İŞGAL/TAMAMLANDI

Par yoxosdiary

38.5K 2.8K 601

2042 yılında başlayan kuraklık nedeniyle insanların birbirlerini öldürmeye başladığı ve devletlerin yok olma... Plus

GİRİŞ
• 1. BÖLÜM • "GELİYORLAR" •
• 2. BÖLÜM • "BASKIN" •
• 3. BÖLÜM • "POST" •
• 4. BÖLÜM • "LİDER" •
• 5. BÖLÜM • "ASKER"•
• 6. BÖLÜM • "DUVAR" •
• 7. BÖLÜM • "SİREN'' •
• 8. BÖLÜM • "KESİM" •
• 9. BÖLÜM • "ÖLÜM HABERİ" •
• 10. BÖLÜM • "BENİ VUR" •
• 11. BÖLÜM • "KAÇIŞ" •
• 12. BÖLÜM • "PROFESÖR" •
• 13. BÖLÜM • "DUHOK" •
• 14. BÖLÜM • "NOT" •
• 15. BÖLÜM • "TABLET" •
• 16. BÖLÜM • "TUZAK" •
• 17. BÖLÜM • "İĞNE" •
• 18. BÖLÜM • "YENİDEN" •
• 20. BÖLÜM • "YILDIZ" •
• 21. BÖLÜM • "GÜVENLİ BÖLGE" •
• 22. BÖLÜM • "YOLCULUK" •
• 23. BÖLÜM • "VARIŞ" •
• 24. BÖLÜM • "SON" •
YAZARDAN NOT

• 19. BÖLÜM • "DÖRT" •

1.1K 87 34
Par yoxosdiary

---------------------------------------------

"Sistem dediğin de ne oluyor?" diye sordum Tan'a, boş koridorda ilerlediğimiz sırada. Yanıma ilk ulaştığında sistem hakkında bir şeyler zırvalamıştı fakat o zaman ne dediğini anlayamayacak kadar kafam karışıktı. "Profesör'ün bahsettiği şu tablet var ya, tesisin alarm ve kamera sistemine bağlıymış." Kaşlarım merakla havaya dikilirken, beklentiyle Tan'a bakmaya devam ettim. "Ee?" dedim. "Ee'si, tablete giriş yapabilen tek kişi bendim bildiğin gibi, o da tableti tesisin güvenlik sistemlerine bağladı. Gerçekten de becerikli biri, yine de hala ona güvenmiyorum." Tan'ın dediğine cevap vermedim. Demek böylesine rahat hareket edebilmemizin sebebi buydu, kameralar dahi bizi göremiyordu. Profesör'ün yaptığı şey beni de etkilemişti.

Ama güven konusunda Tan'la hem fikir olduğumdan şüphe ediyordum. Profesör'e en başında bende güvenemiyordum fakat kötü biri olsa, Tan ile bir olup beni kurtarır mıydı? Lider'e yakalanmak demek, ölmek demekti. Kötü biri bu riski göze alır mıydı?

Hiç sanmıyordum.

Koridorda ilerlemeye devam ettik, içimde garip bir sıkıntı hissi vardı. Göğsümü sıkan ve nefes almamı zorlaştıran hissiyat gittikçe boynumdan tırmanıyor gibiydi. Bu nedenle bazen derin nefesler çekiyor ve ciğerlerimi rahatlatmaya çalışıyordum. "İyi misin?" dedi Tan, nefeslerimden dolayı telaşlanmış olmalıydı. "İyiyim, merak etme." diye yanıtladım sorusunu. Kafa salladığında, aklımı kurcalayan düşünceyi dile getirdim. "Kameraların bizi göremediğini anlıyorum fakat etrafın bu kadar sessiz olması tuhaf değil mi sence de?" Tan, dudaklarını bükerken onaylar bir ifadeyle bana döndü. "Haklısın. Burası tesisin pek kullanılmayan kısmı aslında ama seni kontrol etmek için bile kimseler yok. Gerçekten garip."

Daha fazla konuşmaya gerek yoktu, gidişat iyiyi gösteriyor gibi değildi. Zaten bu zamana kadar iyi olan ne görmüştük ki? Kötü şeylerin olacağını şimdiden hissediyordum. Büyük ihtimalle ciğerlerimin birinin avucunun içinde eziliyormuş hissi vermesinin nedeni de buydu.

