it's always you | wolfstar

De neon_vanilla

33 2 0

belki de aynı yıldızdan doğup geldik dünyaya. * [one-shot] Mai multe

sen hep güzelsin

33 2 0
De neon_vanilla

(eski bir alışkanlık olarak

bana doğru kanayan ne varsa seviyorum

o "merhametin fazlası öldürür insanı" diyor

oysa biliyor, ne zamandır ölmüyorum

- erdal erdem)


"Hassiktir Aylak," diye bağırdı Sirius. "Bunu nasıl gözden kaçırmış olabiliriz?"

"Abartıyorsun," diye yanıtladı, gözlerindeki korkuyu sesine yansıtmamaya çabalarken, diğeri. "O kadar da kötü değil."

"Nasıl üstesinden geleceğiz? Sadece ikimiz varız."

"Daha fazlasına ihtiyacımız yok."

Sirius, tartışmanın bir sonuca bağlanmayacağını anlamıştı, bu sebeptendir ki ısrar etmeyi bıraktı. İçinden bir ses, Remus'un, en başından beri hepsinin farkında olduğunu fakat hiç de umursamadığını söylüyordu ona. Ama hayır, resmen boku yemişlerdi, dolunay yılbaşı tatiline denk geliyordu ve koca Hogwarts'ta evlerine gitmeyen iki kişi vardı. İki koca aptal. Her zaman ikisi, birinci sınıftan beri, yılbaşını birlikte geçirirlerdi, her seferinde birbirlerine nasıl birer hediye seçecekleri hakkında endişelenir ve gün doğumunu görene değin ayakta kalırlar, korku hikayeleri anlatırlar, gizlice Slytherin Ortak Salonu'na girmeyi denerler ya da "İksir Sınıfı"na nazik bir ziyarette bulunarak serin, sert betonun üzerinde farklı tarifler denerlerdi.

Sirius, "Bari Remus'un aile ilişkileri biraz düzgün olsaydı da eve gidebilseydi." diye düşünürken, bir yandan da onun dostluğunu, sıcaklığını ve devasa yalnızlığını ortadan kaldırması konusundaki yeteneğini takdir ediyordu. Tabii, bilmediği şey, Remus'un on bir yaşındayken tanıştığı çocuğun yalnız kalmasına gönlü elvermemesi ile verdiği bir kararın cefasını, yaklaşık dört yıldır çektiğiydi.

Remus, daha önce onlarca kez arkadaşlarının önünde dönüşmüş, ve her seferinde biraz daha kolaylaşıyor olsa bile, hep güçlükle zapt etmişlerdi acemi kurtadamı. Fakat bu seferki diğerleri gibi değildi. Sirius, bu işi James ve Peter'sız halledemeyeceğinden değil, Remus'a karşı fazla vahşi, seviyesiz saldırılarını dizginleyecek herhangi bir dürtü, dış etken olmadan davranacağıydı. Çünkü nasıl Remus solgun ay ışığı altında, kana susamış bir canavara dönüşüyor ve kendini kaybediyor ve kendine zarar veriyor ve durmak nedir bilmiyorsa, Sirius da arkadaşı yanı başında acı çekerken eylemsiz kalamıyor ve o çabuk çözüm üreten kalın kafasına hangi insanüstü fikir geliyorsa ona bombalama atlıyordu.

"Merak etme," diye yanıtladı Remus. "İyi olacağız."

Ortak Salondalardı. Tek başlarına, yalnız ikisi, Remus'un sabahtan beri elinde gezdirdiği ve kapağını açmadığı kitap, ayaklarını koltuğa boylu boyunca uzatmış; şömine cayır cayır yanıyor, bedenlerini tepeden tırnağa saran bir ısı dalgası, ince kıyafetlerinin altından dahi terlemelerine sebep oluyordu. Sirius, Remus'un hemen dibine çökmüştü, sırtı koltuğa dayanmış, halının yumuşak iplikleri poposunu kaşındırıyordu. Ancak Remus onun saçlarıyla oynuyor, parmaklarını yağlı tellerden geçiriyor ve onları, sanki mümkünmüşçesine, daha da dolandırıyor, açmaya çalışırken her şeyi arapsaçına döndürüyordu. Sirius, bu kasıtsız kafa masajından, kış aylarına yakışmayan abartılı sıcaktan ve en önemlisi, kendilerine yarattıkları şu minik dünyanın, gerçeğin asla sahip olamayacağı bütün huzuru içinde taşımasından öyle hoşlanıyordu ki, poposunun kaşınmasını dert etmiyordu.

