İşkence

38 2 0
                                    

Tekrar kendime gelmeye başladığımda vücudumun her yeri ağrıyordu. İşkenceye dayanmak zordu. Ama ne olursa olsun onlara kendimden ve kim olduğumdan bahsedemezdim. Ailemi tehlikeye atamazdım. Muhafızların soruları asla bitmezdi, her şeyi öğrenirlerdi. Devletle ilgili bilgilerden, kasabadaki muhafız sayısına, sınırı geçiş yolarımıza ve ailemize kadar her şeyi sorarlardı. Çoğu insan konuşmak istemezdi ama askerlerin acıması yoktu. İşkenceler aylar boyu sürebilirdi ve en sonunda kurtulmak için yakalananlar bildikleri ne varsa anlatırlardı. Bizim ülkemizde ise konuşan esirlere hain gözüyle bakılırdı. En şerefli şey yakalandıktan sonra ölünceye kadar susmaktı. Bazen muhafızlar esirlerin işini kendileri bitirmezler ve onları ormandan geri yollarlardı ülkeye. Ülkeye esir olup dönebilen bir kişi her şeyi anlattığı için toplum tarafından artık kabul görmezdi. Tek başlarına ölürlerdi, aileleri bile onları kabul etmezdi. O yüzden esir düşenler genellikle geri dönmezdi. Bir şey anlatmadıkları için en sonunda ya işkenceden ölürlerdi, ya da anlattıktan sonra muhafızlar tarafından acımasızca öldürülmüş olurlardı.

Ben de sonumu biliyordum, burada ölecektim. Benden sonra Eva ve annem ne yapacaklardı peki? Ya da April Teyze ve çocuklar. Onlar da ölmüş olacaklardı zaten bir şekilde. Her şeyi anlatıp beni geri göndermeleri için yalvarsa mıydım? Döndükten sonra bir şekilde onlara yardım etmeye devam edebilirdim. Sonra kesin bir şekilde reddetti aklım bunu. Eğer onlara bir şey anlatırsam, aileme dair bir şey öğrenirlerse hepsinin hayatı zaten tehlikeye girmiş olacaktı. Bunu göze alamazdım. Ya da bugüne kadar büyüdüğüm kasabaya, insanlara ihanet edemezdim. Konuşmayacaktım, canımın çok yanmamasını diledim.

İçerisi karanlık sayılırdı, sadece tepede bir ışık tüm odayı aydınlatıyordu. Anlayabildiğim kadarıyla yerin altındaydık. Hiç pencere yoktu. Üç kişi vardı odada bekleyen. Uyanmamı bekliyorlardı sanırım devam etmek için. Bir tanesi bana şok veren grubun lideriydi. Acımasız bakışları vardı, sımsıkı kilitlediği ağzı ve iri vücut yapısıyla çok korkutucu görünüyordu. İnsanın normal zamanda bile ondan çekinmemesi garip olurdu. Bu işten zevk aldığı belliydi. İnsanların çığlıklarını duymak ve onlara acı çektirmek hoşuna gidiyor olmalıydı. Yanındakiler de uyandığımdan beri gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı. Bir tanesi yanıma geldi. Saçlarımdan tutup beni kendine çekti:

"Nasıl, güzel rüyalar gördün mü?" dedi sırıtarak. İstemsizce çığlık attım. Saçlarım çok acıyordu. Diğeri de yanıma geldi. "Baksana ne kadar güzel!" dedi yanağıma dokunarak. Kendimi geriye çektim yapabildiğim kadar. Gözyaşlarım yanaklarımdan akıyordu artık. Kendimi çekmeme sinirlendi yanağıma dokunan adam tokat atması uzun sürmedi.

"Aa, ağlama ama, hemen pes ettin sen de, ben de senin daha güçlü olacağını düşünmüştüm" dedi saçımı tutan adam. Grubun lideri olduğunu düşündüğüm kişi araya girdi.

"Tamam şimdi rahat bırakın, biraz toparlansın ve yemek yesin. Hemen ölmeni istemeyiz değil mi?" değil mi dedi bana eğilerek. Kendimi geriye çekmeye çalıştım, ama bu zincirler hareket etmeme engel oluyordu.

