2. Kısım

542 89 48
                                    


Açmıyordu. Xiao Zhan kimi ararsa arasın, telefonu açılmıyordu. Yibo'nun koruması taşındığı hastaneyi haber veren bir mesaj atmasa, nerede olduğunu bile bilmeden delirecekti. Buğulu gözleri ve titreyen elleriyle mesaj uygulamasını aradı. Bir yandan sürücüye seslendi. "Hızlı. Yalvarırım daha hızlı." Yibo'nun iyi olması için Tanrıya mı yalvardığını yoksa daha hızlı olması için şoföre mi yalvardığını bilmeden devam etti. "Yalvarırım."

Parmağı mesaj uygulaması yerine yanlışlıkla Weibo'ya dokunduğunda karşısına ilk çıkan bir video oldu. O videoda olduğunu bildiği şey, Xiao Zhan'in can damarlarını kesecek bir bıçaktı, sevdiğine ulaşmaya çalıştığı her saniye ruhunu öldüren şey o videodaydı. Canının acıdığı yeri bilmek, sevdiğinin acısın bilmek isteğine engel olamadan videoyu oynattı.

Sürücü, arabanın arka tarafından gelen acı haykırışla aniden durduğunda Xiao Zhan sancılı haykırışlarının arasından bağırdı. "Devam et!"

Videoda duyduğu her çığlık, Xiao Zhan'in hücrelerinden geliyordu artık. Göğsünde biriken ağrı saçlarının uçlarına kadar taşmıştı. O, Yibo, sevgilisi, sevdiği, gözlerinin önünden kayıp gitmişti. Gerisi korkunç bir boşluk, korkunç bir karanlıktı. Kalbinin sancısını atmak isteğiyle defalarca haykırdı, önündeki koltuğu yumrukladı. Ama acı hep orada kaldı.

Titreyen parmaklarıyla hızla Weibo'dan çıktı ve mesaj uygulamasını açtı. Gözüne ilk çarpan isim ve o isimden gelen son mesaj, kalbini en yüksek uçurumlardan aşağı düşmüş gibi paramparça etmişti yeniden. O mesaj onu hayatta tutan, nefes almasını sağlayan tek şeymiş gibi sımsıkı tutundu ve bedeni ağlamalarıyla sarsılırken alnını soğuk ekrana yasladı. Kendi sesi kulaklarına ulaşmadan, kalbinden gelen titrek bir tonla mırıldandı. "Ben de seni seviyorum Yibo. En çok seni seviyorum." Hıçkırığıyla birlikte nefesi kesildi. "En çok seni."

***

"Nerede?" Gördüğü ilk tanıdık yüzün yakasına yapıştı. Bakışlarını alışılmış bir hüzünlü ifadeye bürünmüş yüzlerde gezdirdi. Neye alışmışlardı? Nasıl bu kadar çabuk alışmışlardı? Yibo'nun dizi kanasa, Xiao Zhan buna bile alışabilecek gibi hissetmiyordu. Yakıcı bir sesle haykırdı. "Yibo nerede?"

Ellerinin yaşamak için son çaresiymişçesine tutunduğu yakanın sahibinin Wang Han olduğunu fark etti. "Han-ge." Bir cevap, bir ses için çırpınıyordu. Sanki asırlardır soruyor, ama bir türlü cevap alamıyordu. Wang Han ellerini omuzlarına bastırarak onu sakinleştirmeye çalışırken sol yanından öne atılan korumayı bir çene hareketiyle durdurdu. Xiao Zhan durmaksızın devam etti. "Han-ge! Yalvarırım söyle. Yibo nerede?"

Kendisinden en az on santim kısa adam uzanıp başını omzuna çekti ve sakinleşmesi için omzunu sıvazladı. Xiao Zhan küçük bir çocuk gibi onun omzuna sığınıp hıçkırıklarla ağladığında, Wang Han da çoktan kuruduğunu sandığı gözyaşlarını tutamadı. Sesinin titremesine engel olmak için birkaç kere öksürdü. "Yoğun bakımda." Yeniden öksürdü. "Sakin ol, Xiao Zhan. İyi olacak." Tereddütle duraksadı. "Hep olur." Sesindeki ikna için çabalayan çaresiz tını, Xiao Zhan'in göğüs kafesini darmaduman etmişti. Ama öyleydi ki. Hep olurdu. Yibo hep, bir şekilde, iyi olurdu.

"Olacak." Kim bilir kaç kez tekrar etti. "Olacak."

***

Günler sonra,

"Xiao Zhan, oğlum, biraz eve git ve dinlen artık."

Yibo'nun annesinin omzuna dokunan eliyle irkilerek gözlerini araladı. Gözleri ağlamaktan kurumuş, bedeni acı içinde isyan bayraklarını çekmeye başlamıştı. Hızla doğrulurken sırtına saplanan ağrıyı görmezden geldi, hiçbir acı, hiçbir yara, canındaki ağrıdan daha büyük ve daha sancılı değildi. Başını iki yana sallarken elleriyle gözlerini ovuşturdu. Hastaneye aceleyle geldiği o gün, elleri ilk defa Yibo'nun elleri olmadan da çok küçük görünmüştü gözlerine. Ne kendi gözyaşlarını, ne de günlerdir yanında onunla birlikte bekleyen, sanki her geçen saniye yüzündekilere yeni bir kırışıklık eklenen kadınla adamın gözyaşlarını silebiliyordu. Duvarların ardında onlarca farklı kablo ve sargıyla kaplı sevgilisine, uzanamıyordu. Ne ona, ne kendisine yetemiyordu. Ailesiyle tehdit edildiği zaman dahi hissetmediği bu güçsüzlük, öyle uzak, öyle yabancıydı ki.