Ve korku Remus'u yiyip bitiriyordu, ve korku her zaman Remus'un en büyük düşmanı olmuştu. Neyse ki loş ışık bakışlarını, dehşet içinde yüzen ve tutunacak bir dal arayan çaresizliğini saklayacak kadar müşfikti, bu sayede Sirius endişelenmeyecek, ve yanındakinin ellerinin titreyişini, bütün vücudunun nasıl tir tir titrediğini fark etmeyecekti. Remus, son bir kez, suçluluk içinde kıvrandı.

"Özür dilerim," dedi. "Yılbaşımızı mahvedeceğim."

Eğer Sirius ona sinirlense, sitem etse, utançtan yerin dibine soksa rahatlayacaktı. Remus, bunun için yalvarıyordu. Çünkü kendisini affedebilmesinin tek yolu, önce kabahati yüzünden yeterince cezalandırılmasıydı. Fakat Sirius ona arzuladığını vermedi (hiç vermezdi) ve esneyerek mevzuya noktayı koydu.

"Saçmalamaya başlıyorsun. Bu dünyada hiçbir şey senin dokunuşunla mahvolamaz, Remus, bunu biliyorsun. Özellikle muhatabın bensem."

Remus bir yanıt vermedi. Ama zihninde tek bir sözcük tekrarlanıyor, itiraz ediyordu: yalan, yalan, ya-

"Saat geç oluyor. Neden burada uyumuyoruz? Zaten kimse yok, hem yukarısı buz gibi hem de burada, oturduğumuz yerden kalkmak zorunda değiliz."

"Çok iyi düşündün, Sirius. Ama o şekilde asla uyuyamazsın, koltuğa gel."

Tanrılara şükürler olsun ki, koltuk ikisinin sıska bedenlerinin kolaylıkla sığabileceği kadar genişti, çocuklar buna alışıktı, birlikte uyumaya- Remus sık sık kabus görürdü ve Sirius'un da bildiği ninniler asla tükenmezdi. Zaten aynı odayı paylaşıyorlardı ve küçüklüklerinden devşirilmiş bir rutin onlara uygunsuz veya yabancı gelmiyordu. Remus, yanındakinin bacaklarının üstüne kendininkileri attı, göğsünün üzerine başını koydu ve kalbinin sakin ama istikrarlı atışlarını dinlerken, uykunun ona uğrayıp da büyüsünden birkaç damla tattırması için dualar etti. Yarın yılbaşıydı ve yeni bir yıla girdikleri sırada, en kötüsüyle yüzleşiyor olacaktı, en sevdiğini de yanında sürükleyerek. Uykudan ziyade şansa ihtiyacı olacaktı.

("Bana sırt çevirme, Sirius."

Ama Sirius, Ay zaten ona aitken yıldızlar hakkında endişelenmiyordu.)

Onları daldıkları derin uykudan uyandırabilecek herhangi bir kişi veya yaratığın yoksunluğunda, ikilinin sabahı, ne zaman canları isterse o zaman başlayacaktı. Bu nedendendir ki, öğle vakti geldiğinde bile, Sirius, gözlerini açmamakta diretiyor ve üşüyen ayaklarını, korlardan ibaret şömine ile üzerindeki kısa kolluyu bilmezden gelerek, gece yakalayıp gündüz kaybettiği huzuru yeniden elde etmeyi hedefliyordu. Ancak bu imkansızdı ve yanı başındaki çocuğun düzensiz nefesleri, birer ateşböceği ışığı gibi titreşen gözkapakları ile birikmiş uyuşuklarını savuşturmak için bekleyen bedeni, onun çoktandır uyanık olduğunu gösteriyordu. Sirius istifini bozmadı, aynı halde birazcık daha mayışmalarına olanak tanıdı- sadece beş dakikalığına. Ve kendisine verdiği izni tükettiğinde en mümkün, en enerjik sesiyle bağırdı.

