1. Bölüm

2.1K 114 5
                                    


Derin bir nefes alıp, birkaç düğmesini açtığı gömleğinin manşetlerini kıvırışını izledim. Onun için şuan sadece tek bir tanım kullanabilirdim: nefes kesici... Koyu yeşil gözlerini bir an olsun önündeki dosyalardan ayırmıyordu. Bu benim lehime bir durumdu, zira beni bulsa nasıl bir açıklama yapardım hiç bilmiyordum. Beni bulması demek hem benim hem de Hacer Teyze'nin sonu demekti...
  Sıkıntıyla ellerini başının arasına alıp içlerine birkaç tel beyaz peyda olmuş, koyu kahverengi saçlarını karıştırdı. Ne yapacağını bilmediği her halinden belli oluyordu. Önündeki dosyalara ve bilgisayarından arkadaki kocaman aynaya yansıyan görüntüye bakılırsa da işle ilgiliydi. Gömleğinin bir düğmesini daha açınca altın-bronz teninin çoğu gözler önüne serildi. Baklavaları da oldukça belirgin olduğuna göre spor salonunda yatıyordu herhalde.
  Ne yaptığımın farkına varınca, başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Tabii bir de şu salyalarımı silmeliydim(!) Tanımadığım bir adamın çalışma odasındaki dolapta, elimde sarı bir bezle mahsur kalmıştım. Üstelik o gelene ve kendimi bu dolabın içine atana kadar toz almakta olduğumdan, elimdeki bez de leş gibiydi. Bezin üzerindeki tozlar zaten beni birkaç dakika daha götürecek kadar oksijen olan bu dar alanda uçuşuyor, hapşırmam için elinden geleni yapıyordu.
   Tam düşüncelerimin içinde kaybolmuşken, ismini bilmediğimin adamın -şimdilik takma isim olarak Yunan büsü diyelim- sandalyesini bir hışımla iterek, pardon fırlatarak, kalkmasıyla refleks olarak geri çekilmeye çalıştığım. İşte tam da o an elimdeki bezin de sallanmasıyla her yer iki katı tozla kaplanmış, bana hiç nefes alacak alan bırakmayarak hepsi burnuma doluşmuştu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan bir hapşırık kendini dışarı salıverdiğinde gözlerimi kapattım. Hapı yutmuştum. Muhtemelen şuan bizim mahallenin hocasını arayıp selamı vermesini istemeliydim. Ben de birazdan tahtalı köye doğru gidecektim nasılsa.
  "Kim var orada?!"
  Dolabın kapağı sertçe açıldı. Adam cidden yakından dev gibiydi. Bana şimdi bir tane vursa iki boyutlu bir şekilde duvara yapışırdım ve beni oradan kazımaları gerekirdi. Ecelimin karşında sertçe yutkundum.
  "Sen kimsin? Çabuk çık şu dolaptan!" diye kükreyince dolaptan çıkmak için debelendim. Bu küçücük yerde oturmaktan ayaklarım uyuştuğu pek de başarılı olamadım tabii. Ayağa kalkar kalmaz sendeleyince Yunan büsü insafa gelip beni tutarak düşmemi engelledi.
  "Nasıl girdin sen buraya?"
  "Şey... Ben sen gel.. . Çok pardon siz gelince, resmi konuşmaya pek becerememişimdir hiçbir zaman, korkup bu dolaba girdim ama cidden ben..." Açıklamamın devamını getiremeden elini 'dur' der gibi kaldırınca cümlemi yarıda kestim. Şey... Ben stres anında biraz saçmalardım da...
  "Onu sormuyorum, geveze. Eve nasıl girdin?" dediğinde taytımın beline sıkıştırdığım anahtarı çıkartıp, ona doğru salladım. Neden bu taytlara cep yapmıyorlardı sanki?!
   "Anahtarla girdim."
   "Of, şimdi delireceğim! Kızım sen beni delirtmek için mi yapıyorsun yoksa gerçekten anlamıyor musun? Bu eve neden ve nasıl bu anahtarla girdin?"
