Uğultulu Tepeler

Oleh ClassicsTR

54.6K 3K 625

İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yüksel... Lebih Banyak

I
II
III
IV
v
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXV
XXVI
XXVII
XXVIII
XXIX
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV

XXIV

711 62 12
Oleh ClassicsTR

Üçüncü haftanın sonunda artık odamdan çıkabilecek, evin içinde dolanabilecek kadar kendimi iyi hissediyordum. Yataktan kalkıp oturabildiğim o ilk günün akşamı da gözlerimin görmediğini bahane edip, Catherine'den bana bir şeyler okumasını istedim. Bey yatmak için odasına çekilmiş, kitaplık tümüyle ikimize kalmıştı. Küçükhanım beni kırmadı, ama içimden bir his, onun gönülsüz olduğunu söylüyordu. Onun bu isteksizliğini, okumasını istediğim kitaplardan hoşlanmayışına vererek, kendi seçtiği bir kitabı okumasını önerdim. Gidip en sevdiklerinden birini seçti ve bir saat boyunca aralıksız okudu. Sonra okumayı keserek sorular sormaya başladı: "Nelly, daha yorulmadın mı? Gidip biraz dinlensen iyi olmaz mı, ne dersin? Daha yeni iyileşiyorsun, bu kadar geç saate kadar oturman iyi olmaz, ya yine hastalanırsan ne olacak."

Ben her defasında, "Ama tatlım, yorgun değilim ki, hem kendimi çok iyi hissediyorum," diye yanıt veriyordum.

Baktı ki olacak gibi değil, okumaktan sıkıldığını belli etmek için başka bir yola başvurdu; esneyip gerinerek, "Nelly, ben artık yoruldum," demeye başladı.

"Öyleyse, okumayı bırak da konuşalım," dedim.

Bu teklifim, onun canını daha da çok sıkmaktan başka bir işe yaramadı. İç çekip, sürekli saatine bakmaya başladı. Karşımda uykusuzluktan yorgun düşmüş bir halde, gözlerini ovuşturup duruyordu. O kadar çok ovuşturdu ki, gözleri şişti. Saat sekiz olduğunda da odasına çekildi. Ertesi akşamki hali daha beter, daha da sabırsızdı. Üçüncü akşam, başının ağrıdığını söyleyerek yanımdan ayrıldı. Son zamanlardaki davranışları tuhaf gelmeye başlamıştı. O son akşam da yalnız başıma otururken gidip nasıl olduğuna bir bakayım, dedim. Odasında tek başına yatmaktansa, aşağıda divana uzanmasının daha iyi olabileceğini söyleyecektim. Odada olmadığını görünce şaşırdım. Cathy, ne alt kattaydı ne de üst katta. Hizmetçilere sordum, onlar da görmemişlerdi. Bay Edgar'ın odasına giderek kapıdan içerisini dinledim, tık yoktu. Yeniden kızın odasına girerek, beklemeye koyuldum. Elimdeki mumu da söndürmüş, karanlıkta, pencerenin önünde, öylece oturuyordum.

Ay, pırıl pırıl parlıyor, etrafı aydınlatıyordu. Her yer ince bir karla kaplıydı. Kendi kendime, biraz açılmak için bahçede dolaşmaya çıktı herhalde, diye düşündüm. Derken, bahçe içinde çit boyu ilerleyen birini gördüm, ama bu Bayan Cathy değildi. Aydınlığa çıkınca bir seyis olduğunu anladım. Orada epeyce durup araba yolunu gözetledi, sonra bir şey görmüş gibi alelacele gitti. Sonra, küçükhanımın midillisini yanına almış olarak geldi, kız da oradaydı. Atından yeni inmiş, seyisin yanı sıra yürüyordu. Seyis çimenlikten geçerek, hayvanı gizlice ahıra doğru götürdü. Cathy, salonun penceresinden içeri girdi, sonra sessizce yukarıya, benim bulunduğum odaya geldi. Kapıyı usulca kapadı, karlı ayakkabılarını, şapkasını çıkardı, orada kendisini gözetlemekte olduğumdan habersiz, pelerinini de çıkarıp bir köşeye koymak üzereydi ki, birden ayağa kalkıp önüne dikiliverdim. Bu baskın karşısında bir an şaşırdı, ağzından anlaşılmaz sesler çıktı, olduğu yerde dondu kaldı.

Son zamanlarda kendisinden gördüğüm iyiliği unutmuş değildim, onun için de azarlamak elimden gelmedi.

"Sevgili Bayan Cathy," diye başladım. "Bu saate kadar atla nerelerdeydin? Bakalım şimdi bana ne masallar uyduracaksın?.. Nerelere gittin? Haydi söyle!"

"Bahçenin öbür ucuna," diye kekeledi. "Hem, ben masal uydurmuş falan da değilim."

"Peki, başka bir yere gitmedin mi?" diye sordum.

"Hayır," diye mırıldandı.

"Ah, Catherine!" dedim üzgün üzgün. "Yanlış bir şey yaptığının sen de farkındasın, yoksa bana yalan söylemek zorunda kalmazdın. Beni üzen de budur. Senin bile bile yalan söylediğini görmektense, üç ay hasta yatmaya razıyım."

Koşarak boynuma sarıldı, hüngür hüngür ağlamaya başladı.

"Ah, Nelly, kızacağından öyle korkuyordum ki," dedi. "Kızmayacağına söz verirsen bütün gerçeği anlatırım. Zaten yaptıklarımı gizlemek bana çok ağır geliyor."

Pencerenin önündeki kanepeye yan yana oturduk, sırrı ne olursa olsun azarlamayacağıma söz verdim. Elbette bu sırrın ne olduğunu tahmin etmiştim; anlatmaya başladı:

"Uğultulu Tepeler'e gittim Nelly. Sen yatağa düştüğünden beri her gün oraya gidiyorum. Yalnız sen ayağa kalkmadan önce üç gün, kalktıktan sonra da iki gün gidemedim. Michael'a her akşam Minny'yi hazırlaması, dönüşte de tavlaya koyması için kitaplar, resimler veriyordum. Sakın onu azarlama, olur mu? Saat altı buçukta Tepeler'e varıyor, çoğunlukla sekiz buçuğa kadar orada kalıyor, sonra dörtnala eve dönüyordum. Oraya eğlenmek için gitmiyor, hemen her defasında perişan oluyordum. Ancak arada bir, o da haftanın belki bir gününde, mutluluk duyuyordum. Başlangıçta Linton'a verdiğim sözü tutmak için senden izin koparmanın çok güç olacağını düşünmüştüm, ama ertesi gün sen odandan çıkmayınca o sorundan da kurtuldum. İkindi üzeri, Michael bahçe kapısının kilidini onarırken yanına gittim, anahtarı aldım. Ona, kuzenimin hasta olduğu için Grange'e gelemediğini, beni dört gözle beklediğini, babamın ise göndermek istemediğini anlattım. Midilli konusunda da anlaştık. Michael okumayı severmiş, zaten yakında evleneceği için çiftlikten ayrılacakmış. Okuduktan sonra geri vermek şartıyla kitaplıktan kendisine kitap getirirsem, dediğimi yapacağını söyledi. Ama ben, yalnız kendi kitaplarımı verebileceğimi bildirdim, buna da razı oldu.

"İkinci gidişimde Linton daha neşeli, daha canlı görünüyordu; Zillah, yani kâhya kadın odayı temizleyip, ocağı bir güzel tutuşturduktan sonra Joseph'in bir dua toplantısına, Hareton'ın da, köpeklerini alıp kırlara çıktığını söyledi. Daha sonra öğrendiğime göre, bizim koruluktan sülünlerimizi çalmaya gitmiş. Böylece istediğimizi yapabileceğimizi söyledi. Bana karşı son derece iyi davrandı, ılık şarap ile zencefilli çörek verdi. Linton koltuğa yerleşti, ben de ocağın başındaki küçük sallanan sandalyeye oturdum. Gülüyor, neşeli neşeli konuşuyorduk. Birbirimize anlatacak o kadar çok şeyimiz vardı ki! Yazın nerelere gideceğimizi, neler yapacağımızı kararlaştırdık. Bunları sana tekrarlamayacağım, çünkü saçma gelebilir.