"Günaydın!"

Remus yeni yeni toparlanıyormuşçasına, manasız sözlerle yanıtladı diğerini. Sirius, sabah sporunu yapmak adına ayaklanmıştı bile, bu da, Remus'un yılbaşı hediyesini almaya odasına doğru depar atmak anlamına geliyordu. Arkadaşını heyecanlı hareketlerinin yüreğinde yarattığı coşkuyu yadsıyamayan Remus ise, bir anlık bocalamadan sonra onu takip etti.

Ortak Salon'un serinliği, merdivenlerden yukarı attığı her adımda, biraz daha uzak kalıyordu ona. Ve kalın çoraplarının altından ayaklarını okşayan halının gevşekliği, çabucak gidiveren uykusunu sanki gerisingeri yatağa davet ediyordu. Yılbaşı'nın taze başlangıçların ve duvara asılacak yepyeni takvimlerin varlığı onu sevinçle dolduruyor, lakin gece yüzleşeceği aylık işkencesinin aşıladığı korkuyu bastırmayı tam olarak beceremiyordu.

Remus'un hediyesi, Sirius'un gözü gibi baktığı, herkesten sakladığı, en gizli noktada paketli bekliyordu tabii. Yani bazasının altında- Sirius, Remus'a armağan edeceği kazağın yapımına daha yaz tatilinden başlamış, önce örgü öğrenmiş, sonrasında ise atlanmış ilmeklerin nasıl renkli desenlerle kapatılacağı konusunda ustalaşmıştı. Ve sonucunda bu kusurlu sanat eserini oluşturmuştu. Remus'un kazakları sevdiğini biliyordu, ama geçmişte hiç el örgüsü bir taneye sahip olmadığına kalıbını basardı.

Remus'un hediyesi ise, ne alacağını bilememenin acemiliğiyle ortaya çıkan bir cümbüştü. Birkaç antika kaset, kendi okuduğu, her sayfasının altı çizili kitaplar, pahalı bir dolma kalem, üç beş takı ve en kritik parça olarak, yandığında yıldız şekillerini duvara yansıtan bir gece lambası. Hepsini kocaman bir kutuya koyup gardırobunun en ücra noktasına sürgüne göndermişti. Bugünü bekleyerek, çünkü Sirius'un yılbaşında eve gitmeyeceğini ve bunun, kendisinin de onunla kalacağı anlamına geldiğini biliyordu.

Hediyeleşme faslı uzun sürdü, yalın yılbaşı dilekleri, teşekkürler ve gülüşmeler; her ikisi de kendi hediyesinin yeterince iyi olmadığını zannetmekteydi ve karşısındaki, bütün bu saçma düşünceleri bertaraf etmek amacıyla elinden geleni yapıyordu.

Remus, her yıl aynı klişe hediyelerle uğraşmaktan sıkılmıştı. Dolayısıyla, Sirius'un kendi çabasıyla yoktan var ettiği kazağı oldukça beğendi. Üzerine geçirirken aceleciydi, kazak aynı Sirius gibi kokuyordu, aynı onun gibi hissettiriyordu. İçindeyken duyumsadığı hafiflik, Sirius'un yanında, o her gülümsediğinde gönlünde hayat bulan başka bir tomurcuktu, onun o kalın telli, kapkara saçları kadar yumuşak, vücudunu çepeçevre saran sıcaklığı en az onun sevecen tavırları kadar ılımandı. Ve o kazağını, tüm atlanmış ilmekleri, çirkin renkli geyikleri, düzgün atılamamış düğümlerine rağmen sevmişti.

Sirius da... eh o, çığlık atmıştı. Küçük bir çocuk gibi. Kasetlerden bir tanesini hemencecik kasetçalarına yerleştirmiş, takılardan birkaçını takıştırmış, kitapları kurcalayarak -içindeki birkaç kurumuş çiçeği de yere düşürerek- Remus'un notlarına kah hayran kalmış kah dudak kıvırmıştı. Ardından, zaman kaybetmeden perdeleri çekmiş, odayı gömdüğü zifiri karanlığa gözlerinin alışmasını beklemeden gece lambasını bulmuş -James'in komodindeki ıvır zıvırını devirmiş- ve yakmıştı.

İki çocuk, kasedin birbiri ardına tükenen şarkıları kulaklarında kibar bir kreşendo, loş ışığın altında yere çömelmiş ve tavandaki yıldızları seyretmişlerdi. Daha doğrusu, Sirius, insan icatlarına yabancı bir safkanın katışıksız takdiriyle hareketli yıldızlara bakarken Remus, onun gözlerindeki yansımaları, yüzündeki çocuğumsuluğu, tek bir söz söyleme ihtiyacı duymadan ifade ettiği çalkantıyı, aşkı, izlemekle yetinmişti. Çünkü sahte yahut hakiki yıldızların hiçbiri, tanık olduğu manzaranın güzelliğiyle yarışamazdı.

Kışın çetin gümbürtüleri oldukları yerden işitilemezdi, herhalde, duysa bile önemsemezdi Remus, o yanındayken, kötü diye bir şey yoktu. Altı yıldır paylaştıkları doğal habitatları haline gelmiş odaları, ilk kez böylesine saf, böylesine temiz kalmış ve bütün pisliklerinden arınmıştı sanki. Sirius'un ifadesinde bir şeyler arıyordu, geçmiş ya da geleceği unutmuş, şu andan da kopmuştu, yüzyıllardır süregelen ve atalarından ona miras kalmış bir alışkanlık, çok da harici olmayan bir enerji, bir büyü tarafından kuşatılmıştı adeta. Bir tepki veremiyordu, bir yanıt veya itiraz, nefes alamıyor, konuşamıyor ve hatta onun elini bile tutamıyordu. Ancak farkındaydı ki, Sirius ona oracıkta "Öl." dese, dizlerinin dibinde can verecekti.

Eninde sonunda perdeleri açmak, hazırlanmak ve aşağı inmek zorunda kaldılar. Şanslarına, kahvaltı artıklarının arasından elmalı-tarçınlı kurabiyeler buldular ve Remus, birkaç ders kitabını karıştırarak ateşi yeniden yakmanın yolunu buldu. Pek sınırlı öğleden sonrayı ve akşamı müzik dinleyerek, diğer Gryffindorların odalarını karıştırarak, aynanın önünde kıyafet deneyerek, okulda aylaklık ederek geçirdiler, sonuçta onların misyonu buydu: etrafta dolaşıp söylenmesi gereken hiçbir şeyi söylememek.

(ne malum, sen dudaklarımdan öpsen

benim baloncuklar halinde avuçlarına dağılmayacağım?)

Kara tüyler, ay ışığının binbir tonuyla parlıyor, ağır ağır dönüşen yaratığı olduğundan daha tehlikeli, daha büyük gösteriyordu. Çığlıklar ve karşısındaki, arada güvenli bir mesafe bırakmış Sirius'un haykırışları hava molekülleriyle çarpışarak ve şiddetini arttırarak yankılanıyordu. Remus, Sirius'un basit sorularına dahi mantıklı cevaplar verebilecek evresini çoktan geçmiş; zihninin karanlık sularında dönen saldırma, hayatta kalma için saldırma içgüdüsünü susturmaya çabalıyordu. İnsanlığının son kalıntılarına ve Sirius'un, gecenin aydınlığında bile kolaylıkla seçebildiği gözleri arasında bir bağlantı kurmaya uğraşıyor, ama başaramıyordu.

"Remus, iyi misin?"

Sirius, son bir umutla tekrarlamıştı sorusunu. Ama karşılık olarak işittiği hırlamalara bir tepki olarak, dönüşmeye karar verdi. Köpek bedeninde rahatsız değildi, tek derdi, bu vahşi kurdun kendisinde bırakacağı hasardı. Onlarca kez yaptığı gibi, çevik bacaklarını gerdi ve bir hışımla öne atıldı. Artık tamaıyla bir kurdun biçimine bürünmüş arkadaşının dikkatini ona yöneltmesini amaçlıyordu, ancak faydasızdı. Kurtadam, kendisini tırmalıyor, tüylerini dişliyor ve panik içinde, oradan oraya koşuşturuyordu.

Remus kendisine zarar veriyordu.

Sirius, duyuları hiç olmadığı kadar keskin durumda, havanın dondurucu soğuğuyla titriyordu, fakat bunu umursayacak değildi. Birkaç büyüyü aklından geçirdi, lakin sözsüz büyü yapabilecek beceriden yoksundu. Canı pahasına, kurdun sırtına atladı, ufak cüssesine güveniyordu, bu onun odağını başka bir yere çevirebilirdi. Sonuçsuz bir boğuşmaya giriştiler, Remus'un tenindeki taze yara izleri, dökülen kanların arasından sivriliyordu.

Sirius düşmedi. Bulunduğu konumda, kurdun yırtıcı pençeleri ona ulaşamıyor ve hayvan, bu kısır gayretine gittikçe sinirleniyor, kendi etrafında dönüyor, hamleleri hırçınlaşıyordu. Ve ne gariptir ki, Sirius, tutuşunun zayıflaştığını, patilerine temas eden tüylerin daha bir bilincinde olduğunu hissetmeye başladı. Sanki daha çok üşüyordu, ağırlaşıyordu. Sımsıkı yumduğu gözlerini araladığında ise, dehşet verici bir sorunla karşılaştı.

Köpek kılığından uzaklaşıyordu. Evet, Sirius bu sefer, dönüşümünü başarıyla gerçekleştirememişti ve şu anda, bir kurtadamın sırtına sarılmış savunmasız bir insandan ibaretti. Artık konuşabilen dudaklarından, aceleci bir küfür savurdu.

Oracıkta ölebilirdi.

Elinden hiçbir şey gelmiyordu, Remus'u bırakıp gidemiyor, bağırışlarına bir dönüt alamıyor, hatta tek bir kılını dahi kıpırdatmaya cesaret edemiyordu. Tuttuğu nefes ciğerlerinde hapsolmuş, büyüyor, göğsüne inanılmaz bir baskı yapıyordu. Parmakları yoğun tüylere gömülmüştü, tırnaklarını ve eğer hissedebilseydi kurdun kalın derisini sızlatacak bir kuvvetle derinlere geçirmişti. Hızlı hareketlerle yere kapaklanmanın kıyısından dönüyordu, çünkü ayırdındaydı ki, toprağa ayağını basarsa canlı çıkmasının bir yolu yordamı yoktu.

Onun adını sayıklıyordu, sonu gelmez bir inançla, dilinde aynı iki hece "Remus, Remus-" Tekrar köpek formunu almayı deniyor, neticede bir sıfıra ulaşıyordu, patlamış dudağından akan kanın demirimsi tadı ağzında bir salgın hastalık misali yayılıyordu, gözlerinde yaşlar birikmişti, ancak akacak fırsatı bulamıyorlardı.

Artık hareket etmediğinin, altındaki hayvanın ise pes ettiğinin -ya da daha şiddetli bir saldırıya hazırlandığının- ayrımını çok geç yapabildi. Kurt, kulaklarını göğe dikmiş, adeta havayı kokluyor, boşlukla bakışıyor, bir şeyleri bekliyordu. Sonrasında, Sirius'un asla tahmin edemeyeceği bir şey yaptı.

Çekingen bir geç kalınmışlıkla, olduğu yere çöktü, cenin pozisyonunu aldı ve Sirius'un çıplak ayaklarının yerle buluşmasına müsaade etti. Birkaç dakika geçti geçmemişti ki, huzurlu bir uykuya dalıverdi, Sirius'un, geçmişteki tecrübeleri böyle bir anıya yataklık etmiyordu, daldığı şokun içine saplanıp kalmıştı.

Birkaç adım atmak adına güç toplayabildi, kurtadamın sırtından indi ve karşılaştığı, ders kitaplarına yazılabilecek türden bir sahneydi. Remus, kıvrılmış, aynı evcil bir kedi gibi mırlıyor, uyukluyordu.

