Ayna Masalı

1K 83 7
                                    

İyi okumalar.

.
.
.
.

Sonunda yaz tatili gelmişti. Üniversitenin ilk yılını birincilikle bitirdim ama hâlâ annem beni çocukmuşum gibi büyükanneme gönderiyordu. Sadece bir haftalığına olsa da ben de gençtim ve arkadaşlarımla eğlenmek istiyordum, büyükannemin örgü ipini tutmak değil. Neyse bir zaman gelecek bu günleri arayacaktım sonuçta. O yüzden olabildiğince onlarla vakit geçirmem de gerekti. Bir hafta yeterdi hem sonra tekrar gelirdim.  Yarın kendi evime gidecektim nasıl olsa. İstediğini o zaman yaparsın Jeon Jungkook.

"Jungkook benim için antikacıya gidip şu saati satar mısın tatlım?"

"Of büyükanne antikacı mi kaldı bu zamanda? Sat internetten."

"Olmaz öyle yavrum hadi. Hem parasıyla kendine bir şeyler alırsın."

"Peki."

Girdiğim oyundan çıkıp telefonu kapattım ve yattığım koltuktan doğrulup büyükanneme baktım. Elindeki saati bana uzatıp yanıma oturdu.

"Hayırsızın birinin saatiydi bu. Sat gitsin. Elimde durmasının bir anlamı kalmadı"

"Peki büyükanne."

Saati büyükannemden alıp kalktım ve çıkışa ilerledim. Ayakkabılarımı giyip saate baktım. Kimindi acaba bu saat? Kim bilir ne hikayesi vardı. Neyse canım, bana ne ya?

Kapıyı açıp anahtarları alarak evden çıktım ve telefonumu açarak yakınlardaki antikacılara baktım. Bir süre araştırdıktan sonra en yakınımda, yaklaşık bir 300 metre kadar uzaklıkta "Ayna Masalı" diye bir antikacı buldum ve navigasyonu başlatıp orayı bulmak için yola koyuldum.

.
.
.
.

Antikacıya geldiğimde navigasyonu kapatıp telefonu cebime koydum ve önünde bekleyip ismine baktım. Burasıydı.

Dükkanın tabelası aşırı tozluydu fakat isminin yazdığı yerde zerre toz yoktu. Kapı ahşaptı ve üzerinde Fransızca “ La vérité est, tout le monde va te faire du mal : vous devez juste trouver ceux qui valent la peine qu’on souffre pour eux. ” yazılı bir kağıt asılıydı. Altında da Korece anlamı yazıyordu çok şükür. Gerçek şu ki, herkes seni incitecek. Yapman gereken tek şey, acı çekmeye değer birini bulmak. ”  Biraz daha bakındığımda cam vitrinin içerisinde bir sürü eski tablo ve postaların olduğu bir kutu gördüm.

Gözlerim tabloların üzerine kaydığındaysa bembeyaz saçlı, mavi gözleri, gözlüğü neredeyse burnunun ucunda duran, fötr şapka takmış, omuzlarında pembe bir battaniye olan 50-60 yaşlarında bir kadınla göz göze geldim. Kadın tuhaf ve anlamadığım bir şekilde bana bakıyordu. Dışarıda beklememden rahatsız olduğunu düşünüp içeri girdim ve tezgahın önünde durdum.

"Merhaba hanımefendi. Ben-"

"Saati satmak istiyorsun? Tamamdır getir bakalım hemen ne kadar ettiğine canım."

Nereden anlamıştı? Nasıl anladı ki? Bir şeyler satmak istediğimi pekâlâ anlayabilirdi ama saat olduğunu nereden anladı?

"Ne?"

"Saat değil mi? Tahminim yanlış o zaman."

Dedi ve sırıttı. Bu gülüş hoşuma gitmemişti ve biraz rahatsız olmuştum. Bir an önce şu saati satıp gitmek istiyordum.

"Ah yok doğru tahmin ettiniz."

Cebimden saati çıkararak tezgaha bıraktım ve tezgahtan uzaklaşarak içerilere doğru ilerleyip etrafa göz gezdirdim.

Pek düzenli bir yer sayılmazdı ve artı olarak tozlu eşyalar her yerdeydi. Sanırım antikacıların özellikleri tozlu olmasıydı.

“On ne voit bien qu’avec le coeur. L’essentiel est invisible pour les yeux.” (“Sadece kalbinle gerçekten görebilirsin; esas olan göze görünmez.”)

Kadının dediği şeyle ona bakıp kaşlarımı kaldırdım.

"Anlamadım efendim?"

"Sen istersen biraz bakın ben de o sırada saatin fiyatına bir bakayım ne dersin? Fazla vaktimi almaz."

"Ah tamam olur. Fark etmez benim için."

Kadın oturduğu yerden kalkarak tezgahın arkasındaki perdeden içeri girdi ve kayboldu. Ben de biraz bakınmak için ilerlemeye başladım.

Açıkçası bu yer dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Bu eşyaların pek çok hikayesi olmuştu, bazıları önemli bazıları öbemsiz fakat şimdi her biri bu dükkanın tozlu raflarında öylece, sahipsiz duruyorlardı.

Rafların arasında dolaşırken bir ayna dikkatimi çekti. Ne çok büyüktü ne de çok küçük. Bir insan yüzü kadar bir şeydi. Aynayı elime alarak kenarındaki çerçevesinde olan tozları elimle sildim ve üzerine üfledim. Üflememle aynanın ortasında iki küçük yeşil ışık haresi yanmıştı. Korkarak aynaya baktığımda yaşlı kadını aynadan görüp arkamı döndüm.

“L’amour est une passion qui ne se soumet à rien, et à qui au contraire, toutes choses se soumettent. ” (“Aşk hiçbir şeye teslim olmayan bir tutkudur ama tersine her şey aşka teslim olur. ”)

"Anlamadım?"

"O elinde tuttuğun aynanın hikayesi burada gördüğün bütün bu eşyalarınkinden daha hüzünlü ve daha acıdır. Ayrıca buraya adını veren de o aynadır."

"Şey anlatır mısınız?"

Derin bir nefes aldı ve tozlu rafların arasından çıkıp tezgahın arkasına gitti ve oturdu. Ben de ayna ile birlikte giderek tezgahın önündeki sandalyelerden birine oturdum ve aynayı tezgaha bırakarak bekledim.

Qui ne risque rien n’a rien. ” (“Risk almayan hiç bir şey alamaz.”) Emin misin mon chéri?

"Dediklerinizin tek kelimesini anlamadım ama hazırım yani eminim hanımefendi."

Ben merakla beklerken o kalktı ve eline bir bez alarak aynanın tozlarını sildi.

"Ben bir çay koyayım. Uzun sürecek."

Dedi ve yine o perdenin arkasından geçip gitti.

Yeter be teyze amma uzattın ya! Şimdi bırakıp gideceğim!

.
.
.
.

Bir süre sonra elinde iki fincan melisa çayıyla geldi ve bir fincanı önüme koydu. Büyük ağızlı ve üzerinde çiçek sembolleri işlenmiş bu fincanlar sanki unutulmuş bir gelin çeyizinden çıkma gibiydi. Hani olur ya çeyizlere konan fakat asla kullanılmayan o fincanlar? İşte onlardandı. Sapını tutsam kopacak gibiydi.

Teşekkür ederek parmağımı fincanın sapına geçirdim ve çaydan bir yudum aldım.

"Teşekkür ederim hanımefendi."

Vous devenez responsable, à jamais, de ce que vous avez apprivoisé. ” (“Ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden. ”) Rica ederim mon soleil.

Bu kadın neden sürekli sanki öğüt verirmiş gibi bana Fransızca bir şeyler söylüyordu? Dediğinin tek kelimesini bile anlamıyordum ki!

Sadece gülümseyerek çaydan bir yudum daha aldım.

"Başlayalım o vakit aynanın hikayesinden...?"

Tale Of The MirrorWhere stories live. Discover now