Yarı aydınlık koridorda ilerlerken, aklıma tekrardan ailem düştü. Tan'ın dediğine göre ailem hayattaydı, eğer öyleyse şu anda ne haldelerdi? Neredelerdi? İyi şartlarda mı tutuluyorlardı?

Anneme ait olan o ses kaydı kulaklarımda çınladığında, gözlerim tekrar dolmuştu. Her şey psikolojik bir oyundan fazlası olmalıydı, teknoloji uzun zamandır gelişmiş bir durumdaydı ve ses yapay olarak üretilmiş de olabilirdi fakat bu ihtimal içimi rahatlatamayacak kadar zayıftı. Konuşan ses o kadar gerçek ve anneminkiyle aynıydı ki, duyan birinin sahte olduğunu söylemesine imkan yoktu.

Sıkıntıyla iç geçirdim.

Ailemin hayatta olduğuna inanmam gerekiyordu, aksi halde yaşamam için bir nedenim kalmazdı. Bu da Tan ve Profesör'ün beni kurtarmak için boşa çaba sarfetmesi demekti. Onların da hayatını yok yere riske atmak şımarıklık ve nankörlük olurdu doğrusu. Düşünmeyi bırakarak başka şeylere odaklanmaya çalıştım.

Bakışlarım kolumdaki beyaz sargıya kaydı. Yara hala açık olduğundan sızlıyor ve ağrıyordu. Ayrıca sargının üzerine kan çıkmıştı. Vücudumun direnci son zamanlarda iyice düştüğünden, kaybettiğim kan kendimi halsiz hissetmeme neden oluyordu. Tan, kolumdaki sargıyı incelediğimi anlamış olacak ki "Az kaldı, sabret." diyerek bana teselli vermeye çalıştı. Tepkisiz bir suratla ona bakmaktan başka şey yapmadım. Etraftaki ölümcül sessizlik sinirimi bozmuştu.

Tan'la beraber tesisten kaçarken geldiğimiz koridoru anımsayınca yüzümü ekşitmiştim. Burada mutlu anlar geçirdiğimi söyleyemezdim. Yine de, tesisten çıkmaya bir adım daha yaklaştığımızdan kalp atışlarımı kulaklarımda hissedebiliyordum. Heyecanlanmayı hiç sevmiyordum, hele ki böyle anlarda. Ellerimin titremesine ve ağzımın kurumasına sebep oluyordu.

"Ne mırıldanıyorsun?" dedi Tan. Düşüncelere o kadar dalmıştım ki, onu bir anlığına unutmuştum. Bu yüzden olacak, sessizliği bozan cümlesi irkilmeme sebep olmuştu. "Hiçbir şey, konuşmuyordum ki." Tan yarı alaycı gülüşüyle önümüzde uzayan yolu izlemeye devam etti. "Gerçekten mi? Adımlarını saymıyordun yani?" Gözlerimi devirdim. "Yapıyor olsam bile, bulunduğumuz duruma göre seni rahatsız eden tek şey bu mu?" Elini omzuma atarak beni hafifçe kendine çekti. "Seni rahatlatmaya çalışıyorum. Güvendesin, ailen de öyle." Zoraki gülümsememle ona baktım. "Bir an önce buradan çıkalım da..."

Ses çıkartıp, dikkat çekmemek amaçlı kaçak yolu kullanmak yerine, uzun koridorlardan ilerlediğimizden, tesisin çıkışına varmamız zaman almıştı. Tan'ın beni rahatlatma çabaları yararsız olsa da, devasa kapıyı görmemle içime az da olsa su serpilmişti. Başardık diye bağırmak istiyordum. Sonunda başardık. "Kırmızı butona basmamız gerek ama merak etme, sirenler ötmeyecek. Profesör'le bunu da düşündük." İnanamayarak gözlerimi büyüttüm. "Emin misin? Ya bir sıkıntı olur da öterse? Bu kez kurtulamayız."

Tan bana doğru yaklaştı ve alnını alnıma dayadı. "Bana güven, olur mu? Olmayacak diyorsam, olmayacak. Merak etme." Kafa salladığımda, benden uzaklaşarak ellerini saçlarımın arasına daldırdı ve kısa saçlarımı omzumun arkasına attı. "Artık gidelim." diye fısıldadım. Gözlerim dolmuştu. Çıktıktan sonra bir daha ne Lider'i, ne de tesisi görmek istiyordum. Ailem ve Tan ile beraber mutlu bir hayat geçirmek istiyordum. Mutlu bile olmasak, en azından güvende olduğumuzu hissetmek istiyordum.