İlk Yibo'ya gitmek istemişti. Onu bilinçsiz bir şekilde o çirkin hastane yatağında yatarken gördüğünde, beyazın ona tek yakışmadığı anın o an olduğunu düşünmüştü ve sonra, Yibo'nun o yatakta uzanmasının yüreğinde oluşturduğu ağrıyla baş etmek için bile ilk ona koşmak istemişti. Her şeyle, tüm zorluklarla beraber baş etmeye ne denli alıştığını da o an fark etmişti.

"Şimdi ne yapacağız, Yibo?" demek istiyordu. Onun da, "Her şeyin üstesinden geleceğiz Zhan-ge. Daha iyisini yapacağız." diye cevap vermesini istiyordu. Hep olduğu gibi. Hep olmasını istedikleri gibi.

Anlayışlı bir ifadeyle yanına yerleşen kadına doğru hafifçe döndü. "Doktor bir şey söyledi mi?"

Kadın olumsuz anlamda başını iki yana salladı. Xiao Zhan derin bir iç çekerken, günlerdir olduğu gibi nefesi acıyla kesildi. Yapamıyordu. Sevgilisinin acısını duyduğu, aldığı nefeslerin bir makineye bağlı olduğunu gördüğü andan bu yana kendi nefesleri hep yarım yarımdı. Nefes alamıyordu. Bakışlarını günlerdir yaptığı gibi fayansla kaplı zeminde gezdirdi. Kaç acıya, kaç yaraya şahit olduğunu bilmediği bu koridor, sanki asırlardır içinde yaşadığı bir kabus, bir zindan olmuştu onun için.

Sol tarafından titrek bir ses duydu. "Xiao Zhan."

"Efendim?"

"İşlerin olduğunu biliyorum, oğlum. Gitmen gerekmiyor mu? Önemli çekimlerin olduğunu söylemişti..." Oğlunun adını, geçmiş zamanı vurgulayan bir yüklemin yanında söylemek ağır bir yükmüşçesine duraksadı, başıyla içinde cennetin uyuduğu odanın kapısını hafifçe işaret etti. Cennet uyuyor, dünya bir cehennemi yaşıyordu. Xiao Zhan bu cehennemde sadece kendisinin ve yanındaki adamla kadının yandığını hissediyordu.

Varlığına her seferinde şaşırdığı gözyaşları yeniden kirpiklerine birikirken ellerini birbirine sımsıkı bastırdı. "Önemi yok," diye mırıldandı. "Hiçbirinin, hiçbir önemi yok."

Oraya gidip gülümseyemezdi. Bu sefer her şey yolundaymış gibi yapamazdı. Hiçbir şey yolunda değildi. Ortada bir yol bile yoktu, gidecek hiçbir yeri yoktu.

Bir Ocak gecesi telefonları hiç susmamış, şirketinden defalarca kez aranmıştı. Wang Han, şirketin yetkili isimlerinden birini Xiao Zhan'in saatler önce koridorun köşesine fırlattığı telefonun ekranında görünce tanımış ve yanına gitmiş, en azından durumu açıklamasının iyi olabileceğini söylemişti.

Telefondaki ses, kendisine aşırı yabancı bir evrenden geliyormuş gibiydi. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırmıştı o ses. "Defalarca konuştuk! Belli etmeyecektin, gitmek için ölsen bile gitmeyecektin Xiao Zhan! Tam olarak ne yaptığını sanıyorsun?"

Xiao Zhan, gitmek için ölse bile gitmeyecekti, evet, ona böyle söylemişti. Ama hiçbir zaman Yibo çağırsa, bana ihtiyacı olsa gitmem dememişti. Kulağına şimdi korkunç gelen o cümleyi söylemesi bile Yibo'yu korumak içindi.

"Umurumda değil!" Haykırışı, koridorun sonunda babasının kucağında duran, ağlamaktan gözleri şişmiş ve en sonunda sakinleşerek uykuya dalmış küçük çocuğu dahi uykusundan uyandıracak kadar hiddetliydi. Elleri titriyor, sesindeki korku duvarlara sığmıyordu. "Umurumda değil, anlıyor musun? Hiçbir şey umurumda değil. Hiçbir şey."

Telefonunu bu sefer ekranın parçalanmasına sebep olacak bir şiddetle yeniden fırlatmıştı. Canı, canına sığmıyor, içinden çıkıp gitmek istiyordu. Bu acıyı yaşamak istemiyor, bu korkuyla mücadele etmek istemiyor, ölüp gitmek istiyordu. Wang Han ve sakinleştirmek için çabalamayı çoktan bırakmış menajeri yanında yere çökmüş, parçalanan telefonundan, Yibo'nun geçen ay kendisine aldığı kabı titreyen elleriyle ayırırken içleri sızlayarak onu izlemişlerdi.

O gün yere atılmaktan kenarları kararan telefon kabını cebinden çıkarıp ellerinin arasına aldı. Silememişti. Ayakkabısının üstündeki bir lekeye bile dayanamazdı, ama o kabın kirini silememişti. Onu silmek, sevgilisinin ona verdiği son hediyenin izlerini silmek ona çok ağır gelmişti.

Biraz önce Yibo'nun yanına girdiğini gördüğü ve artık sormaktan vazgeçtiği, hayır, sormaya korktuğu soruları içinde tuttuğu için sadece uzaktan izlediği hemşirenin yanlarına geldiğini ve onlara baktığını buğulu gözleriyle ve kalbiyle birlikte fark etmesi biraz zaman aldı.


Yi Ri San QiuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin