OKYANUSUN ÖLÜMÜ +18

Arianassa tarafından

254K 11.6K 12.5K

Kalçalarımdaki iri avuçları bedenimi kaldırıp duvara yasladı. Boynumda gezinen ıslak ve kıvrak dili tenime s... Daha Fazla

Tanıtım.
Mavi Cehennem
Saklı mezarlık.
İblisin günahkar parmakları
Affan Akaner
Kağos
Borçlanmak
İçimdeki sessizlik
Sıcak liman
Dengesiz serzeniş
Kadınlık dürtüleri
Malikâne
Kırık kanatların ölümü
Kanlı bir geçmişin başrolü
Yalın ayak cehenneme
Korku ve Tutku
Melek mi? Şeytan mı?
Cennet ve Cehennem avuçlarında
Ölüm çiçeği
Azap
Ölümün Vahşeti
İntihardan yükselen ceset
Zifiri Cennet
Kaybolmuş parçalar

Bu Gece Benimle?

10.6K 407 505
Arianassa tarafından

18. Bölüm "Bu Gece Benimle?"

Kötü adamların varlığı büyük şehirlere gölge oluyordu. Arkalarında siyah cehennem kanatları olan kötü adamlar.

Kötü adamların var olduğunu hep biliyordum. Çünkü ben kötü bir adamın kirli tırnakları altında büyümüştüm.

Sonra beni kanatları altına çeken bir adama sürüklenmeye başlamıştım. O iyi mi, yoksa kötü mü asla düşünmemiştim. Çünkü bana bağışladığı bu yeni hayat yalnızca bana verdiği iyi niyetinin sembolü olabilirdi.

Affan Akaner. Kudretli bir adamdı.

Parmaklarım arasındaki fincana bakarken fincanın seramik yüzeyinden tenimi delip geçen sıcak buhar parmak uçlarıma nem düşürmüştü. Öylece tüten dumana bakarken tam karşımda oturan adamın alev alev yanan okyanus mavisi gözleri çoğu zaman dönüp bedenime misafir oluyordu. İçimi delip geçiyordu ve kasıklarıma şiddetli bir sızı peydah oluyordu.

Hemen yanımda ise oturan bir kadın. Karşımdaki adamı arzulayan bir kadın. Bu beni sanki boğuyordu. Bu düşünce beni bitiriyordu. Onu arzulayan bir kadınla aynı havayı solumak beni öldürüyordu.

Melek yemekten sonra gitmek yerine kahve istemiş ve rahatça yumuşak koltuğa kurulmuştu. Onu hala anlamış değildim. Hoş anlamaya çalışıyor muydum orası ayrı bir meçhuldü ama Affan onu bu denli istemezken, onun Affan'ı bu denli istemesi tam olarak neydi bilmiyordum.

Belki gurursuz ya da yüzsüzlük ya da belki de kendine engel olamıyordu. Affan onun bu hareketlerine ses çıkartmadan bizim için de kahve istemişti. Petek'i bir ağbi gibi yanına almış ve okulu hakkında sorular sorarken çoğu zaman uzun ve kemikli parmakları küçük fincanını tutarken gözleri uzunca bana takılıyordu.

Ama ona bakmaya cesaretim yokmuş gibi gözlerimi mis gibi türk kahvesi kokan fincandan kaldıramıyordum. Oysa ona bakmak için gözlerimin içi sızlıyordu. İğneler batıyordu.

"Yani evet bu okulun eğitim sistemi önceki okuluma oranla olukça sağlam. Devlet okullarında eğitim kötü demiyorum ama en azından bu kadar da başarılı değil."

Petek heyecanlı heyecanlı ona bir şeyler anlatırken okyanus mavisi gözlerini pür dikkat kardeşime dikmişti.

"Seren'i de bu yüzden o okula yazdırdım zaten. Eğitim sistemleri güçlü ve disiplinli."

Petek'in ışıldayan gözleri söndü ve yutkunur gibi ağzını kapattı. Aynı zamanda gözlerime dönen bakışlarına uçurumun önünde uzun bir salıncakta ayakları rüzgarla sevişirken sallanan bir kıvırcık gördüm. Sanki orda delicesine çığlık atıp mutluyken heran düşeceğini zaten biliyormuş gibiydi.

"Evet."

"Onunla hiç karşılaştınız mı?"

Seren onun kız kardeşiydi. Daha önce gördüğüm uzun siyah saçlı kız. Beynim o kadar dolu ve anlamsız bie serzenişteydi ki, o kızın sadece siyah uzun ve düz siyah saçlarını hatırlıyordum. Arkadaşlarının öldüğü gün karakolda dikkat etmiştim.

O zaman Affan ile kavga ediyor gibi çıkışıyordu. Ama anımsayamadım daha fazlasını.

"Evet. Karşılaştık ama pek konuşma fırsatımız olmadı. O günden sonra Seren, biraz değişti."

Affan anlamsızca güzel siyah kaşlarını çattı ve elindeki fincanı asil bir şekilde önündeki sehpaya yasladı.

"Değişti derken?"

Petek huzursuzca dizleri üzerinde birleştirdiği parmaklarını birbirine doladı ve yerinde bir iki kımıldadı.

"Yani artık hiç birimiz ile konuşmuyor. Kendi halinde sabah akşam yalnız."

Bence çok daha farklı şeyler vardı ama kız kardeşim telafuz etmeye ürküyordu. Bunu görüyordum. Ama sesimi çıkartmadım.

"Seren ile oldukça yakınız. İstersen onunla konuşabilirim Affan."

İstemsiz elimdeki fincanı sıkarken göz ucuyla yerinde heyecanla doğrulmuş Melek'e baktım. Oldukça istekli bir şekilde Affan'ın gözlerine bakıyordu. Ama Affan ona nazaran buz gibi bir ifadeyle önüne döndü.

"Gerek yok onu buraya çağıracağım yarın."

"Bence çok güzel olur. Bende burda kalır ve onunla konuşurum. Biliyorsun eski dostuz biz."

Yüzsüzlüğün de bu kadarı diye düşünmeden edemedim. Petek de aynı şeyi düşünür gibi yüzünü tuhaf bir şekle soktu ve Melek'e baktı. Yüzü komikti. Ama içimdeki cehennem kıvılcımları o kadar canımı yakıyordu ki bir daha dönüp onun komik suratına bakamadım.

"Gerek yok dedim Melek."

Sinirle elimdeki kahveyi sıcak olmasını umursamadan dudaklarıma yaslayıp dibini görene dek içtiğimde bu kadar sıcak olmasını beklemiyordum. Dilimin ucu kızarmış bir köfte gibi cızırdadı ve gözlerim istemsiz bu acı karşısında yaşardı.