"Ama bir aralık neredeyse yine kavga ediyorduk. Ona göre sıcak bir temmuz günü yapılacak en iyi şey, kırların ortasında fundalık bir yamaçta, sabahtan akşama kadar sırtüstü uzanmak, çiçekler arasında rüyadaymış gibi vızıladayan arıları, cıvıl cıvıl ötüşen tarla kuşlarını dinlemek, bulutsuz gökyüzünü, pırıl pırıl yanan güneşi seyretmekti. Ona göre bu, cennetin ta kendisiydi. Bana göre ise en büyük mutluluk, bir batı rüzgârı esip, gökte beyaz bulut kümeleri hızla uçuşurken hışırtılı dallar arasında sallanmaktı. Sonra yalnız tarla kuşları değil, ardıç kuşları, kara tavuklar, keten kuşları, guguk kuşları hepsi bir ağızdan ötüşmeli, serin gölgelikler altındaki kırlar da, taa uzaktan görünmeli. Ama ayaklarımın altında da, meltemle dalgalanan uzun otlar, ormanlar, çağıl çağıl akan sular olmalı ve bütün dünya hareket etmeli, neşeyle coşup taşmalıydı. O istiyordu ki, her şey tam bir sessizlik içinde olsun. Benim istediğim ise, etrafımdaki her şeyin coşkuyla dans etmesi, taşkın bir sevinç halinde olmasıydı. Ben ona, onun hayallerinin, yarı ölü bir cennet olacağını söyledim. O da benimkinin bir sarhoşluktan farksız olacağını ileri sürdü. Ben, onun cennetinde uyuyup kalacağımı, o da benimkinde nefes bile alamayacağını söyledi, çok da sinirlenmişti. Neyse, sonunda, iyi havalar başlar başlamaz ikisini de denemeye karar verdik, öpüşerek barıştık.

"Bir saate yakın böylece oturduktan sonra kocaman odanın halısız, dümdüz döşemesine baktım. Masayı kaldırınca burada ne güzel oyunlar oynanabilir, diye düşündüm. Linton'a, 'Zillah'ı çağır, bize yardım etsin de körebe oynayalım,' dedim. Kadın da ebe olur, bizi yakalamaya çalışırdı, hani seninle de oynardık ya Nelly. Ama Linton istemedi, körebenin zevkli bir oyun olmadığını söyledi. Benimle top oynamaya razı oldu. Dolabın bir çekmecesi eski oyuncaklar, topaçlar, fırıldaklar, küçük raketler, hacıyatmazlar, tüylü oklarla tepeleme doluydu. Tüm bu kalabalığın ortasında, iki top bulduk. Birinin üstünde "C", diğerinde "H" harfi vardı. Ben üzerinde "C" yazanı almak istedim, çünkü Catherine'in baş harfiydi. "H" yazan da onun olabilirdi. Çünkü Heathcliff'e uyuyordu. Ama onun topu delinmişti; içindeki kepekler, bir delikten dökülmekteydi. Bu yüzden Linton onu pek beğenmedi. Onu üst üste yenince sinirlendi, öksürmeye başladı, gidip koltuğuna oturdu. Neyse ki o akşam somurtkanlığı uzun sürmedi; çünkü söylediğim iki üç şarkıyı çok sevdi. Söylediklerim aslında senin şarkılarındı Nelly, pek hoşuna gitti. Ayrılma zamanı gelince, ertesi akşam yine gelmem için yalvardı, yakardı, sabaha kadar düşümde, Uğultulu Tepeler'le, benim tatlı, sevgili kuzenimi gördüm.

"Ertesi sabah üzüntülüydüm, çünkü hem sen iyi değildin, hem de babamın oraya gidip geldiğimi bilmesini istemiyordum. Keşke izin verse de gidebilsem, diyordum. İkindi çayından sonra pırıl pırıl bir ay doğdu ve at üstünde giderken bütün üzüntüm dağıldı. Kendi kendime, mutlu bir akşam daha geçireceğim, diye düşünüyordum. Beni bundan da çok sevindiren şey, cici Linton'ımın da güzel vakit geçirecek olmasıydı. Bahçelerinden eve doğru tırıs çıktım. Arka kapıya doğru döndüğüm sırada, o Hareton denen herifle karşılaştım. Atın dizgininden tutarak ön kapıdan gelmemi söyledi. Minny'nin boynunu okşadı, 'Güzel bir hayvan,' dedi. Benim kendisiyle konuşmamı ister gibi bir hali vardı. Ona atımı sadece rahat bırakmasını, yoksa çifte atabileceğini bildirdim. Atın bacaklarını gözden geçirdikten sonra gülümseyerek, o kaba konuşmasıyla, 'Bunun çiftesinden ne olacak, adamı incitmez bile,' dedi. Neredeyse atı çevirip deneyecektim ama o, kapıyı açmak için uzaklaşmıştı. Mandalı kaldırdığı sırada, başını kaldırıp kapının üzerindeki yazıya baktı, hem gurur, hem de beceriksiz bir ahmaklıkla şöyle dedi:

"'Bayan Catherine! Ben şu yazıyı artık okuyabiliyorum.'

"'Ne güzel,' dedim. 'Aman oku da bir duyayım... bakıyorum kafan çalışmaya başlamış.'

"Heceleye heceleye 'Hareton Earnshaw' adını sökebildi. Sonra birdenbire durakladığını görünce, cesaret vermek için, 'Ya rakamlar?" diye sordum.

'"Onları sökemedim daha,' dedi.

"Onun bu başarısızlığı karşısında, kahkahalarla gülerek, 'Seni kalın kafalı, seni!' dedim.

"Dudaklarında sinsi bir şımarıklık belirdi. Ahmak ahmak yüzüme baktı, gülüşüme katılsa mı, katılmasa mı, bir türlü karar veremiyordu. Hemen eski ciddi tavrımı takınıp yanımdan uzaklaşmasını, benim oraya kendisi için değil, Linton'ı görmek için geldiğimi söyleyerek, kararsızlığına son verdim. Ay ışığında, yüzünün kızardığını gördüm; mandalı tutan eli aşağı düştü, tam anlamıyla gururu kırılmış bir insan tavrıyla iki yana yalpalayarak uzaklaştı. Adını okumayı becermekle, kendini herhalde Linton kadar bilgili, görgülü sanmış, benim böyle düşünmediğimi görünce de, çok bozulmuştu..."

"Dur sevgili Catherine!" diye sözünü kestim. "Seni azarlayacak değilim, ama bu davranışını hiç beğenmedim. Hareton da, Linton gibi senin kuzenin. En azından bunu hatırlasaydın böyle davranmanın ne kadar yanlış olduğunu anlardın. Hareton'ın da Linton kadar olmasa bile bir şeyler öğrenmek istemesi takdir edilecek bir davranış. Hem belki de, sadece gösteriş olsun diye okumaya kalkmamıştır. Onu daha önce bilgisizliğinden dolayı utandırmış olmalısın ki, bunu düzeltmek ve seni sevindirmek istemiş. Onunla alay etmek sana hiç yakışmaz. Sen de onun gibi yetiştirilseydin, kaba saba olmayacak mıydın? Çocukken o da senin kadar zeki, senin kadar çabuk kavrayan biriydi. O alçak Heathcliff'in intikam uğruna onu böyle kaba saba yetiştirmesi ve insanların da onu böyle hor görmesi doğrusu ağrıma gidiyor."

