6

1K 128 99
                                    

 Celal, sağ omzunu kirişe dayayıp aralık kalan kapıdan bir süre Asya ve Zeynep'i izledi.

Zeynep eve dönünce Şevki ve Mustafa karşıdaki boş daireye yerleşmişti.

Celal orada öylece ne kadar kaldı, saat kaç olmuştu umrunda bile değildi. Sonra, güneşin giderek batmaya başladığını fark etti. Asya'nın odasındaki cama tatlı bir turunculuk hakim oldu. Anne – kız bir yandan ekmek arası bir şeyler yiyor bir yandan da camdan dışarıya, aşağıdaki bahçeli eve bakıp bir şeyler konuşuyorlardı.

" Tübülü mü oldu? "

Asya yine bir kelimeyi telaffuz edememiş, kendi versiyonuyla söylemişti. Zeynep ise gülmemek için çaktırmadan dudaklarını büzüyordu.

Zeyno'nun eli Asya'nın öne düşen saçlarına gitti. Ve sakince, tıpkı karşısında büyük biri varmışçasına;

" Güneşin batarken aldığı renge tüberrek denir. " dedi.

Celal, Zeynep'in sesindeki samimiyeti duyuncaya kadar tedirginliğinin sürdüğünü fark etmemişti.

Kısa bir sessizlik oldu.

Asya boyu yettiği kadar camdan dışarı bakmaya uğraşıyordu. Zeynep ise iç güdüsel olsa gerek, cam açık olmamasına rağmen Asya'nın pijamasından sıkıca tutmuş, en ufak bir hareket için tetikte bekliyordu.

" Ne yiyorsunuz siz ikiniz? "

Celal, gayet ciddi sanki her zaman denk geldiği bir manzaraymışçasına odaya girdi. Zeynep her ne kadar evde olmanın huzurunu hissetse de, yüzünde tarifi mümkün olmayan bir yorgunluğun ömür boyu silinemeyecek izlerini taşıyordu.

Asya babasının sesini duyar duymaz kendini onun kucağına attı.

Celal ve Zeynep göz göze geldiler. Kısa bir sessizlik daha oldu. İkisi de aynı şeyi düşünüyor, aynı şeyi hissediyordu. Celali'nin gözlerinde iki koca yaş birikti, Zeynep elini uzatıp Celal'in yüzünü avcunun içine aldı.

" Biliyorum... " dedi. Sustu.

Asya babasının kucağında huysuzlanırken elinde kalan bir lokmalık ekmeği Celal'e uzattı. Önce geri çekilip ekmeğin arasında ne olduğuna bakan Celal salçayı görünce tatlı tatlı gülümsedi ve kızının minik parmaklarıyla beraber ekmeği ağzına attı.

Babasının bıyıklarından huylanan Asya'nın kahkahası evin tüm havasını değiştirivermişti...

Zeynep ve Celal uzun bir süre konuşmadılar. İkisi de Asya'nın uykusunda mırıldanmalarını dinliyor, ufak tefek kıpırdanışlarını izliyordu. Zeynep usulca başını Celal'in göğsüne yasladı. Derin ve sakin nefesler almaya başlayana dek bekledi. Sonra da yavaşça fısıldadı;

" Küs müyüz Ulubatlı? "

Celal öyle güzel, öyle içten gülümsemişti ki tıpkı haylaz bir çocuk edasıyla sakallarını Zeynep'in saçlarına sürüp dişlerinin arasında cık deyiverdi.

Celal'in kalbi lise çağında ilk kez aşık olduğunu fark eden bir genç gibi çarpıyordu. Zeynep ise hala almak zorunda olduğu ilaçların yorgunluğunu atamamıştı.

Zeynep; " Kendi odasında mı uyuyor? " diye sordu Asya'yı kast ederek.

" Bazen " dedi Celal. Göğsünde yatan karısını biraz daha kendine çekti.

" Ben yokken hiç çok güldüğünüz bir şey oldu mu? " diye sordu Zeynep.

Bilmem dercesine dudak büktü Celal. " Olmadı herhalde " dedi. " Aklımda kalmamış. Niye sordun gülüm? "

Celal - AysarWhere stories live. Discover now