Dilimdeki sayısız yara izi sıcak kahveyi misafir ettiğinde bir top lav ağzıma almışım gibi sızlıyordu. Kendimi her sıktığım da ya da korktuğum da dilimi ısırıp sayısız yaraya kucak açmıştım. Sıcak kahve boğazımdan aşağı duyulur bir şekilde indiğinde Affan 'ın gözleri yüzüme döndü. Bir şahin gibi bakıyordu.

Daha fazla duramayıp ayağa kalktım. "Elimi yüzünü yıkayıp geliyorum."

Hızlı adımlarla ilerlerken ayağımdaki terlikler oldukça tiz bir ses çıkartıyordu. Bu sese tahammül seviyem yoktu. Oturma odasından çıkıp üst kata çıkan merdivenlerin olduğu büyük hole gelince eğilip terlikleri çıkarttım ve merdivenlerin dibine bırakarak yalın ayak yukarıya çıkmaya başladım. Tırabzanlara tutunarak yukarıya çıkarken kalçam boyu uzanan saçlarım bir o yana bir bu yana savruluyor ve yukarı için attığım her adımda dalgalanıyordu.

Üst kata çıkıncı beklemeden banyoya geçtim. Terden nemlenmiş çoraplarımı çıkartıp bir köşede duran kirli sepetine attım ve parlak fayanslardan yüzüme yansıyan ışığı görmezden gelerek avucuma doldurduğum suyu üst üste birkaç kez yüzüme çarptım. Aynı zamanda buz gibi suyu ağzıma alıp çalkalarken banyonun sessiz olmasından dolayı ağzımdaki tufan sesleri dışarıya kaçıyordu. Sanki ağzımın içinde bir deniz çalkalanıyor gibiydi.

Birden gelen gülme iç güdüsünü savuşturup ağzımdaki suyu lavaboya tükürdüğüm vakit arkamdan kapının açıldığını duydum. Panikle ellerimi fayans banyo tezgahına yaslayıp arkama baktığımda kapı boyunca tünemiş onu gördüm. Kalbim sanki onu görmek celladı yanıma çağırmışlar gibi çarpmaya başlarken kirpiklerimden düşen su damlası aralık dudaklarımdan içeriye sızmıştı.

Orda bekliyordu. Heybeti kapı boyunca uzanmıştı. Öylece ona bakarken gözlerini gözlerimden ayırmadan kapıyı kapattı ve ağır adımlarla yanıma yaklaşmaya başladı. Aramızdaki mesafe her kapanmaya yüz tuttuğu vakit kalbim daha hızlı çarpıyor ve dizlerim birazdan beni düşürecekmiş gibi daha şiddetli titriyordu.

Yaklaştı, yaklaştı ve dibimde durdu. Hâlâ bedenim aynaya dönüktü. Sadece başımı yana çevirip ona bakıyordum ama o yanıma ulaşınca yukarıya çevrilen başım ile ıslak kirpiklerim ardından ona baktım. Göğsünden yayılan sıcak koluma çarpıyor ve içimi ısıtıyordu sanki.

"İyi misin?"

Sesi banyo gibi basit bir yere fazla gelmiş gibiydi. Yutkundum istemsiz. Ağzımın içindeki ıslaklığı kurutmak istermiş gibi derin derdin.

Sesim çıkmıyor gibiydi. Heyecandan mı bilmem ama ses tellerim derinliklere saklanmış benim bu avanak hallerine kıkır kıkır gülüyorlardı.

Başımı salladım yüzüme düşen ıslak perçemler boynumu huylandırırken.

Birden gözleri boynuma düştü. Eğilirken ıslanan saç uçlarımın ıslaklığı boynum ve yanaklarımı ıslatmıştı. Bir banyonun sadece küçük bir bölümünde o başımda bir zebani ve ben kudretli bakışları altında titreyen bir kurban gibiydi.

Sonra bakışları yavaş yavaş aşağı kaydı. Göğüslerimin çıkık hatlarından ağır ağır geçti. Göğsüm daha hızlı kalkıp indi. Yavaş yavaş indi ve çıplak ayaklarıma kaydı. Bir süre titreyen dizlerime ve kızarmaya başlamış beyaz küçük parmaklarıma baktıktan sonra başını tekrar kaldırdı ve hiç ummadığım bir vakitte koltuk altlarımdan tutarak beni zorlanmadan kaldırdı.

Bu ani ve beklenmedik hareket karşısında aralık dudaklarımdan küçük ve tiz bir çığlık kaçarken kalçalarım fayansın soğuk yüzeyine yaslandı. Bacaklarım aralık ve bacaklarım arasında onun iri büyük heybeti vardı.

Şaşkınlıkla ona bakarken bir adım geriledi ve elindekileri yanımdaki boşluğa bıraktı. O zaman fark ettim elindekileri. Aşağıda bıraktığım terliklerdi bunlar. Ve bir çift küçük siyah patik çorap.

"Ne yapıyorsun?" Dedim şaşkınlıkla ona bakarken.

Başı eğikken gözlerini kaldırdı ve kaşları kirpiklerini süslerken gözlerime baktı. "Terlikleri aşağıda bırakmışsın. Çoraplarını hangi ara çıkarttın hiçbir fikrim yok ama ayakların koridor boyunca iz bırakmış."

Ağzım açık kalırken sırtım aynaya çarpmak üzereydi. Çoraplar nemlendiği için parke de iz bırakmış olmalıydı ama farkında değildim.

Elindeki siyah çoraplardan tekini alıp baktı. Sonra dönüp ayaklarıma baktı.

"Ayakların çok küçük. Baksana çorap avucumda kayıp oluyor."

Avucuna sığdırdığı ufak çoraba baktım. İri avucu ve uzun parmakları küçük çorabı daha da küçültmüş gibiydi. Ufacık kalmıştı zavallı çorap.

"Ayaklarım küçük değil ki, avuçların büyük." Dedim hala avucuna bakarken. Biran bakışları tekrar yüzüme çıktı. Öyle güzel bakıyordu ki utanıp başımı kaldıramadım.

Sonra gümüş yüzüklerle süslenmiş uzun beyaz parmaklarını uzattı ve ayağımı avuçladı. Dizlerim hala titriyordu, hatta şiddeti daha da artmıştı. Sıcacık avucu buz tutmuş ayağımı avuçlarken birsüre avucuna küçük gelen ayak parmaklarıma baktı.