Benim bu sözlerim karşısında şaşıran kız, "Peki, peki Nelly, şimdi bunun için gözyaşı dökecek değilsin herhalde!" dedi. "Ayrıca ABC'yi, beni sevindirmek için öğrenip öğrenmediğini bir tarafa bırak şimdi. Ayrıca bu hayvana, insan gibi davranmaya değer mi, değmez mi şimdi göreceksin. İçeri girdim; Linton divanda uzanıyordu, bana hoş geldin demek için biraz doğruldu.

"'Catherine, bu akşam hastayım sevgilim,' dedi. 'Sen konuş, ben dinleyeyim. Gel, şöyle otur yanıma. Verdiğin sözü tutacağını biliyordum, gitmeden önce senden gene söz alacağım.'

"Hasta olduğu için, canını sıkmamak gerektiğini biliyordum. Tatlı tatlı konuşmaya başladım. Ona hiç soru sormadım, öfkelendirecek bir şey yapmamaya dikkat ettim. En güzel kitaplarımdan birkaç tanesini yanımda götürmüştüm, biraz okumamı istedi. Tam okumaya başlıyordum ki, Earnshaw birdenbire kapıyı açıp, içeri girdi. Düşüne düşüne içini hırs bürümüş olsa gerekti. Dosdoğru üzerimize geldi, Linton'ı kolundan tuttuğu gibi divandan aşağıya fırlattı.

"Öfke dolu bir sesle, 'Defol git, kendi odana!' diye bağırdı. Deli gibiydi. Yüzü adeta şişmişti. 'Madem seni görmeye gelmiş, şunu da al götür. Burada ben oturacağım. Defolun ikiniz de!'

"Bize küfürler etti, cevap vermesine bile vakit bırakmadan Linton'ı mutfağa sürükleyip attı. Ben de onun ardından giderken yumruklarını sıkmış bakıyor, sanki beni bir yumrukta yere sermek için yanıp tutuşuyordu. Bir an korkudan elimdeki kitabı düşürünce, ona bir tekme vurup ayaklarımın ucuna kadar gönderdikten sonra kapıyı kapattı. Ocağın yanından kulağıma, haince, kıkır kıkır bir gülüş sesi geldi. Dönüp baktığımda Joseph'in kemikli ellerini ovuşturarak katıla katıla güldüğünü gördüm.

"'Ben biliyordum zaten, sizi kapı dışarı etti, değil mi? Hey koca oğlan, hey! Günden güne daha bir 'erkek' oluyor, işte! Hem biliyor... Benim kadar o da baş köşede kimin oturabileceğini biliyor... Hıh, hıh, hıh! İkinizi de ne güzel defetti! Hıh, hıh, hıh!'

"Yaşlı alçağın eğlenmesine aldırış etmeden, kuzenime, 'Şimdi nereye gideceğiz?' diye sordum.

"Linton'ın yüzü kireç gibi olmuştu. Tir tir titriyordu. Bu haliyle hiç güzel değildi Nelly! Hayır, hiç, hiç güzel değildi! Korkunçtu; iri gözleri çılgın, aciz bir öfkeyle doluydu. Kapının tokmağını tutup sarstı, ama kapı içerden sürgülenmişti.

"Bağırmaktan çok, çığlığa benzer bir ses tonuyla, 'Açmazsan gebertirim seni! Açmazsan gebertirim seni!' diye tekrarladı. 'İblis! İblis! Geberteceğim seni, geberteceğim!'

"Joseph yine kikirdedi.

"'Bak işte, şimdi tıpkı babası!' dedi. 'Tıpkı babası! Zaten hepimiz, anamızdan babamızdan az buçuk bir şeyler alır, onlara çekeriz. Hiç korkma Hareton, korkayım deme oğul, o sana hiçbir şey yapamaz!'

"Linton'ı ellerinden tutup oradan uzaklaştırmak istedim, ama öyle korkunç bir çığlık attı ki, şaşırdım, bırakmak zorunda kaldım. Derken bir öksürük nöbetiyle çığlıkları kesildi, ağzından kan boşanarak yere yıkıldı. Ben, dehşetten kendimi bilmez bir halde avluya koşup, avazım çıktığı kadar Zillah'ı çağırdım. Kadın sesimi hemen duydu, meğer ahırın arkasındaki sundurmada inek sağıyormuş. İşini bırakıp koşarak geldi, 'Ne var, ne oluyor?' diye sordu. Ona olanı biteni anlatacak halde değildim, soluk soluğa kalmıştım. Tutup, içeri çektim, etrafa bakıp Linton'ı aradım. Meğer Hareton yaptığı kötülüğün sonuçlarını görmek için çıkmış. Şimdi de zavallı yavrucağı yukarı kata taşıyordu. Zillah'la birlikte ben de ardından gittim. Ama o, merdiven başında durup bana, 'Sen gelme, doğru evine git!' dedi. Ben de ona, Linton'ı öldürdüğünü, ne olursa olsun içeri gireceğimi haykırdım. Ama Joseph, kapıyı kilitleyerek, 'Hayır, giremezsin,' dedi. 'Sen de onun gibi delirmek mi istiyorsun yoksa?' Kâhya kadın gelinceye kadar ağlayarak bekledim. Kadın, Linton'ın çok geçmeden iyileşeceğini, ama şimdi onu görmemin doğru olmayacağını söyledi. Beni, koluma girerek aşağıya indirdi.

"O sırada, çıldırmak üzereydim, Nelly! Ağlamaktan gözlerim neredeyse kör olacaktı. Senin o çok sevdiğin haydut da, karşımda durmuş, 'Şişşşşt, Şişşşt!' diye susmamı istiyor, suçun kendisinde olmadığını söylüyordu. En sonunda ben, her şeyi babama anlatarak onu hapse attıracağımı, astıracağımı söyleyince, o da hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sonra bu korkakça telaşını benden gizlemek için hemen çıktı, gitti. Ama elinden hâlâ kurtulmuş değildim. Oradan ayrılmaya zorlanıp da, iki üç yüz adım ilerlemiştim ki, yolun kenarında, kuytu bir köşeden birdenbire karşıma çıktı, Minny'yi durdurup, beni yakaladı.

"'Bayan Catherine, doğrusu ben de çok üzüldüm,' diye başladı. 'Ama, çok kötü olur, eğer sen...'

"Belki beni de öldürür korkusuyla, kırbacımı yüzünde şaklattım. O, korkunç küfürlerinden birini savurarak beni bıraktı; ben de deli gibi, dörtnala eve geldim.

"O gece sana 'İyi geceler' demek için uğramadım. Ertesi akşam da Uğultulu Tepeler'e gitmedim, oysa gitmeyi çok istiyordum. Ama garip bir telaş içindeydim, bazen Linton'ın öldüğünü duymaktan korkuyor, bazen de Hareton'la karşılaşma düşüncesiyle ürperiyordum. Üçüncü gün, bütün cesaretimi toplayarak, daha doğrusu daha fazla beklemeye dayanamadığımdan, bir kez daha evden ayrıldım. Saat beşte yaya olarak yola çıktım. Belki diyordum, kimseye görünmeden eve girip Linton'ın odasına çıkabilirim. Ama ben yaklaşır yaklaşmaz, köpekler havlamaya başladı. Beni karşılayan Zillah, 'Çocuk gittikçe iyileşiyor,' dedi. Sonra da beni, halı kaplı, küçük, derli toplu bir odaya götürdü. Linton bir divana uzanmış, benim kendisine vermiş olduğum kitaplardan birini okumaktaydı. Onu görünce nasıl sevindim, anlatamam. Ama Nelly, tam bir saat ne başını çevirip bana baktı, ne de bir tek söz söyledi. İşte çocuğun böyle kötü bir huyu vardı. Sonra dönüp, bütün o gürültüye benim neden olduğumu, bu olaylarda Hareton'ın hiç suçu olmadığını söylemesin mi?.. Düpedüz yalan söylüyordu. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Ona karşılık vermeye kalksam mutlaka ağır bir şey söyleyecektim. Bunu bildiğim için hemen odadan çıktım. Ardımdan güçsüz sesiyle, 'Catherine!' diye seslendiğini duydum. Benden böyle bir tepki beklememişti. Geri dönmedim, bir daha gitmemeye de kesin olarak karar verdim. Gelgelelim, ondan hiç haber almadan yatıp uyumam imkânsızdı. Verdiğim karardan hemen vazgeçtim. Önceden oraya gitmek bir suçken, şimdi gitmemek bir suç gibi geliyordu. Michael, 'Minny'yi hazırlayayım mı?' diye sorunca, hemen, 'Evet,' dedim; at üstünde tepeleri aşarken de bir görevi yerine getirdiğimi düşünmekteydim. Artık geldiğimi gizlemek boşunaydı, çünkü avluya girebilmek için pencerelerin önünden geçmek zorundaydım.