Tan, kolonun üstündeki butona doğru yürüdü. Elini butonun üzerine getirdiğinde, benden onay beklermişçesine gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimi açıp kapayarak ona beklediğini verdim. Tan da benim yaptığımı taklit ettikten sonra, bakışlarını üzerimden çekti ve butona odaklandı. O da tereddüt ediyor gibiydi.

Belki de sirenlerin çalışıp çalışmayacağı kesin değildi.

Tan tekrardan kısaca beni gözledikten sonra, kırmızı butona döndü.

Aniden hoparlörlerden yükselen ses sıçramama neden olmuştu. Başta Tan butona bastığı için sirenlerin devreye girdiğini sanmıştım fakat kapı açılma yetisini kaybetmiş gibi hala öylece duruyordu, ayrıca yükselen ses sirene de benzemiyordu. Biri konuşuyordu.

"İnanılmazsınız!" diyen kişinin sesi neşeli sayılırdı. Çakırkeyif olduğundan bile şüphelenmiştim. "Azminizi takdir ediyorum, o yüzden sizi ödüllendireceğim. Gitmenize izin verdiğimi bilmenizi istiyorum." dedi. Konuşan kişi beni hiç de şaşırtmamıştı, Lider yine mikrofon başında zırvalıyordu. Tan'la göz göze geldik. Benim olmadığım şekilde o, telaşlanmış görünüyordu. "Aksini düşünmediniz herhalde?" dedi ve gülmeye başladı. Attığı kahkahalar daha çok gırtlağı kesilmiş birinin çıkaracağı türden seslere benziyordu. "Yani... Beni kandırmanızın imkanı yok zaten! Her neyse... Her neyse! Sadede gelelim, değil mi?"

Kaşlarım çatılmıştı. "Gitmenize izin veriyorum elbette, söz ağızdan bir kez çıkar! Fakat karşılıksız olacağını kim söyledi?"

"Karşılık" olarak adlandırdığı şeyin, ne olacağını düşünmek istemiyordum. Aklımdakinin gerçekleşmiş olmasını hiç istemiyordum.

Gitmemizin karşılığı olarak ailem alınmış olamazdı. Olmamalıydı.

Korktuğum şeyi duyabilecek olmama rağmen dinlemeye devam ettim.

"İpucu vereyim, sürprizim dört parçadan oluşuyor." dedi. Sesindeki neşe hala eksilmemişti.

Kapılar açılmaya başlamıştı ama açan ne bendim, ne de Tan'dı. Işık içeri süzülürken, sabırla kapının tamamen açılmasını bekledim. "Birazıcık daha anlaşılır olmak gerekirse, üç çocuk ve bir kadın." dedi. Sır verirmişçesine, bunu fısıldayarak söylemişti. "Kalanını az sonra öğreneceksiniz."

Duyduğum şeyle birlikte feryât etmeye başlamıştım. Kapının açık olan kısmından sürünerek geçtim ve koşarak ilerledim. Gözlerimde biriken damlalar görüşümü bulanıklaştırsa da, gözlerimi devamlı silerek bunu gideriyordum. Gördüğümle beraber zaten titreyen vücudum, düşmek üzere olan yaprak misali zangırdamaya başlamıştı.

Yerde duran dört beden vardı, beyazlar içine sarılmış bedenlerin sadece yüzleri açıktı.

Ailemdi.

Ailemdi.

Ölü olan bedenler aileme aitti.

Annemin dedikleri gerçekti. O ses annemindi. Başından beri ölmüşlerdi, buraya getirildiğimden beri onlar ölüydü. Hatta daha öncesinde ölmüşlerdi.

"Hayır! Hayır, olmaz! Gece!"

Ardı kesilmeyen hıçkırıklarım ve bağırışlarım arasında istiflenmiş bedenlerin yanına çöktüm. "Ah, Evren! Evren! Çok küçüktün sen!" diye yakındım. Bakışlarımı Evren'in cansız bedeni üzerinden çekip hemen yanında yatan anneme döndürdüm. "Anne, sizi koruyamadım!"