"Hayır ayakların minik." Diye fısıldadı. Cevap vermedim. Öylece avucu arasındaki ayağıma baktım. Sonra başımı kaldırıp ona bakarken o ayağımı bırakmadan diğer elindeki siyah patik çorabı uzattı ve nazikçe ayağıma geçirdi. Hâlâ ona hayran hayran bakarken diğer ayağıma da çorabı geçirdikten sonra terlikleri çoraplar üstünde ayağıma geçirdi. Ayaklarım ısınmıştı.

"Çıplak ayaklarla dolaşma. Üşütürsün."

Biran senden başka kimin umrunda ki demek istedim. Ama sonra fark ettiğim gerçeklik ile irkildim. Ruhum derin bir vaveylâ koparttı. Ben onun umurundaydım. Diğerleri kimin umrunda ki. Sadece o umursasın istiyordum.

Başımı ayaklarımdan ayırırken bir adım daha yaklaştı ve göğsü hızlı hızlı inip kalkan göğüslerinme çarpmak üzereyken başını bana yaklaştırdı. Bir sonsuzluğa kurban gitmiştik sanki. Şuan neredeydik? Ne yapıyorduk? Hangi zamandaydık hiç birinin önemi yoktu. Parmakları pantolondan çıplak kalan ayak bileklerimi tutarken yavaş yavaş yukarıya çıktı.

Nefesimi tuttum. Ağzımda kalan son hava yanaklarımı az da olsa şişirmeye devam ederken.

Parmakları tenimin çıplaklığından sıyrıldı ve pantolonum üzerinden geçip titreyen dizlerime ulaştı. Onun parmakları değdiği an ne denli şiddetle sarsıldıklarını anlamıştım. Bir deprem gibi sallanıyorlardı.

Hâlâ gözlerimin içine bakarken onun okyanuslarının derinliklerini görüyordum. Sanki o Affan Akaner gözlerindeki duvarları benim için kaldırmış gibiydi. Sanki herkes için ördüğü duvarlar bana harammış gibiydi.

Avuçları titreyen dizlerimi geçti ve bacaklarım boyunca yukarıya çıktı. Sonunda ince belimi buldu. Tanrım havasızlıktan ciğerlerim sızlıyordu yüzüm kızarmıştı ama nefes almayı unutmuştum sanki. Sanki nefes alırsam bu an bozulucakmış gibiydi. Nefes almaya korkuyordum.

Sıcak avuçları, uzun parmakları belimdeydi. Büyük yüzüklerinin baskısını hissediyordum.

Bana attığı son adımda sert karın kasları kasıklarıma çarptı. Adonislerini bile hissediyordum. Bir kalkan gibi geniş ve sıcak olan göğsü durmuş göğsüme çarptı. Neye uğradığımı şaşırdım. Parmaklarım hala öylece iki yanımda duruyordu. Bana çarpması üzerine pazılarına tutunmuş parmak uçlarıma kokusu ve sıcaklığı sindi. Sert hatları parmaklarım altında gerilmişti.

Burnu burnuma değecek kadar yakındı. Tıpkı sabah olduğu gibi yine nefesi yüzüme çarpıyor. Ve tıpkı sabah olduğu gibi kalp krizi riskim vardı.

"Nefes al güzelim."

Nefesim daha çok kesildi. Bedenlerimiz iç içe geçmiş gibi oldukça yakınken benden nefes almamı istiyordu. Nasıl nefes alabilirdim ki?!

"O kadar ürkeksin ki, bende sürekli seni koruma iç güdüsü uyandırıyorsun. Ama zaman geliyor o kadar güçlüsün ki, göğsüm gururla kabarıyor."

O farkında değildi ama ben bütün dünyaya yenilmemek için yıllarca savaş verirken bir gün bir bar kenarında sesine yenildim. Gözlerine tutsak düştüm ve kokusuna öldüm.

Farkında değildi ama görüyor gibiydi. Onun yanında kendimi korumama gerek yoktu o benim yerime beni koruyordu..

Yavaş yavaş nefes alıp vermeye başlarken gözleri gözlerimden kopup küçük burnuma ordan sus çizgisine ve en sonunda da dudaklarıma kaydı. Dudaklarım aralıktı ve titriyordu. Bunu anlayacak kadar aklım başımdaydı.

Beni öpmek istermiş gibi bakıyordu. Bunu anlamayacak kadar aklım başımda değildi.

Sonra yutkundu ve bir eli hala belimde duruken diğer eli yüzüme düşen bir tutam saçı alıp işaret parmağına doladı. Saçlarım da artık o kokuyordu.

"Lavinya." Dedi derin ve erkeksi sesiyle.

Ağzımı açtım. Ama yemin ederim, bütün çektiğim acılara ve hala titreşmekte olan dizlerime yemin ederim ki sesim çıkmıyordu. Sesim irademe boyun eğmiyordu. Sesim onun sesine kurban adamış benden kaçmıştı..

"Bu gece, yine benimle uyur musun küçüğüm? "

Artık emindim ki kalbim atmıyordu. Kalbim atmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Şimdi Affan ile sarmaş dolaş onun cehennemine seyehat ediyorduk.

"Neden?" Dedim sesim küçük bir karıncayı bile ürkütmezken. Yüksek disebellerden uzak.

Gözleri parmağına doladığı kırık ve hala birazcık ıslak olan saçlarımdan çıkıp yine gözlerime değdi.

"Çünkü dün gece kokunu içerken huzur kapımı çaldı."

Benim kapılarım ise ona yıkılıyordu. Bir bir.

Ağzımı açmışken bana olan yakın teması başımı döndürürken ikinci kez o öpücük için yanıp tutuşuyorken olan oldu.

Tıpkı bir dejavu gibi olaylar kendini tekrar ediyormuş gibi aptal bir durumdu bu yaşadığım. Kapı pat diye açıldı ve içeriye kıvırcık bir kız çocuğu girdi. Gözleri şokla açılıp ikimizin bu müstehcen hallerine şahitlik ederken Affan yine gözlerini yumup sinirle çene kaslarını sıktı.

"Opsss yine yanlış zaman yine yanlış zaman. Özür dilerim lütfen siz devam edin ben çıkıyorum. Yani ne yapıyorsanız ona devam edin. Ne diyorum ben. Görüşürüz!"

Kapı açıldığı gibi pat diye kapanırken donmuş gibi aynı vaziyetteydik. Ben şoktan hareket dahi edemezken. Affan gözlerini açtı.

"Sikerim böyle işi." Diye dişleri arasında fısıldadı. Hızla kendime gelirken onu itmek için ellerimi kollarından çekerek göğsüne yasladım ve geniş göğsüne küçücük kalan güçsüz parmaklarımla onu itmeye çalıştım.

