18

20 4 11
                                    

Meryem'e

Her şeyinizi kaybettiğiniz bazı anlar vardır. O anların yıllar sonra farkına varırsınız. Gerçek en çok o zamanlarda ağırdır. O ana kadar inandığınız şey gözünüzün önünde paramparça olur. Depresyon. Adı buydu. İnsanların battaniyenin altına girdiğinde, eline iki paket çikolata alınca geçirdiğini sandığı o ruh hali. Çok klişe. İnsanların acıları ile övünmek istediklerinde ortaya attıkları ilk kelime. Geçen sene kendi ismim ile yan yana ilk defa duydum bu kelimeyi. Onlarca seans sonra önüme sürüldü. Basit bir bunalım diye düşündüm. Çünkü toplumun bu özenti hastalığı yüzünden depresyonu gerçekten bir haftalık sevgiliden ayrıldıktan sonra yaşanan sinir bozulması zannediyordum. Belki de bu sadece benim bilgisizliğimdendi, bilmiyorum. Ciddiye almadım. Bütün gün yatakta yatmayı, insani ihtiyaçlarımı karşılayamamayı keyifsizlik diye adlandırdım. Sonra bir gün kapım çaldı. 3 kere. Tok bir sesle. Saatlerce uyumama rağmen yorgunca açtım gözlerimi. Üzerimde kokuşmuş beyaz bir elbise, ayak bileklerim demirden biraz farklı. O rahatsız divanda dirilttim kemik yığını bedenimi. Sağdaki ahşap komodinin üzerinde duran suyu içtim kaç gündür orada olduğunu bilmeden. Ayaklarım terlik aradı soğuk betonda. Bulamayınca boş verip çıplak çıplak yürümeye başladı. Bilinçsizce açtım kapıyı. Sanki hiçbir hareketimin farkında değil gibi. Uzaktan kumanda ile ilerleyip duruyor gibi. Karşımda seni gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Yüzümde hiçbir değişim olmadı. Niye bilmiyorum. Kaçıp ağlamak istedim. Yüzün bana hep bunu hatırlattı. Ama yapamadım. Bacaklarımda o gücü bulamadım. Nasılsın derken dudaklarının hareket edişini izledim. Kapıyı yüzüne kapatmak geçti içimden. Sen benim içimde her zaman beyaz kalan o yer gibiydin. Aydınlık tarafım. Ay ışığım. Bütün bu karmaşadan seni uzak tutmak istedim. Onu da yapamadım. İçeri girdiğin andan itibaren yüzünün güleceğine dair inançlarım ağır bastı. Kapıyı sonuna kadar açıp içeri girmeni izledim. Ceketini verdin bana: Kahverengi, uzunca bir ceket. Yolların tozu üzerinde birikmiş de rengini alıp götürmüş gibi, soluk.

Meryem diyorum sana. Nedenini yalnızca sen biliyorsun. Dönüp arkanı salona giderken seni girişte bekliyorum. Beni çekip götürmeni istiyorum. Seninleyken başıboş olmak istemiyorum. Fark ediyorsun gelmediğimi. Ne olduğunu soruyorsun. Omuz silkiyorum. Sanki bana bunları yaptıran güç füsunun aklı oluyor. Yanıma geri geliyorsun. Yeşil duvarların arasından gözlerin parlıyor bana. Öyle şefkatli bakıyorsun ki ağlamak istiyorum. Ellerim ellerime merhem gibi geliyor. Usulca tutuyorsun parmaklarımı. Var bir şey diye tutturuyorsun. Sadece susup yanımda oturmanı istiyorum. Merakını bir kenara bırak istiyorum o gün.

Girişte duran bozuk çamaşır makinesinin üzerine oturtuyorsun beni. Başın dizlerime konuyor. Simsiyah saçların bacaklarıma dökülüyor. Bu kilometrelerce koştuktan sonra su içmek gibi geliyor. Sen gözlerini kapatmış, nefesini düzene sokmaya çalışırken ben yüzüne bakıyorum. Birinin beni her koşulda sevmesinden korkuyorum. Ne yaparsam yapayım yanımda olacağına inanmak demek sana beni öldürebilecek bir güç vermek gibi geliyor Meryem. Her an gideceksin gibi hissettiriyor.

Kapatmadığım ahşap kapı gıcırdadıktan hemen sonra içeri kül rengi bir kedi giriyor. Bize hiç bakmadan salına salına salona gidiyor ve benim az önce kalktığım divana kuruluyor. Kaldırıyorsun başını. Bana bakıyorsun. Bense yerdeki halıyı izliyorum o ara. Hangi desenin hangi renk olduğunu ezberliyorum hiç yere. Adımı mırıldanıyorsun. Gözlerim kırpışmayı kesiyor, sana dönüyor.

Dudakların aralanıyor. Diyeceklerini tahmin ediyorum. Sen herkese bir parçasın. Onun gibi değilim. Beni umursamıyorsun. Sen de onun gibi yapacaksın. Kulaklarımı kapatıyorum ellerimle. Gözlerimi kör olmak istercesine karanlığa mahkûm ediyorum. Açıyorum bir müddet sonra. Sesin gittikçe uzaklaşırken siluetini kaybediyorum. Duvarlarda gezdiriyorum bakışlarımı. Salona odalara bakıyorum tek tek. Ahşap kapı içeriden kilitli, ceketin kucağımda değil. Yere çıkıyorum. Dizlerimin titremesini durduramıyorum. Kaybediyorum seni. Kafamdaki hayaletine kadar yok ediyorum. Belki de haklısın Meryem. Ben seni sadece kafamdan uyduruyorum. Senin vücuduna başka birini hapsedip oyunlar oynuyorum. Seninle konuşuyorum, kavga ediyorum, barışıyorum. İlk kaybolduğunda yanılsaman, bu dört duvar arasında deliririm sanmıştım. Yuvam bana tımarhane olur sanmıştım. Dinlediğim tüm o masallar, seni seviyorumlar aklımın oyunu muydu dersin? Eğer ben seni kafamdan uydurduysam Meryem, sen beni hiç sevmedin demek midir bu? Tıpkı az önceki gibi yaşadığım her şey birer sanrıdan mı ibaretti? Senin Lavinia'n gibi benim de bir Lavinia'm mı vardı? Eğer ben seni aklımdan uydurduysam Meryem, kendi kendimi mi sarmıştım? Kendi kendimi mi sevmiştim bunca zaman?

GecekonduWhere stories live. Discover now