  Tam ağzımı açmıştım ki, lafımı kesti. Bu da insanı hiç konuşturmuyordu canım!
  "Sakın anahtarı nasıl deliğe soktuğunu anlatma onu sormuyorum!"
  "Anladım,"diyerek onu azarladım. "Öncelikle salak değilim. Bölüm birincisi olarak mezun oldum ayrıca yüzde yüz burslu okudum. Sadece şuan çok fazla stres alt..." Gözlerinin yeşili iyice koyulaşıp, boynunda bir damar belirginleşince sustum. Gittikçe sinirleniyordu ve bu istediğim en son şeydi.
  "Hacer Teyzeden aldım. Bugün buraya gelemeyecekti çün..."
  "Dur," dediğinde bu kez sinirlenmeye başlayan bendim. Hiç konuşturmayacak mıydı beni yahu! Ellerimi belime koyup, kaşlarımı çattım.
  "Sordun anlatıyorum işte!Sürekli lafımı kesersen nasıl anlatabilirim?"
  "Önce gidip üzerini değiştir, anladığım kadarıyla zararsızsın. Salona gel orada adam akıllı anlat bakalım neden Hacer gelmeyip seni göndermiş."
  Gözleri bir an için göğüslerime kayar gibi olsa da yine yüzüme dönerek bana öldürücü bir bakış daha attı. Ben de otomatik olarak üzerime baktığımda fark ettim ki, her yerim toz içindeydi. Rahat edebilmek için bir tayt ve sporcuların giydiği -benim asla spor için kullanmadığım- şu yarım atletlerden giymiştim. Dolabın içinde iki büklüm durduğumdan olsa gerek atletin önü iyice açılmıştı ve bazı organlarım 'Ben buradayım!' diye bağırıyordu resmen!
  Yunan büsü odadan çıkarken üzerimi düzeltip peşinden gittim. O salondaki kocaman koltuklara yayılırken, ben de kendime salondaki aynadan kaçamak bir bakış attım. Temizliğe başlamadan önce topuz yaparken kullandığım toka düşüp saçlarımı serbest bırakmıştı. İçine girdiğim dolap o kadar kirliydi ki, çenemde siyah bir çizgi vardı. Açık mavi gözlerim yorgunluktan bayık bayık bakıyordu.
  "Sana üstünü değiştirmeni söyledim."
  "Şey... Yanımda başka kıyafet getirmedim. Ama merak etme hiçbir yere değmem, hiçbir yer kirlenmez. Hatta koltuklara bile oturmuyorum. Durumu anlatıp gideyim, ikimiz de kurtulalım," dedim gözlerimi kocaman açarken. Sadece buradan gitmek istiyordum. Zaten neden bulaşmıştım ki bu işe! Ah salak kafam, ne diye herkese iyilik yapmaya çalışıyordum ki!
  "Otur. Etrafın kirlenmesi umurumda değil. Peki sen buraya gelirken bu halini görenler oldu mu? Yoksa uçarak mı geldin?  Aksi takdirde tek parça buraya varman imkansız."
  Ah mükemmel! Yakışıklı olduğu kadar esprili de değildi! Tanışıyor olduğum biri bu cümleyi kursaydı kıskandığını söylerdim ama Yunan büsü muhtemelen sadece sorun ya da kavgaya şahit olmak istemiyordu. Dürüst olmak gerekirse haklıydı da.
  "Gelirken arkadaşım bıraktı. Yani başını belaya sokmayacağım korkma, giderken de taksiye bineceğim yani yine beladan uzak olacaksın," dedim koltuğa otururken. Madem oturmamı istiyordu bunu reddedemezdim çünkü sabahtan beri canım çıkmıştı ve daha evin yarısını bile temizleyememiştim.
  "Her neyse nasıl burada olduğumu anlatayım. Hacer Teyze şuan çok ağır grip ve çalıştığı evin çok prensipli olduğunu işe gelmezse kesin kovulacağını söyledi. Ben de işten bir hafta önce çıkarıldım ve birinin daha kovulmaması için ona yardım etmek istedim. Evde kimsenin olmayacağını söyledi, hemen temizleyip çıkacaktım ama..."