Ama Affan iki eliyle belimi sıkı sıkı tutup kendini bana bastırdığı an gözlerim yuvalarından çıkıcakmış gibi şokla açılmış ağzım aval bir şaşkınlığa gebe kalmıştı.

"Daha konuşmamız bitmedi?"

Yutkunurken bakışlarımı kaçırdım.

"Gitmek istiyorum."

Başını iki yana sallayıp serseri bir bakışla bana baktı.

"İstemiyorsun."

Ona cevap vermeden göğsündeki ellerime bakarken Petek ne düşünür diye kendi kendime sordum. Ama sonra o kadar ki umrumda olmadığını fark ettim ki Affan'a bakmaktan utandım.

"Bana bir cevap verecek misin? Bu gece benimle uyur musun?"

Gözlerimi kaldırıp yukardaki ışıkların gölge düşürdüğü elmacık kemiklerine baktım. Gece karası saçları ve okyanus mavisi gözleri. Tanrım neden bu kadar güzel ki? Bu haksızlık değil mi biz bitik insanların kalbine.

Ona ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Evet mi demeliydim? Yoksa hayır mı? Hayır demek için hiçbir nedenim yokken evet demek için binlerce bahanem vardı. Binlercesini de uydurabilirdim. Öyleyse neden evet demiyordum.

"Olur."

Ben demiştim. Bu benim sesimdi öyle değil mi? Titreyen sesim.

Elini kaldırıp alev alev yanan yanağıma bastırdığı an benim yanağım mı daha sıcak yoksa onun baba şefkati barındıran avucu mu çözemedim. Sonra bana yaklaştı ve yaklaştı. Zaten bir avuç kalmış olan mesafe kısa sürede kapandığında belki de hayatım boyunca ilk defa bu denli heyecanlıydım.

Sonra yumuşak, dolgun ve nemli dudakları tam elmacık kemiğim ve gözüm arasındaki boşluğa kondu. Dudaklarını hıncını almak istermiş gibi naif ama sert bir şekilde tenime bastırıp oraya bir öpücük kondurduğunda bu bana armağan ettiği üçüncü öpücük olmuştu. Dudakları üçüncü kez değiyordu tenime.

Omuzumda bir melek vardı. Onun sıcacık öpücüğünde doğan kızılcık bir melek. Saçlarım arasında bir melek vardı. O öperken kanatlarını açan. Ve şimdi yüzümde bir melek vardı. O şimdi öptü ve Melek mavi gözlerini açarak gülümsedi.

O dudaklarını tenime bastırdığı an bedenimdeki şehvet ve şefkat birbirine girip heyecanı ortak koşarken nefesim tekledi. Göğsündeki avuçlarım terledi ve kasıklarım ilkel bir kadınsak iç güdü ile sızlamaya başladı.

Sonra Affan hiçbir şey söylemeden bedenini bedenimden koparıp arkasını döndü ve yayvan adımlarla çıkıp gitti. Beni banyonun tezgahı üzerinde yalnız bırakıp gittiği an düştüğüm boşluk uzayın o köhne ve bilinmez boşluğundan bile daha beterdi.

Beni öpmüştü. Üçüncü kez. Ve beni öpsündü. Milyonlarca kez.

İçine düştüğüm ağır travmayı atlatıp fayans ile bütünleşmiş kalçalarımı havalandırıp tezgahtan atladım ve aynaya bakmaktan korkarak hızlıca banyodan çıktım. Bu banyo artık benim için asla basit bir banyo olmayacaktı.

Dışarı çıktığım an ellerimle yüzüme yel yaparak serinlemeye çalışırken ayaklarıma bakmaktan kendimi geri çekemiyordum. Gözlerim istemsiz ayaklarıma kayıp duruyordu. İçimden kahkaha atmak geliyordu sanki.

Ya da delicesine bir tarafa oturup saatlerce ayaklarıma bakarak gülümsemek.

Ne saçma bir duygu birikimi tanrım.

Merdivenlerden hızlıca inip oturma odasına geçerken o orada mı acaba diye düşünmeden edemiyordum. Orda olursa yine o derin okyanus mavisi gözlerini bedenime dikerse düşüp bayılabilirdim.

Bunu düşünmeden edemiyordum ama bir şekilde cesaretimi toplayıp odaya girdim. Adımlarım altındaki zemine her çarptığında olanları unutmak için verdiğim çaba ile gözlerim kararıyordu.

Odaya girdigim an gözlerim belirsiz bir duygunun karmaşası altında onu arasa da o burda değildi. Affan burda değildi. Melek de burda değildi. Sadece Petek oturmuş elindeki telefon ile uğraşıyordu.

Ona bakmaya bir şekilde utanıyor bir şekilde de utanmazca bakıyordum. "Herkes nerede?"

Dedim merakla eski yerime otururken.

Petek başını kaldırıp sinsi bir şekilde gözlerime bakarken kendime engel olamadan gözlerimi yine ayaklarıma diktim. Ve yine yüzüme bir ateş bastı, ordan bütün bedenime sızdı.

"Affan ağbi seninleydi ablacım. Nerede olduğunu senin söylemen lazım. Melek isimli şeytan da Affan ağbi banyo da ablamı götürüyor diyince koşarak üst kata geldi. Birazdan saç baş birbirinize girersiniz diye bekliyordum ben aslında."

Şokla başımı kaldırıp onun rahat tavrına baktı..

"Ne dedin ne dedin? Kim beni götürüyor? Ne?!"

Ellerini havaya kaldırıp masumca gözlerime baktı.

"Ablacım ben gördüklerimi söyledim sadece. Valla fazlası yok."

Sinirle yerimde tepimemek için kendimle savaşırken yeri sertçe döven topuklu ayakkabının sesiyle Melek içeriye girdi ve gözlerime o kadar büyük bir nefretle baktı ki, ben bu nefrete inanamadım.

Gözlerinin kızarıklığı ile neler olduğunu anlamaya çalışırken koltukta duran çantasını hınçla alarak koluna taktı

"Gidiyorum ama yarın yine geleceğim."

Bunu gözlerimin içine bakarak söylemiş ve sinirle arkasını dönüp gitmişti.

"Sanırsın babasını tapulu mülkü. İstediği vakit gelip gidiyor."

Derin bir nefes aldım ve onun arkasından bakmaktan vazgeçtim.

"Burası bizim de babamızın tapulu malı değil Petek. Hem o Affan'ın kuzeni unutma."

Petek umursamaz bir şekilde omuzlarını oynattı.

"Ama burda istenmeyen biz değiliz. O."

Ona bir şey söylemeden duvarda asılı tarihî olduğu belli olan gösterişli saate baktım. Saat gecenin birine geliyordu.

"Petek hadi ablacım artık git ve yat. Yarın okulun var."

Esneyerek başını salladı ve telefonu kotunun cebine yerleştirdi.

"Senin de okulun var abla. Sende artık uyu."

Uyu dediğinde içime kaçan heyecanın tohumları uzun zamandır filizlemişti. Ama haberim yokmuş gibi davranıyordum.

"Olur." Dedim basit bir şekilde.

Birlikte sesizce yukarıya çıkıp iyi geceler diledikten sonra ayrılmıştık. Petek ona verildiği odaya giderken etrafta kimse yoktu. Sarah ve diğerlerinden de bir iz yoktu. Heyecanla parmaklarımı önümde kenetledim ve Affan'ın odasının kapısının önünde durdum.

Şimdi kapıyı vurup içeriye girmem gerekiyordu. Ama belki de içeride değildir. Neden kapıyı vurayım ki bir aptal gibi?

Ya içerdiyse ve uygunsuz bir vaziyetteyse, o zaman yaşayacağım utanç ne olacaktı?

Kendi kendime kapının önünde tartışırken arkadan bedenime vuran sıcaklık ile kapıya bakan gözlerim kocaman açıldı.

"Neden içeriye girmeyip kapı dibinde duruyorsun Lavinya?"

Adımı söylerken sesindeki o tını varya, beni oraya gömün ve ses tellerini üstüme örtüp bakışlarıyla sulayın. Başka türlü kurtulamayacaktım.

Alt dudağımı ağzımın içine yuvarladım.

"Tam içeriye girmek üzereydim." Dedim sessizce.

"O zaman içeriye girmeye devam et."

Başımı sallayarak kapı kolunu tuttum ve aralayarak bedenimi içeriye sürükledim. Arkamda onun heybetli bedeni beni takip ediyordu. Belki bir adım uzağımda ya vardı ya yoktu.

İçeriye girerken yüzüme çarpan yine onun kendine has kokusuydu. Her insanın kokusu farklıdır. Çünkü her insanın teni kendine özgü farklı bir koku salgılar.

Bebekken herkes aynı kokarken büyüdükçe beden değişir ve salgıladığı kokuyu da değiştirirdi.

Onun teninin salgıladığı koku hiçbir kokuya benzemiyor gibiydi. Sanki anlatsam anlatamayacak gibi. Ama güzeldi işte. Huzurdu işte. Burun deliklerime hoş gekiyordu işte.

Odaya girerken bedenimin salgıladığı heyecan ve gerginlik en üst düzeydeydi. Avuç içlerim terlemiş nefes alışverişlerim hızlanmıştı. Ama gerginliği alan Affan'ın arkamdaki varlığının uzaklaşması olmuştu. Büyük ve güzel gardıropa yönelip içinde bir şeyler karıştırırken bende rahatlayarak camın önündeki koltuğa oturdum.

Onun arkadan heybetine bakarken hareket ettikçe açılan geniş omuzları, ince beli, sert sırt kasları sıkı ve dolgun kalçaları uzun kaslı bacakları gözlerimi şenlendiriyordu.

Gözlerim bir festival yaşıyor gibiydi.

Derin bir nefes alıp gözlerimi bacaklarından yukarıya kaldırdığım an omuzunun üzerinden bana bakan gözleri ile biran şoka uğradım. O bana mı bakıyordu? Hem de ben onu dikizlerken.

Utanmış bir şekilde bakışlarımı kaçırırken tek kaşını kaldırdığını

"Manzara güzel mi?"

Alaylı sesi karışısında ne yapacağımı bilmiyordum.

Sesimi çıkartmadan ona cevap vermeyi red ettim.

Ama neyseki beni daha fazla utandırmamak için bir şey söylemeden tekrar işine döndü.

"Yarın senin için birkaç kıyafet bakalım. Senin için aldıklarım arasında pijama bile yok."

Ona gerek olmadığını söylemek istemiş ama bir şey söyleyememiştim. Gerek yok desem ne yapacaktı? Tamam mı diyecekti. Hiç sanmıyorum.

Arkasını döndüğünde elindeki kıyafetlere baktım. Her iki elinde de kıyafetler tutuyordu ve renkleri de aynıydı. Gri ve siyah.

Yanıma yaklaştığı zaman sağ elindeki kıyafetleri bana uzattı. Çatık kaşlarla ona bakarken elinden almaktan da geri durmamıştım.

"Pijamalarım sana uzun gelir diye şort verdim."

Ağzım açık bakarken diğer elindekileri yatağın üstüne bıraktı. Kıyafetleri dizlerim üzerine bırakıp baktığımda dediği gibi gri bir erkek penye şort ve siyah kollu bir tişört olduğunu fark ettim. Başımı kaldırdığım an onun başından çıkartmak üzere olduğu tişört ve çıplaklığı ile göz göze geldim. Neden atlet giyememişti ki?

Tanrım yanaklarım yanıyordu.

Hemen başımı çevirip önüme dönerken kıyafetleri avucuma sıkıştırıp koşar adımlarla ebeveyn banyosuna geçtim ve sırtımı kapıya vererek soluklandım. Yanımda biraz fazla rahattı sanki.

Ya da o rahatlığı vererek beni rahatlatmaya çalışıyordu.

Bilmiyorum ama bu hareketleri kalbime hiç iyi gelmiyordu.

Hızla üstümdekileri çıkartıp bana verdiklerini üzerime geçirdiğimde şort hem kalçalarıma hem de belime biraz bol gelmişti ama lastiğini sıkarak bir nebze olsun kendime uygun yaparken kollu tişörtün kolları parmaklarımı bile geçiyordu. Tanrım o dev gibiydi. Hele tişörtün omuzları? Resmen benim omuzlarımın iki katıydı. Abartısız.

Aynadaki yansımama bakarken dağılmış sarı saçlarımı düzelterek banyodan çıktım. Çıkarken çıkardıklarımı son anda kirli sepete atmış ve çıplak kalan bacaklarımı unutarak çıkmıştım.

Bacaklarımda tonla yara vardı. Ama yemin ederim ki artık hiç birinden utanmıyordum. Çünkü Affan onları yavaş yavaş iyileştiriyordu.

Ve hepsini iyileştirecekt. Buna emindim.

Bana sonsuzluk sözü vermişti.

Banyonun kapısını arkamdan kapatıp odanın sıcak havasıyla bütünleştiği an Affan da tıpkı üstümdekilerin aynısını giymişti. Gri penye şort ve uzun kollu siyah tişört.