Nefesimin kesilmesini umursamadan bağırmaya ve ağlamaya devam ediyordum. Tan, beni sakinleştirmek için arkamdan sarılarak etrafa savurduğum ve bazen de kendimi dövmek için kullandığım kollarımı sabitlemeye çalışıyordu. Onu ittirdim.

"Bırak beni! Orada kalmalıydım, onları koruyamadım! Benim yüzümden öldüler." Kafamı annemin göğsüne bastırdım. "Lütfen uyan, n'olur uyan! Siz olmadan ne yapacağım? Küçük kardeşlerim olmadan ne yapacağım?"

Gözlerim kararmaya başlamıştı, kolumdaki sargının tamamen kanla kaplandığını görmüştüm. Kendi canımı umursamıyordum artık, ailemin katiliydim. Yaşamamın bir anlamı da yoktu. En başında ölmeliydim, ancak öyle yaşayabilirlerdi.

Hıçkırıklarım arasında soğuk toprağın üzerinde duran Evren'e baktım. Dudakları mosmor  ve yüzü bembeyaz kesilmişti, bedenini kucakladım. O kadar hareketsizdi ki, şaka gibi geliyordu. Her şeyin bir rüyadan ibaret olmasını istiyordum. Az sonra uyanmayı ve ailemle beraber olmayı diliyordum.

İmkansızdı.

Yaşadığım her şey, her an gerçekti. Ailem öldürülmüştü. Küçük kardeşlerim, annem... Artık hiçbiri yoktu. Yapayalnız kalmıştım.

"N'olur uyanın!" diye bağırdım, beni duyuyorlarmış gibi. "Uyansanıza! Ölmüş olamazsınız, beni yalnız bırakmış olamazsınız!"

Profesör; Tan'ın yaptığı gibi beni sararken Tan, halsizleşen kollarım arasından Evren'i çekip aldı. "Geri getir! O ölmedi, ölmüş olamaz. Uyuyor olmalı! Lütfen getir!" diye bağırdım. Dediklerimin hiçbir faydası yoktu, Tan da ağlıyordu fakat benim aksime durumu kabullenmişti. Bu yüzden mantığıyla hareket edebiliyordu. Ben ise, düşüncesi bile beni delirtmeye yeten şeyle yüzleşiyordum. Ailem artık yoktu, onları bu hayatta tekrar göremeyecektim.

Onlarla henüz vedalaşamadan, daha onlara son kez sarılmamışken ölmüşlerdi. Evren daha ilk adımlarını atamadan, Gece okuma-yazmayı öğrenemeden ve annem tüm bunların hepsini göremeden gitmişti.

Peki ya Kayra ne olacaktı? Ölümden kurtardığımı sanarken, herkesi ölüme çekmiştim.

Olanların tüm suçlusu bendim.

Bu hissiyat yüzünden vücuduma yayılan adrenalinle beraber dirseklerimden güç olarak Profesör'ü ittirdim. Ayağa kalktığım gibi Tan'ın yakasına yapışmıştım. Gözlerinden süzülen yaşlar, onun da ne kadar hüzün duyduğunu gösteriyordu.

"N'apacağım! Tan, ölmüşler! Güvendeler demiştin! Onları kurtaracaktık, her şey iyi olacaktı! Neden yalan söyledin?" Avuçladığım yakalarını bıraktıktan sonra ellerimi yumruk yaparak Tan'ın göğsüne vurmaya başladım. Bir süre sonra yorulunca kafamı Tan'ın göğsüne gömdüm. Ağlamaya devam ediyordum.

"Ben ne yapacağım?"

---------------------------------------------

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

zibidi Par deniz.

Roman pour Adolescents

64.5K 6.8K 28
Bilirsiniz, görmekle bakmak birbirinden farklı şeylerdir. xxx ? - 080520
5.7K 153 15
Bu kitap leyça kitabıdır.
131K 7.4K 34
"Ben Luciana. Kısa süre öncesine kadar Samniatis Krallığının saraya hapsolmuş prensesiydim. Taa ki 18. yaş günümde bir büyücü olduğumu öğrenene kadar...
KİLİT Par Ecrin Cemre Topal

Mystère / Thriller

9.5K 1.1K 22
Birbirini tanımayan dört arkadaş. Kilitli kalınan bir AVM . Bir katil ve binlerce ceset. Burdan çıkınca her şey eskisi gibi mi devam edecekti? Kilit...