Kalpsiz Kız

83 21 140
                                    

Gözlerim kitabın satırları arasında dolanırken bir sayfa daha çevirdim. Sönmek üzere olan ateşin cızırtıları eşliğinde kitabın eskimiş sayfalarında gözlerimi gezdirmeye başladım. Kağıdın çıkardığı hışırtı küçük ve boş sayılabilecek odada yankılanarak kulaklarıma doluştu. Derin bir nefesi dışarı verdiğimde gözüm küçük pencereye takıldı. Dışarıda şiddetli kar yağışı vardı. Erzurum'da küçük bir kasabaya sürgün edildiğimden beri yaptığım tek şey birkaç köylünün şikâyetini dinlemek ve kitapların sayfalarını değiştirmekti. Hayır bundan şikayetçi değildim. Sonuna kadar hak etmiştim. Fakat bazen ödülleri dolap dolap olan ben bu izbe köyde ne yaptığımı sorguluyordum. Tekrar bir bunalımın eşiğinde olduğumu fark edince kitabıma yöneldim.

"Ahmet!" Gözümü kitabımdan ayırmadan kapının önündeki görevliye seslendim. "Şu sobaya odun at, sönmesin."

Ahmet, mini karakolun çok amaçlı hizmetlisiydi. Karakolun temizliğiyle ilgilenir, sobayı yakar, çay servisi yapardı. Karakolda çalışmaya başladığı zamanlarda danışmada çalışıyordu. Günden güne boş boş oturmaktan sıkılınca diğer işleri de yapmaya başlamıştı. Bir anda bu işlerin daimi görevlisi haline gelmişti. Büyük ihtimalle bu durumdan da hoşnut değildi. Ahmet'in elindeki odun kovası ile yüzünde hoşnutsuz bir ifade ile girmesi de bunun göstergesiydi. Onun için üzülüyordum. Burada fazlaca vaktim olduğu için geçmişini araştırmıştım. Aslında çok yetenekli bir polisti.

"Dondum! Dondum! Dondum!" Cenk kapıdan içeri hışımla girdiğinde Ahmet'le birlikte benim bakışlarımda Cenk'e yöneldi. Ensesine doluşan karları engellemek için montunun yakalarını yukarıya kaldırmıştı. Koşar adım sobanın yanına gittiğinde bez eldivenlerini masasına fırlatarak ellerini sobaya tuttu. Kumral saçlarını her zamanki gibi dağınıktı. İlk gün evden şekil vererek çıkardığı saçları rüzgarlı hava ve yağmur yüzünden bozulmuştu. Tabi o gün özenle yaptığı saçlarının halini görünce bir daha yapmamaya karar vermişti.

"Oh be! Bu nasıl soğuk hava? Gelene kadar sümüklerim dondu." Cenk Erzurum'a yeni atanmıştı. Ilıman bir iklimden geldiği için Erzurum'un soğuk havasına uyum sağlayamamıştı. "Şark görevi bittiği gün Akdeniz'e kaçacağım."

"Cenk sana kürklü eldiven ve kalpak lazım. Diğer türlü ısınamayacaksın." Üstündeki monta göz atığımda Cenk cümlenin devamını tahmin ettiği için gözlerini devirmişti. Geldiğinden beri aynı şeyi tekrarlıyorduk belki ama Cenk inatla başının dikine gidiyordu. "Birde daha kalın bir mont."

"Sen de mi Leyla?" Melodik bir şekilde mırıldandığında gözlerimi devirdim.

"Ferdi Tayfur şarkısının bu şekilde katledildiğini duysa kahrolur adam." Cenk kapının tıklatılmasıyla konuşmak için araladığı dudaklarını geri kapattı. Gözleri aheste bir şekilde açılan kapıya döndü. Gelen Selen'di. Cenk'in Selen'i görünce gözleri parlamıştı. Selen, Cenk'ten bir kaç ay önce ve polis akademisinden gelmişti. Sarı dalgalı saçları vardı. Polis olmasına rağmen biraz çekingen bir kızdı.

"Nevra komiserim," Önce bana baktı. Sonra odunları sobaya koymayı henüz bitirmiş sobanın kapısını kapatan Ahmet'e ve en son Cenk'e bakmıştı.

"Gel Selen."

"Bir beyefendi geldi. Kızı dün geceden beri kayıpmış." Ahmet elindeki boş kova ile odadan çıktı. Kendisi de bir polisken bunları duymaya dayanamıyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı. Selen ısınmak için sobanın yanına ilerledi ve aynı Cenk gibi ellerini sobaya doğru uzattı.

"10 kişilik dev birliğimize haber sal, arasınlar kızı Selen." Cenk, Selen'in burayı sahiplenişini anlamlandıramadığı için kızın damarına basıyordu her fırsatta.

Kalb-i HaizWhere stories live. Discover now