Merdivenleri sonunda indiğimizde kapıya yaklaştığımız anda iç çekmeme engel olamadım. Bu hareketim Arthur'un dikkatini çekmiş olsa da sessiz kaldı. Biraz önceki sorudan dolayı iç çektiğimi düşünmüş olmalıydı. Bu sebeple onun soru sormamasını verdiği rahatlıkla açık kapıdan çıktım. Karşımda duran farklı armalı şövalyelere doğru ilerledim. Onlara çok yakın durmadan, "Efendiniz burada iki hafta kalacak, size de bu süre zarfında Jones malikânesine dönebilirsiniz." sözlerimle birbirlerini izlediler. "İçinizde bir tereddüt oluşmasın, Rodney Düşes'i olarak efendinizin güvenliğinden bizzat sorumlu olacağım. Bunu Dük Rusell ve Kont Jones..."

"Sözünüzü kestiğim için beni bağışlayın Düşes ancak, Hanımımızı burada yalnız bırakamayız." tek kaşımı kaldırarak arkada duran tanıdık yüze baktım. Bu adamı daha önce nerede görmüştüm acaba? Kimin yanında? Çok tanıdık ancak yüzü çok yaşlı duruyor, belki geçmişte daha gençken görmüş olmalıyım.

"Sen kimsin de Düşes'imizin sözünü kesiyorsun!" sesiyle öne çıkan Arthur'a baktım. Elini kılıcına koymuş çekmeye hazırlanıyordu. Arkamı döndüğümde diğerlerinin de pek bir farkı yoktu. Onlara engel olmak istesem de başta yapacağımın kendimi küçük göstermekten farkı olmayacaktı. Onlar kılıcını çektiğinde yüzümü olabildiğince duygusuz şekilde göstermeye çabaladım.

"Kont Jones... Ah, pardon! Dük Rusell size pek terbiye verememiş anlaşılan! İçerideki efendin gibi ben de senin Düşes'inim!" ona doğru ilerledim. Bunu yaparken Arthur'un elinden kılıcı aldım. Yere çarpan kılıç sesi ve sürüklediğimdeki çıkan sinir bozucu sesiyle yüzleri ekşidi. Buna gülümseyerek, "Rodney topraklarından sağ salim çıkmak gibi bir niyetin..." susup hepsinin yüz ifadesini izledim. "Niyetiniz varsa terbiyeli olmak zorunda olduğun bir Düşesim! Şimdi emrime uyun ve geri çekilin yoksa Düşes'e ve Dükkalığıma yaptığınız saygısızlıktan kellenizi, sizi eğiten efendinize gönderirim!"

"Düşes Rodney..." bana saygısızlık yapan adam öne çıkmak istedi. Ancak yanındaki şövalye onu tutup önümde diz çökmesini sağladı. Hemen sonra da kendisi de diz çöktü. Onun hareketiyle diğerleri de aynısını yaptı.

"Bu şövalyeyi bağışlayın Majesteleri Düşes, Jones malikanesine yeni geldi ve ben onu düzgün eğitemedim. Benim yetersizliğimi ve bu adamın saygısızlığını bağışlayın." sözlerine karşı tek kaşımı kaldırdım. Hemen sonra da arkamı dönüp elimdeki kılıcı Arthur'a uzattım.

"Şimdilik bağışlandınız ancak yüzlerinizi unutmayacağım ve..." elimden alınan kılıçla onlara döndüm. "Rodney ailesinden bir hizmetçiye bile bir sorun çıkardığınız anda kellerinizi bizzat kendi ellerimle alacağım!" sesimin duygusuz çıkmasını sağladım. Beni duyduklarında biraz önceki şövaleye kafasını tamamen eğdi.

"Düşesin bize sunduğu merhamet için müteşekkiriz." onlara daha fazla bakmadan tekrar önümü dönüp açık kapıya ilerledim.

"Onlara eşlik edin." sözlerini yanından geçtiğim şövalyelere karşı söyledim. Beni duydukları anda kafalarını eğip yüksek sesle onayladılar. Ben ise onları dinlemeden içeriye geçtim. İçeriye girmemle merdivenlerden inen onu gördüm. Üzerinde geniş düğmelerinden birkaçı açık olan bir gömlek vardı. Ona bakınmayı bırakıp doşarıdaki adamları düşündüm. Arthur da arkamdan içeriye girdiği anda ona olan ilgimi tamamen arkamdan gelen bu şövalyeye verdim. "Bana karşı çıkan adam, ona dikkat etsinler."

"Onunla ilgili bir sorun mu var Düşes?"

"Emin değilim, o adam... Bana bir yerlerden tanıdık geliyor ve bu tanıdıklık pek de hoş bir düşünce vermiyor bana!" sesimdeki, o tehlikeli hissine engel olamadım. Nereden tanıdık geldiğini bilmiyorum ama tanıdık, fazlasıyla korkunç bir tanıdıklık! Nerede gördüm ben bu adamı? Boğazım kesildiğinde bile o kadar kormuş hissetmemiştim ama bu adamı gördüğümde içimde neden siz bir korku doğdu!

Dük'ün Üçüncü Gelini | TamamlandıWhere stories live. Discover now