1 - Evdeki Ölümlüler

Začít od začátku
                                    

“Eğer sıradan insanlar gibi basit davranmıyorsam,” dedi küçümseyici bir tavırla, “beni bağışlayın. Geceyi de şimdilerde hep yaptığım gibi ruhsal iletişim içinde geçirdim.”

“Hımm!” dedim oldukça ters bir şekilde.

“Gece görüşmeleri…” diye devam etti adam, defterinden birkaç sayfa çevirerek, “Şu mesajla başladı: “Kötü arkadaş iyi huyu bozar.”

“Haklısınız,” dedim. “Ama bu düşünce tamamen yeni mi?”

“Ruhlardan yeni geldi,” diye cevap verdi adam.

Sadece o ters tavrımla yine, “Hımmm!” diyebildim ve ruhların ona en son ne söylediklerini sordum.

Adam defterine yazdığı son cümleyi büyük bir ciddiyetle okudu, “Eldeki bir kuş saldaki iki kuştan daha değerlidir.”

“Gerçekten ben de aynı fikirdeyim,” dedim. “Ama doğrusu, dal değil midir?” diye sordum.

“Bana sal olduğu söylendi,” diye cevapladı adam.

Daha sonra bu özel açıklamanın kendisine Sokrates’in ruhu tarafından gecenin bir yarısı yapıldığını söyledi.

"Dostum, umarım iyisinizdir. Bu yolcu vagonunda iki tane var. Nasılsınız? Burada on yedi bin dört yüz yetmiş dokuz ruh var, fakat siz onları göremezsiniz. Pisagor burada. Kendisi bunu söyleme özgürlüğüne sahip değil, ama yolculuktan hoşlandığınızı umuyor. Aynı şekilde Galileo da bilimsel zekâsıyla aramıza katıldı. ‘Seni gördüğüme sevindim amico. Come sta? Su yeterince soğuduğunda donar. Addio!’ diyor.” Ayrıca gece boyunca şu olaylar da meydana gelmişti: Piskopos Butler, ismini “Bubler” olarak telaffuz etmekte ısrar edince yazım ve ahlak kurallarına aykırı davrandığı ve huysuz biri olduğu gerekçesiyle geldiği yere gönderildi. Kasıtlı bir gizem yarattığı kuşkusunu uyandıran John Milton, Yitik Cennet’i kendisinin yazdığını inkâr etmiş ve bu şiirin Grungers ve Scadgingtone adlarında tanınmamış iki kişi tarafından ortaklaşa yazıldığını iddia etmişti. Ve İngiltere Kralı John’ın yeğeni Prens Arthur, Bayan Trimmer ve İskoç Kraliçesi Mary’nin gözetimi altında kadife boyamayı öğrendiği yedinci çemberin içinde oldukça rahat olduğunu açıklamıştı.

Bana bu açıklamaları yapan beyefendi farkında mıydı bilmem ama yükselen güneşin görüntüsünü ve sonsuz evrenin muhteşem düzenini düşünmeye başlamıştım artık ve anlattıklarından sıkıldığımı itiraf edersem beni bağışlayacağından emindim. Kısacası, bu konudan o kadar çok sıkılmıştım ki, bir sonraki istasyonda trenden inip bu sıkıcı lafları dinleme yerine gökyüzünün temiz havasını solumak beni son derece sevindirdi.

Trenden indiğimde dışarıda güzel bir hava vardı. Altın sarısı, kahverengi ve kızıl renkli ağaçlardan dökülen yaprakların arasında yürür ve etrafımdaki yaradılış harikalarına bakıp bu harikaları ayakta tutan sağlam, değişmez ve uyumlu yasaları düşünürken, adamın ruhlarla ilgili sohbeti bana bu dünyanın şimdiye dek gördüğü en sefil yolculuk hikâyesi gibi geldi. Kafamdan bu barbar düşünceler geçerken, ev görüş alanıma girdi ve evi dikkatlice incelemek için durdum.

Yaklaşık iki dönümlük, insanı hüzünlendirecek derecede bakımsız, kare şeklinde bir bahçenin ortasında tek başına yükselen bir evdi. II. George döneminden kalmaydı; Georgelar’ın dördünün de sadık bir hayranı tarafından arzulanabilecek kadar katı, soğuk, ciddi ve zevksiz bir görünümü vardı. İçinde kimse oturmuyordu, ama son bir iki yıl içinde, yaşanılabilir hale gelmesi için ucuz bir onarımdan geçmişti. Ucuz diyorum, çünkü onarım sadece yüzeysel yapılmış ve renkleri canlı olsa da boyası ve sıvası çürüyüp dökülmeye başlamıştı. Bahçe duvarına yaslanmış orantısız bir tahtanın üstünde evin uygun koşullarla ve mobilyalı kiraya verileceği yazılıydı. Ev hemen yanındaki ağaçlar nedeniyle gölgede kalmıştı ve özellikle, ön pencerelerinin önünde oldukça hüzünlü bir hava yaratan, yer seçimi hatalı, altı uzun kavak ağacı vardı.

Perili EvKde žijí příběhy. Začni objevovat