If I Fell In Love With You

487 32 126
                                    

*

Eğer sana yeniden güvenirsem, bu kez kaçıp saklanmayacağından emin olmalıyım. Eğer yeniden düşersek, bu kez beni tutacağından emin olmalıyım. Eğer yeniden seversek, bu kez beni ondan daha fazla seveceğinden emin olmalıyım.  Çünkü aşkı tanıyorum. 

Aşkı, seni ve kendimi  tanıdığımdan daha iyi tanıyorum.

*

Küçücük bir an vardır.

En çok istediğimizi ve gerçekleşse dünyaların ayaklarımızın altına serildiğini bize hissettireceğini zannettiğimiz bir şeyin, önce harflere sonra kelimelere ve en sonunda cümlelere dönüşüp dudaklarımızdan bir dilek olarak çıktığı, küçücük bir an.

O, bazen de saniyenin milyarda biri kadar kısa olan anda göğsümüzün tam ortasında, kalbimizin her bir odacığında hissettiğimiz bu talep bir gün hayat tarafından karşılandığındaysa ne yapacağımızı bilemeyiz çünkü o kadar yoğun ve sancılı şekilde onun gerçekleşmesini istemekle uğraşmışızdır ki; gerçekleştiği zaman nasıl davranacağımızı ve ne hissedeceğimizi düşünmeye vaktimiz olmamıştır.

9 Eylül 2020 sabahı, Jamaica Plain'in mevsimi göz önüne aldığınızda son derece normal karşılanabilecek yoğunlukla sağanak yağışlarından birinden daha köşe bucak kaçarak çalıştığım kitapçı dükkanına ulaştığımda ve sipariş üzerine gelmiş olan kitapların kolilerinin ıslanmasıyla ilgili söylenerek güne başladığımda, üzerinden yuvarlak bir hesapla yedi buçuk yıl geçmiş olan bir dileğimin gerçekleşme ihtimalini hiç hesaba katmıyordum.

Yine de, birkaç saat sonra, ben henüz kendime gelebilmek için ilk kahvemi bile içmemişken ve yağmurun çamurlaştırdığı taşra sokaklarından botlarındaki pisliği taşıyarak kitapların üzerine toz attırarak dükkana giren insanların ardından zemini yeterince temizleyememişken; yani en beklenmedik anda, en hazırlıksız ve plansız anımda oluvermişti.

Öylece.

Önce büyük, sarı kapının gıcırdadığını duydum.

Başımı kaldırma gereği bile duymadan kendimi peşisıra çamurlar taşıyarak sinirlerimi bozmak için gelmiş olan bir müşteriye, herhangi bir insana daha hazırlamak adına kahvemden bir yudum daha aldım. Elimdeki sanat kitaplarını yerlerine bırakıp hava durumunun önemi olmaksızın her sabah yürüyüş yapan yaşlı Mary'i veya bisikletiyle her sabah fransız ekmeği almak için kilometreler katedip dönüşte mutlaka yanıma uğrayan David'i görmek için kapıdan geleni görebileceğim bir yere doğru ilerlediğimde, içten içe yanıldığımı biliyordum.

Kapının ardından kapanıp da yağmurun dindiği sokağın boğuk gürültüsünü dışarıda bırakmasıyla başımı kaldırıp onu görmem, aynı ana tekabül etti.

O an, ne düşüneceğimi bilemeden öylece durmakla yetindim.

Bakışlarım önce her rengini gördüğümü düşündüğüm saçlarının kendi rengi olan parlak sarı tutamlarda gezindi, sonra bıkkın bir ifadeyle raflarda gezinen yeşillerine indi, en sonunda elini tutan ve yoldan geçen herhangi birine gösterseniz bile direkt onun oğlu olduğuna size yemin ettiğini duyabileceğiniz kadar kendisine benzeyen, elini tuttuğu erkek çocuğunu gördüm.

Çocuk, sarı uzun saçlarını savurarak elinden kurtulduğunda ve çocuk kitaplarının bulunduğu raflara doğru koştuğunda o öylece, en bıkkın ve kibirli ifadesiyle orada dikilmeye ve benim bakışlarımı farketmemeye devam ediyordu.

Yedi yıl önceki gibi.

Farklı olansa, bu kez kibrinin büyük bir yenilgiyle taçlandırılmış olmasıydı. Onu ilk kez gördüğüm günkü hayranlık dolu bakışlara sahip kalabalık yoktu etrafında; elini tuttuğu bir çocuk ve yıllarla birlikte yaş da aldıkça omuzlarına çöküp onları eğmiş olan o güvensizlikle birlikte, yalnızdı.

If We Fall Again / CliffordWhere stories live. Discover now