"Hem zaten birazdan Eager da gelir bakalım ona kaç dakika dayanabileceksin narin kız?" dedi. Daha ne olabilir ki diye düşünerek ürperdim. Liderleri gelip zincirleri çözdü ve beni yere oturttu.

"Sakın bir numara yapmaya kalkma, seni buna pişman ederiz!" Önüme bir kâse yemeğe benzer bir şey koydular. Yanında da bayat bir ekmek vardı. Bir parçaydı. Doymamı istemiyorlardı, sadece ölmeyeceğim kadar yediriyorlardı. Ellerim çözülmüş bir şekilde yerde otururken ne zamandır kayıp olduğu düşünüyordum. Bir gün olmuş muydu? Annemler kim bilir nasıl telaşlanmışlardı. Bu adamlardan ölesiye korkuyordum ve bunun için kendimden utanıyordum. Biraz daha cesur olmalıydım. Ölmeye hazır hissetmemek de ne demekti böyle? İşkencelerden korkuyordum, canımı yakmalarından korkuyordum. Ben öylece yere bakarken kenarda duran adamlardan bir tanesi yine saçlarıma yapıştı "Ye şunları" diye haykırdı. "Onları bizim boğazına tıkmamızı istemezsin değil mi?"

Ekmeği ucundan ısırmaya başladım. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Aslında karşılarında cesur görünmem gerekiyordu, ama işte ben bir insan en fazla nasıl korkabilirse öyle korkmuş görünüyordum. Ekmeği yutamıyordum. Boğazım kupkuruydu ve yutmaya çalışırken yanıyordu. "Su" diyebildim güçlükle. "Oo, ilk defa konuştu" dedi bir tanesi. Bana kenardan bir bardak su uzatmıştı. Bardağı aldım, ellerim titriyordu. Suyu içerken yarısını yere döktüm. Ben bu insanlara hiçbir şey yapmamıştım ki. Hayatım boyunca hiç kimseye zarar vermemiştim. Bunları neden yaşıyordum öyleyse?

Bir anda dışarıda konuşma sesleri duydum. Yiyormuş gibi yapmaya devam ediyordum. Gözlerim bir kaçış yolu arıyordu. Buradan kaçmaya imkan yoktu. Bir erkeğin sesinin yükseldiğini duydum. Kapı hiddetle açıldı ve içeri iri yapılı, omuzları geniş bir adam girdi. Kim olduğunu göremiyordum çünkü içeri giren ışığa gözlerim alışamamıştı. Ama yapısından anladığım kadarıyla bu Eager dedikleri kişi olmalıydı. Şimdi grubun lideri bile köşeye geçmiş, Eager karşısında sinmişti. İçeri girer girmez hızla bana yöneldi, geri geri gitmeye çalıştım ellerimle yapabildiğim kadarıyla, birkaç adımda yanıma ulaştı ve acımasızca tokat attı, yere su birikintisinin içine düştüm, öyle şiddetli vurmuştu ki canım çok yanıyordu. Beni ayağa kaldırıp zincirleri tekrar bileklerime taktı. Ve karşıma geçip gözlerini bana dikti.

"Lütfen" dediğimi fark ettim yalvararak. Şimdi yüzünü rahatça görebiliyordum. Genç biriydi karşımdaki, esmer, kahverengi gözleri ve keskin bakışları vardı.

"Şimdi hemen konuşmaya başlasan iyi olur, yoksa ölmeden önce yaşayabileceğin en kötü acıları yaşayacaksın" dedi ve bana bağırarak bir şeyler sormaya başladı ama ben dinlemiyordum. Çok mu korkmuştum, dilim mi tutulmuştu? Sadece kahverengi gözlere odaklanmıştım ve korkmam gerekirken bir anda hiç korkmadığımı fark ettim. Bu suratta bana tanıdık gelen bir şey vardı. Sorularına cevap vermediğim için bana elini kaldırdığını gördüm. Yine vuracaktı.

"Jared" dedim aniden.

Aşkın BedeliWhere stories live. Discover now