  Bir avazda bütün bu cümleleri kurunca nefessiz kaldığımı görünce benim yerime cümlemi tamamladı.
  "Ama senin tamı tamına sekiz saatini aldı ve henüz yarısını temizledin."
Bravo Sherlock!
"Temizlik konusunda pek başarılı değilmişim diyelim."
  "Öncelikle," diye söze başladı bana doğru eğilirken. Kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum çünkü sesi muhtemelen tüm dünyadan duyulabiliyordu. Adrenalin, dedim içimden. Adrenalin... "Ben bir canavar değilim, kimseyi hasta olup da işe gelmedi diye kovmam. Hele ki haftada bir gelen gündelikçimi asla kovmam. İkinci olarak... Kovulduğunu söyledin ne iş yapıyordun?"
  Derin bir iç çektim. Kovulmayı hala sindiremiyordum. Hele bir de eski sevgilim yüzünden olduğunu hatırlayınca çıldıracak gibi oluyordum.
  "Aşçıydım..."
  "Yeni bir iş arıyor musun?" Tek kaşını kaldırmış, dikkatle bana bakıyordu ve ilk defa beni öldürmek istiyormuş gibi bakmıyordu.
  "Tabii ki arıyorum, deli misin?" dedim coşkuyla. "Şey... çok pardon. " Sadece iki dakika... İki dakika daha hayatta kalmayı başarıp buradan koşarak uzaklaşmam gerekiyordu.
  "Bu üslubun yüzünden mi kovuldun sen?"
  "Hayır. Alçak eski sevgilim yüzünden! Aynı otelde çalışıyorduk, bir gün aniden beni terk etti ve birkaç gün sonraysa kovuldum. Hem de yurtdışında da bir şube açmak için anlaşmaya gelen yabancı müşterilere şekerli çorba yaptığım için! Ve eminim asla ama asla şeker koymadım! Benden hemen sonra da manken gibi bir kız işe alındı ve ne tesadüftür ki eski sevgilim ile çıkıyordu."
  "Piç," diye mırıldandığını duyunca onayladım.
  "Emin ol ben de onu çoğu kez güzel(!) sıfatlarla andım."
  "Pekala... Adın neydi?"
  "Ahenk." Gözlerinden küçük bir parıltı geçti.
  "Pekala Ahenk... Sana iş verebilirim," dediğinde oturduğum yerden füze gibi fırladım. Bana en fazla kefen verebileceğini düşünürken bana iş vereceğini mi söylüyordu yani? Yoksa ben hayal mi görüyordum? 
  "Cidden mi?"
  "Evet. Önümüzdeki hafta büyük bir anlaşma için evime birkaç davetlim gelecek.Akşam yemeği için bir aşçıya ihtiyacım var. Eğer o gün başarılı olursan, daimi olursun."
  Şeker verilen bir anaokulu çocuğu gibi sevinçle ellerimi çırptım. Ödemem gereken faturalarım vardı, işe ihtiyacım vardı...
  "Kabul."
  Pantolonun cebinden bir kart çıkartıp bana uzattı. Cebinde kart mı taşıyordu cidden?
  "Kafam detayları bugün konuşamayacağım kadar bulanık. Kartımı al. Yarın beni ararsın, detayları konuşuruz. Bu arada artık evine gidebilirsin, bir daha da bu temizlik işlerine bulaşma."
  Kartı alıp, onu onaylamak için başımı salladım.
  "Ayrıca böyle taksiyle gidersen kesinlikle tek parça kalamazsın ve benim bir aşçıya ihtiyacım var, seni evine bırakırım. "
  "Yok, ben giderim. Zaten bana yetince iyilik yaptın, eee şey..."
  "Arslan," diye tamamladı. "Ayrıca itiraz edilmesinden pek hoşlanmam. Ceketimi alıp gelene kadar hazır ol."
  O ceketini almak için gözden kaybolurken ben de kabanımı kapıp derin bir nefes aldım. Hayatımın en değişik gününü geçiriyordum ve içimden bir ses son garip gün olmayacağını söylüyordu.

Ahenk (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin