma savaştığımdan dolayıydı belki de, bilemiyorum--ben, bilmiyorum sadece.. yalnızdım, bunu biliyordum ama. yalnız olmalıydım.
bu şehir seni çok küçük hissettiriyor, bir milyon insan var bu şehirde ama sen tek ses çıkarmadan çığlık atabilirsin değil mi?
görmezden gelmeye çalıştım yine konuşan zihnimi. beni mahvediyordu, bütün tüylerim diken diken olmuştu, kötü bir his kapladı her yanımı. şarkının sonuna gelirken, ilk defa gözlerimi açtım. sesimi seven insanların olduğunu bilirdim hep, ben umursamasam dahi her gün aldığım yılışık iltifatlardan dolayı bu aklımın, berbat zihnimin bir köşesindeydi hep. ama biraz ileride, arkadaşları ile ayakta dikilen adamın gözlerini görmek bana iyi gelmemişti. midem bulanıyordu, bir kaç kelimem kalmıştı fakat şarkıyı bitirecek gücü bulamıyordum kendimde, gözleri simsiyahtı. çok korkutucu bakıyordu. o—anlar gibi.
"under your veins, just hold me tight,
don't leave me stranded on the borderlines.."
şarkı bittiğinde o kadar hızlı bir şekilde ayağa kalkıp o sahneden indim ki, ben kalktığımda yere düşen ayaklı mikrofon yüzünden ufak barın içinde tiz bir ses çıkmıştı ve alkışlar yavaşça azalmıştı. kendimi kapının önüne nasıl attığımı, ara sokağa girip evde son içtiğim viskiyi kustuğumu anlamamıştım. canım yanıyordu. sadece bir kişi ile göz göze geldiğimde bu kadar aciz bir hale düşecek kadar güçsüz olduğumu hiçbir zaman düşünmemiştim. ben ne olursa olsun dayanmıştım bir şekilde, her şeye. neden..
YOU ARE READING
borderlines, yeonbin
Fanfiction"sınırlarında gezmeden yapamıyorum yeonjun, en çok sınırlarına düşüyorum."