Biran ikiz gibi giyinmiş olmamıza şaşırarak bir ona bir de kendime baktım. Aman allahım resmen çift giyinmiştik. Bunu kasten yaptığını biliyordum ama kalbime söz geçiremiyordum.

Yutkunarak yanına yaklaşırken o yatağın bir ucuna uzanmış kollarını ensesinde birleştirmişti. Geldiğimi fark ettiğinde dirsekleri üzerine doğruldu ve beni büyük bir ciddiyetle baştan aşağı süzdü.

Göz bebekleri parıldadı.

"Sana daha çok yakıştı." Dedi beni utandıracak kadar derin bakarken.

Yatağın diğer ucuna otururken omuz silktim.

"Oldukça bol geldi bence."

İki parmağı ile beni yanına çağırdığı vakit büyük yatağın üzerinde emekleyerek yanına yaklaştım. Tişörtün yuvarlak yakasından görünen gerdanım ve köprücük kemiklerime bakarken iç çekti gibime gelmişti.

Elini uzatarak bir kolumu tuttu ve diğer eli yardımıyla parmaklarımı geçen kollarını katlamaya başladı.

Çoğu zaman koluma sürtünen uzun parmak uçları ile heyecanım artsa da sesimi çıkartmadan yaptığı işe odaklandım.

Bir kolunu bitirdiğinde diğer koluna geçmişti. O kolumu yayvan hareketlerle katlayarak bileklerime getirdiğinde yaptığı işe derince baktı.

"Böylesi daha iyi."

"Teşekkür ederim." Demiş olmama rağmen parmakları arasındaki kolumu geri çekmedim.

Başını salladı ve bir süre daha kolumu bırakmadan yüzüme baktıktan sonra kendini geri çekerek eski pozisyonuna geçti.

"Yarın seni okula yine ben bırakacağım."

Sırtımı yatak başlığına yaslayıp onun yan profiline baktım. Burnu ve dudakları o kadar güzeldi ki.

"Beni hergün mü bırakacaksın?"

Başını salladı ama gözleri hala tavandaydı.

"Seni hergün bırakacağım."

Şikayetim yoktu zaten. Onunla yolculuk yapmak çok güzeldi.

"Akşamları da ben alacağım."

"Hergün mü?"

Diye sordum cevabı bilmeme rağmen öylesine. Sanki konuşmak için konuşuyorduk.

"Hergün."

Sonra bir süre sessiz kaldım. Gözlerim git gide daha da ağırlaşırken sanki göz kapaklarım üzerine bir baskı vardı. Saniyeler bana gülerken daha da karanlık bir görüş açısı vardı.

Biran iyice mayışmışken onun bedenini bana çevirdiğini ve gözlerini yüzüme diktiğini anımsadım. Sonra yataktan kalkarak pikeyi bedenim üzerine örtmesi ve aynı pikenin altına girmesini hissettim. Yemin ederim uyku beni sıkı sıkı tutarken dahi onun hareketlerini ezberlemiş gibi hissediyordum.

Bedenindeki sıcaklığı ile derin bir uyku bana gülümsüyordu. Ona sözümü tutmuştum ve bu gece de onunla uyuyordum.

Ona huzuru veriyordum. Ondan çaldığım huzurla.

Sonra gecenin karanlığı ikimizin üzerine çökerken bedeninden yayılan sıcaklık bedenimi yaktı ve kül etti.

Sabah küllerinden doğması için gece boyunca defalarca yaktı. Onun bana vaad ettiği ateş bile bana güzel geliyordu.

Uyku ölümün kardeşidir derler. Bugün bir kez daha Affan ile oldum. Ve yarın sabah bir kez daha Affan

Sabah gözlerim açıldığında o yine ve yine yoktu. Bunu neden yapıyordu bilmiyordum. Belki ben rahatsız olmamanın diye, belki de işleri vardır diye bilmiyorum ama ne kadar erken uyanırsam uyananyim Affan yatakta ya da odada olmuş olmuyordu. Çoktan ayrılmış oluyordu.

Gerisinde sıcaklığı ve kokusundan köhne bir iz bırakmışken.

Sıcacık yataktan doğrulurken camdan içeriye sızan güneş ışınları parke zemini aydınlatıyordu. Güneşin parlak ışığı duvarlara çarpıp yüzüme yansıma yapıyordu.

Çıplak ayaklarını yere bastırıp ayağa kalkarken üstündekileri gözüm çarptı. Dün gece bana verdiği kendisine ait kıyafetlerdi bunlar. Aynılarını kendisi de giymişti. Ve bir çift gibi aynı yatakta uyumuştuk.

Yüzüm kızarırken kendime mani olmadan gülümsedim. Ne kadar da huzur veren bir his bu böyle.

Banyoya geçip elimi yüzünü yıkadıktan sonra Affan 'ın olmamasını fırsat bilerek üstümü değiştirmiş ve saçlarıma kısa bir taraf vurduktan sonra kendime çeki düzen vererek aşağı inmiştim. Tabi yine yatağı kendim toplamaktan geri durmamış olmam büyük bir saçmalıktı ama bu bendim işte.

Belki de ilk defa bana verilen huzuru paylaşmak istemiyordum belki de.

Uzun merdivenleri yalın ayak inerken yine terlikleri giymeyi unutmuştum. Bunu fazla önemsemeden merdivenleri bitirip tam orta holde durdum. Acaba ilk önce mutfağa mı geçsem yoksa oturma odasına mı karar verememiş bir şekilde iki yana bakarken mutfağın büyük kapısı açıldı ve Sarah asık suratla göründü.

Beni görünce telaşlı adımlarla bana adımlarken arkasındaki aralık kapıdan görünen karmaşa aklımı karıştırmıştı. Mutfak çalışanları bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu.

"Günaydın Lavinya hanım."

"Sana da günaydın Sarah. Ne oluyor orda?"

Dedim kaşlarımla arkasındaki mutfağı gösterirken. Sarah kısa bir süre kafasını çevirip mutfak kapısına baktıktan sonra tekrar önüne döndü.

"Efendim bugün Affan beyin misafirleri var. Sabah erkenden hazırlıklara başlamamızı istedi."

Kaşlarım çatık bir şekilde başımı salladım. "Öyle mi? Misafirler kimmiş?"

"Kız kardeşi ve arkadaşları bildiğim kadarıyla."

Dün akşam yemeğinde SıSer'i çağıracağını söylemişti zaten. Ama arkadaşları kimdi bilmiyordum.

"Peki Affan nerede?" Dedim onun adı ağzımdan bir ilah gibi çıkıp dilimi yakarken.

Sarah gözleri pırıldarken gözlerimin içine baktı.

"Efendim sabah koşusuna çıkmıştı. Birazdan gelir."

Başımı sallayarak onu onayladım. Demek sabah koşusuna gitmişti. Keşke ben de onunla gidebilseydim. Onunla yan yana sabahın ilk ışıkları eşliğinde koşarken güneş yeryüzünde ilk bize merhaba diyecekti. Bunu düşünmek bile sanki uzuvlarıma bir sızı bastırmıştı.

"Biz zaten kahvaltı masasını kuruyoruz. Affan bey siz uyanınca masanın hazır olmasını istedi. "

"Petek uyandı mı?"

"Hayır efendim bende onu uyandırmak için üst kata çıkıyordum."

Onu onayladıktan sonra Sarah'ı arkamda bırakarak yemek odasına geçtim. Uzun kahverengi yemek masasının bir tarafı yine doluydu. Çeşit çeşit kahvaltılık ve taze sıkılmış portakal suyu masada dururken masaya oturmak yerine odanın diğer köşesine kurulmuş oturma grubuna oturup yine üşümüş ayak parmaklarımı kalçalarım altına topadım.

Sırtımı rahat koltuğa yaslayıp başımı geriye atarken gözlerim sızlıyordu. Sanırım dün gece deliksiz bir uyku uyumuştum. Uzun zaman sonra.

"Günaydın ablacım."

Odanın kapısından elinin tersiyle gözlerini ovarak giren kız kardeşimi görünce bu berbat haline gülesim gelmişti. Kıvırcık saçları kafasının üstünde bir bonus gibi kabarmışken hala pijamaları ile duruyordu. Gözleri mahmur dudakları büzüşmüş bir kız çocuğu gibi duruyordu. Sadece elinde küçük pofuduk oyuncak ayısı eksikti.

"Günaydın Petek. Niye bu hâlde aşağı indin?"

Yanımda ki çift kişilik koltuğa kurulup uzandı.

"Çok uykum var."

Başımı iki yana salladım. "Kalk git elini yüzünü yıkayıp üstünü giy ve aşağı in. Affan da gelince birlikte kahvaltı yaparız."

Affan dediğimde yine yüzünde oluşan hınzır gülümseme ile bakışlarımı kaçırdım.

"Affan ağbi gelmeden boğazından geçmiyor demek?"

"Petek!" Dedim uyarır bir sesle ama Petek gülerek yerinde doğrulurken benden korkmuş bir hali yoktu.

"Ne Petek? Sanki yalan."

"Yalan olan neymiş?"

Birden nefesim kesildi. Hızla başımı çevirip kapıya baktığımda kulaklarında beyaz kulaklıklar üstünde siyah sporcu atleti ve altında ise siyah beyaz şeritli bir şort giymiş onu gördüm. Saçları terden ıslanmış alnına yapışmıştı. Dudakları aralıkta ve fazla koştuğu için göğsü biraz derin kalkıp iniyordu.

Onun bu hâli resmen can alıyordu. Yemin ederim can alıyor can veriyordu. Biran yutkunamadan onu bu şekilde baştan aşağı süzmem hoşuna gitmiş gibi manidar bir şekilde başını omuzu üzerine eğip gür kirpikleri ardında gözlerime baktı. O bakışına içim eridi.

"Günaydın Affan ağbi. Koşudan mı?"

Başını salladığı zaman saçlarından birkaç tutam daha alnına düştü. O perçemlere dokunmak için sızlayan parmaklarımı avucuma kıvırıp yumruk yaptım.

"Günaydın güzelim. Evet koşudan dönüyorum. Ben kısa bir duş alıp geliyorum istersiniz siz masaya geçin."

Bizi ardında bırakıp arkasını döndüğünde şortun altında kasılmış sıkı kalçaları ile yüzüme ateş basmıştı. Ağır adımlarla gözden kayıp olduğunda Petek de ayağa kalkmıştı.

"Bende bir kendime çeki düzen vereyim abla. Sende adama içine düşecekmiş gibi bakma."

Gözlerimi iri iri açıp koltuğun aynı renkteki yumuşak kırlentini ona fırlatmak için arkamı döndüğümde gülerek uzaklaşmıştı.

O da hızla odadan çıkmış ve üst kata çıkmıştı. Tekrar odada yalnız başıma otururken Sarah taze demlenmiş çayı cam demlikte masaya koyup tekrar aynı hızla mutfağa geçmişti. Karnındaki guruldama açlığımı bana hatırlatıyor olsa da , buraya geldiğim şu bir hafa boyunca normal yediğimin iki katını yediğimi fark etmiştim.

Derin bir nefes çekerken sabahın o bilinmez kokusu masada tüten taze çayın kokusuna karışıyordu. O kadar güzel ve huzurlu bir kokuydu ki, sanki sadece bu an varmış gibiydi.

Kısa süre sonra Affan ve Petek birlikte inmiştiler. İkisi de az öncekinin aksine daha derli toplu giyinmişti. Affan'ın şampuanından gelen mentol kokusu genzime kaçmış ciğerlerimi şenlendirmişti. Özellikle şampuanın kiraz çiçeği kokusuna karışan mentol kokusunun bir de ağır erkeksi parfümü karışımı beni benden almıştı. İstemsiz derin derin nefesler alırken onun dikkatini çekmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum.

Hep birlikte masaya kurulurken yine Affan en başa geçmiş ben ise hemen yanına kurtulmuştum. Karşımda ise kız kardeşim büyük bir iştahla masayı süzüyordu.

Sarah çayları doldurup bizi yalnız bıraktığın an Affan her zaman olduğu gibi kendi tabağından önce benim tabağımı tıka basa doldurmuştu. Artık bu şaşkınlık vermiyordu. Hatta aksine fark ettim ki ben masaya oturunca artık onun benim tabağımı doldurmasını bekliyormuşum.

Petek bu hallerimize alttan sırıtırken ben çatalımı almış çoktan kahvaltıya başlamıştım bile.

"Bugün kız kardeşin falan gelecekmiş?"

Affan ağzındaki lokmayı yavaşça çiğneyip adem elması hareket edecek şekilde yuttuktan sonra çatalını nazikçe masaya dayayıp bana döndü.

"Evet seni okuldan aldıktan sonra birlikte onları da alacağız."

Kahvaltıdan sonra Petek başka bir arabayla okuluna gittiğinde bende Affan 'ın siyah arabasının ön koltuğunda yerimi almıştım. Bu sefer yanıma aldığım defter ve kitaplar sırt çantamla birlikte ayaklarım dibinde duruyordu.

Arabanın içinde onunla aynı nefesi soluyorduk. Ankara'nın kasvetli havasına rağmen parıl parıl parlayan güneş ön cama vuruyordu. Ayakkabılarımı çıkartıp ayaklarımı yine kalçalarım altında topladım ve ona dönük şekilde oturdum. Üstünde boğazlı siyah kazak kaslarına dar gelmiş gibiydi.

Altındaki pantolon ise aralık bacaklarını sıkı sıkı sarmıştı. Okyanus gözlerini saklayan siyah bir gözlük takmıştı. Ve uzun beyaz parmaklarında hala bir çok yüzük vardı.

Bana kısa bir bakış atarken arabanın torpido gözünden çıkarttığı sigara baketini bana uzattı.

"Aç."

Dediğini yaparak parmaklarımı uzattım ve parmaklarım onun sıcacık parmaklarına sürtünürken paketi elime aldım.
"Aç ve bir tane uzat."

Başımı sallayarak paketi açtım ve içinde kalan son beş dal sigaradan bir tane alıp beyaz filtreli sigarayı ona uzattım. Parmaklarıyla almak yerine gözü hala yoldayken başını uzatarak elimdeki sigarayı dolgun dudakları arasına yerleştirdi.

Dudakları sigaranın pamuklu tarafını tutan parmağıma değdiği an başını çevirdi ve göz göze geldik. Dudağı hala baş parmağıma yaslıyken parmağımı çekmek için kendimde zerre cesaret bulamıyordum. Gözlerimin içine siyah gözlükleri ardında bakarken üst dudağını parmağıma biraz daha bastırıp sigarayı dişleri arasına sıkıştırdı ve geri çekildi.

Aramızdaki yoğun atmosferin kokusu hala genzimi yakıyorken yine onun sesini duydum.

"Çakmağı yak ve uzat küçüğüm."

Ona itiaat ederek titreyen parmaklarıma kızarak paketin içine sıkıştırılmış küçük siyah ama motifli çakmağı alarak yaktım ve ona uzattım. Sigarasını bembeyaz dişleriyle tutarken sigaranın otlu ağzı çakmağın kızıl ateşinde cızırdayarak yanarken uzun bir duman tutturdu.

Affan kendini geri çekip diğer parmaklarıyla dumanı derince içine çekerken ben hala hipnoz olmuş gibi ona bakıyordum. İçine çektiği dumanı kafasını bana çevirip şaşkın yüzüme üflediği vakit sigaranın ağır kokusu genzime kaçtı. Bu kokuya aşinaydım. Yıllarca bu kokunun alkole karışımını barındıran ortamlarda çalışmıştım ve büyümüştüm.

Ama onun ciğerlerinden kopup dudaklarından firar eden duman yüzüme çarptığında kendimi adeta o meşhur cehnnemin vip bölümünde oturuyormuşum da onun hükmü altında cehennem yanıyormuş gibi hissediyordum.

Onun ciğerlerinden akan o zehir bile bana kutsal bir ölümü vaad ediyordu.

Yutkunarak önüme döndüğüm vakit okulun sınırlarına ulaştığımızı fark ettim. Panik yapmadan eğildim ve çıkartmış olduğum spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim.

"Okuldan sonra alışverişe çıkıyoruz. Havalar iyice soğudu zaten. Spor ayakkabılar senin minik ayaklarını ısıtmaz."

Yan bir bakışla küçük ayaklarıma bakıp başını iki yana salladığını fark edince "Olur gideriz." Diye bir şeyler mırıldanıp ayakkabılarımı giydim.

Araba durduğu vakit Affan ile vedalaşıp arabadan inmiştim. O okulun kapısından içeriye girmeme kadar arabasının içinde bedenimi göz hapsine almıştı.

Hergün seni üniversiteye ben bırakacağım ve ben alacağım demişti. Tıpkı sorumluluk sahibi bir ebeveyn gibi. İçimde ölü kelebeklerin cesetlerinden arta kalan toz kırıntıları midemi bulunduruyordu. Onun bakışları altında titreyen dizlerimle zar zor yürüyüp okul bahcesinden içeriye girdigim vakit kendime engel olamayıp arkamı döndüm ve parmaklarımı kaldırarak ona uzak bir hoşça kal diledim.

Bunun üzerine arabasını çalıştırıp uzaklaşmıştı. Yüzümde benden habersiz bir kasırga kopuyordu.

Midemdeki hareketlilik ile üniveristenin girişine yürürken yanımda birçok öğrenci vardı. Her türlü insan. Onlara katılıp ilerlerken arkamdan bana seslenen tanıdık ses kanımı dondurmaya yetmişti. Sanki biri arkadan göğüs kafesime kadar uzanan uzun bir mızrak saplamıştı. Sanki o mızrağın soğuk ve sivri ucu ciğerlerimi deşerken ben onu hissediyordum..

"Lavinya!"

Arkama dönmeye cesaretim yoktu. Dönersem şayet, Affan 'ın toparladığı yerler bir bir kimsesiz bir ölümün kıyısından atlardı. Şimdi yine kimsesiz ve çaresiz bir kız çocuğu gibi ölümcül hissediyordum.

Bugün onun yüzüme üflediği zehir değil, geçmişim beni öldürüyordu.

○●○●○●

Selam Tutku severler. Bomba gibi bir bölüm ve böyle biter mi lan diyeceğiniz bir bölüm sonu ile kutsal pazar gününde karşınızdayım.

Biliyorum iki hafta boyunca bölüm atamadım ve siz bana sinirlendiniz ama taktir edersiniz ki benim yazdığım kurgu biraz beyin yoran bir hikayeye sahip. O yüzden iki kelime karalayıp önünüze sunmuyorum.

Sizde kurgunun hakkını verin lütfen.

Ve bir kez daha Petek o meşhur öpücüğün içine eder Jxnsnsndjf

Sizce Melek ikisi arasında sorunlara neden olur mu?

Mert gürsoy ne zaman tekrar aramıza katılacak?

Lavinya 'yi çağıran kim olabilir?

Sıradışı düşünün kuzucuklarım.

Başka kutsal bir pazar gününde tekrar tutku da görüşmek dileği ile öpüyorum.

Sizi seviyorum.

Beni takip etmeyi unutmayın.

Yazarınız☆
Elisa Aren Taşkaya

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

79.4K 5.3K 34
Bakışlarım son kez telefonumun açık olan ekranına kaydı. 00.00 Dudaklarımda acı bir tebessüm oluşurken telefonuma gelen bildirimle birlikte kaşları...
41.8K 1.9K 19
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
50.9K 3.1K 29
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...
80.7K 3.5K 24
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...