"Oturma odasına doğru gittiğimi gören Zillah, küçük Bey'in salonda olduğunu söyledi, ben de oraya girdim. Earnshaw da oradaydı, ama hemen çıkıp gitti. Linton büyük koltuğa oturmuş, uyuklamaktaydı. Ocağa yaklaştım ve ciddi bir ses tonuyla şöyle dedim:

"'Linton, madem ki benden hoşlanmıyorsun, buraya yalnızca seni üzmek için geldiğime inanıyorsun, üstelik bunu davranışlarınla da belli ediyorsun, bu son görüşmemiz olacak. Birbirimize veda edelim. Yalnız, Bay Heathcliff'e beni görmek istemediğini açıkça söyle de, daha fazla yalanlar uydurmaya kalkmasın.'

"'Şapkanı çıkar da otur, Catherine,' diye cevap verdi. 'Benden çok daha mutlusun, onun için de elbette çok daha iyi bir insansın. Babam, benim kendime olan güvenimi tamamen kaybetmemi sağladı. Sürekli kusurlarımı yüzüme vurur, beni adam yerine koymadığını gösterir. Öyle ki, onun dediği gibi değersiz bir insan olup olmadığımdan ben bile emin değilim. Bu yüzden öfkeleniyor, hırçınlaşıyor, öylesine alıngan oluyorum ki, herkesten nefret ediyorum! Evet, ben değersizim, her zaman huysuz, kötü yaradılışlı biriyim. İstiyorsan bana, 'Hoşça kal,' deyip gider, böylelikle de benim gibi bir ahmaktan kurtulmuş olursun. Yalnız Catherine, benim şu hakkımı teslim et: Eğer elimden gelseydi ben de senin kadar sevimli, kibar, iyi bir insan olurdum. Üstelik senin kadar mutlu, senin kadar sağlıklı, senin kadar 'iyi' bir insan olmayı ne kadar çok isterdim biliyor musun?... Şuna da iyice inan; sırf iyi bir insan olduğun için, sana karşı duyduğum sevgi sonsuzdur. Hatta senin sevgine layık bir insan bile olsaydım, seni böylesine derin bir aşkla sevemezdim. Gerçek yaradılışımı senden gizleyemedim, gizleyemiyorum. Bunun için pişmanım, üzülüyorum. Ölünceye kadar da pişman kalacak ve üzüleceğim!'

"Doğru söylediğini, onu bağışlamam gerektiğini, hatta biraz sonra tekrar kavga çıkaracak bile olsa, yine de bağışlamam gerektiğini hissettim. Derken barıştık, ben orada kaldığım sürece ikimiz de durmadan ağladık ama, hep üzüntüden değil elbette. Ne var ki, ben Linton'ın kişiliğindeki bu çöküntüye üzülmekten kendimi bir türlü alamıyordum. Öyle bir yaradılışı vardı ki, ne dostlarına rahat verecek, ne de kendisi huzur bulacaktı! O akşamdan sonra hep o küçük odasında buluştuk. Çünkü ertesi gün babası eve dönmüştü.

"Sanırım üç kez, o ilk gittiğim akşamki kadar neşeli vakit geçirdik. Gelecekten neler neler bekliyordu! Ancak, diğer akşamlar hep sıkıntılı, hep üzüntülü geçti, çünkü ya bir bencillik yapıyor ya huysuzlanıyor ya da hastalanıyordu. Ama ben artık, onun hastalığı kadar, huysuzluklarına da katlanmaya alışmıştım. Bay Heathcliff benimle karşılaşmaktan kaçınıyordu. Onu, hemen hemen hiç görmedim. Geçen pazar, oraya her zamankinden biraz erken gitmiştim. Zavallı Linton'ı önceki gece bana yaptıklarından ötürü paylıyordu. Oğlunun o geceki davranışlarını nereden haber aldığına bir türlü akıl erdiremedim. Öğrenmesi için ancak gelip kapıyı dinlemesi gerekirdi. Gerçi Linton o akşam beni fazla üzmüştü, ama bu, benden başka hiç kimseyi ilgilendirmezdi. Odaya girip bu düşüncemi Bay Heathcliff'e de söyledim. Buna kahkahalarla güldü; 'Madem sen öyle istiyorsun, bence de hava hoş,' dedikten sonra çıktı gitti. Ben de Linton'a, bundan böyle bana kötü şeyler söyleyeceği zaman, sesini alçaltmasını tembih ettim. İşte Nelly her şeyi öğrenmiş bulunuyorsun. Benim Uğultulu Tepeler'e gitmeme engel olmak, iki insanın acı çekmesine neden olmak demektir. Oysa babama söylemezsen hiç kimsenin rahatı bozulmaz. Söylemezsin, değil mi? Söylersen insafsızlık etmiş olursun."

"Kararımı yarın sabah bildiririm Bayan Catherine," dedim. "Bu konu üzerine biraz düşünmem gerekiyor. Düşünebilmek için de şimdi seni yalnız bırakıp gitmeliyim."

Bu konuya yüksek sesle, hem de Bey'in önünde düşündüm; kızın odasından çıkıp, doğruca Bey'in yanına gittim, bütün hikâyeyi anlattım. Yalnız yeğeniyle aralarındaki konuşmaları, bir de Hareton'ı söylemedim. Bay Linton, büyük bir telaşa düşmüş, çok üzülmüştü, ama bana belli etmek istemedi. Sabahleyin Catherine, sırrını açığa vurduğumu, bu da yetmezmiş gibi, gizli ziyaretlerinin de sona ermiş olduğunu öğrendi ve bu yasağın kaldırılması için ağladı, sızladı. Linton'a acıması için babasına da yalvardı, ama hepsi boşunaydı. Elde ettiği tek şey, babasının verdiği bir sözdü. Buna göre, babası Linton'a mektup yazarak, istediği zaman Grange'e gelmesi için izin verecek ama bundan böyle Catherine'i Uğultulu Tepeler'e beklememesini bildirecekti. Bey, eğer yeğeninin huyunu suyunu bilse, sağlık durumunun ne kadar kötü olduğunu öğrense, belki bu kadarına bile razı olmazdı.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

8.5K 316 31
Ana adlı roman 1868-1936, doğduğu kente sonradan Gorki adı verilen büyük Rus yazarı Maksim Gorki'nin en ünlü eseridir. Bu romanın ilk basımı 1907 y...
364K 16.6K 40
Çiğköftesine istemediği bir malzeme konulduğu için,restorana şikayet etmek isterken yanlış numaraya mesaj atarak hayatını değiştiren sıla.
738 61 7
Bakır Atlı, Aleksandr Puşkin'in üç uzun şiirinden; Bahçesaray Çeşmesi, Çingeneler, Bakır Atlı, üç acıklı hikayeden oluşmaktadır. Yayınevi: Cumhuriye...
191 69 15
Palaces, intrigues, wars, love, excitement, action, a historical saga filled with throne games. This magnificent epic takes you on a journey through...