Bu imkansızdı. Sirius, ölümün avcundan nasıl böyle kolaylıkla firar ettiğini kavrayamamıştı, üstelik hadi ama, kurt adamların uyuduğu nerede görülmüştü? Tabii, kendi gözleriyle şahit olduğu bu şey, kesinlikle olağanüstü vaziyetler kategorisine dahil edilmeliydi. Dizlerinin üzerinde, Remus'u gözlemliyordu, tek bir kımıldama, saldırı amacı güden bir ipucu yakalayamadı. Büsbütün zararsızdı.

Anadan doğma hali, soğuğun her bir hücresine, iç organlarına kadar zuhur etmesine sebebiyet verdi. Ancak onu bu şekilde terk edip gidemezdi, Sirius, ısınmak için büzülmüş, kanayan dudağını bastırdığı eliyle, sayamayacağı kadar çok dakika öylece kaldı. Çok gerilerde kalmış bir hatıranın canlanmasıyla, Hogwarts'taki saat kulesinin, on ikiyi vurduğu kulaklarına ulaştı.

Ve Sirius, yılbaşına, çırılçıplak, pislik içinde ve Remus'un keyifle uyumasını izlerken girdi.

Fiziksel durumunu hesaba katmazsa, kötü hissediyor değildi. Remus'a bakıcılık etmesi, ona bir külfet, bir sorumlulukmuş gibi gelmiyordu. Sanki o henüz doğmamışken, varoluş amacı olarak "Remus'un yanında olmak" yazılmıştı. Ve Sirius, arkadaşının yanında olmadığı her anda, sözüm ona kaderini yadsıdığını zannediyordu. Tanrıların buyruğuna başkaldırıyor, saygısızlık ediyordu; çünkü yıldızları, en başından beri birlikte olmaları adına titizlikle ayarlanmıştı.

Ama kader, her zaman özgürlük anlamına gelmezdi. Kendilerini ve birbirlerini yıkmak için pusuya yatmış birçok şey, gardlarını düşüreceklerini anı beklemektelerdi. Ailesi, soyundan kalıtılmış bir zehir, Hogwarts'ın ta kendisi, Remus'a dadanmış bu lanet; her biri, felaketi getirmek üzere oldukları yerde debeleniyordu. Sirius, kaderine uyum sağlayabilmek maksadıyla kaderini inkar etmesi gerektiğini düşündü. Ama, her şey bir yana, Remus ile o, özgürlüğün mihenk taşlarını kaderlerinin temelinde yontuyorlardı. Kurtulamazlardı.

(seni nasıl seviyorum, saymama izin ver: uzunluk, genişlik, derinlik ve zamanın ötesinde, bir gece vakti üşüdüğümü unutacak kadar çok seviyorum.)

Gün ışığı, göğü silik bir pembeyle boyamaya hazırlanırken, Remus, dönüşen bedeninin katlanılmaz sancılarıyla uyandı. Karşısında, yoğun bir gecenin son kırıntılarıyla karnını doyurmuş, yarı-uyuklayan, azıcık yaralı ama yine de sapasağlam -ve çıplak- bir Sirius Black kıvrılmıştı. Remus ayağa kalktı, uyuşmuş bacaklarını açmak için şöyle bir dolaştı ve dürüp bir köşeye tıkıştırdığı kıyafetlerini bulmaya, o çok iyi tanıdığı ağaç kovuğuna yollandı. Her şey, aynı bıraktığı gibi duruyordu, sırtını ağrıtan yeni yaraları ve olabilecek en kötü yılbaşını tecrübe ettiğini es geçerse, kendini pek enerjik, pek halinden hoşnut sayıyordu. Gömleğini üzerine geçirdi, düğmelerini ilikleyerek zaman kaybetmeden eski yerine dönüp kazağını da Sirius'un üzerine örttü. Şafağın ölü toprağa bahşettiği hayat pırıltılarını izleyerek ve gıcır gıcır sabah ayazını yüzüne yiyerek uyanmasını bekledi.

Şimdiyse rolleri değişmişlerdi, ancak sonuç tıpkısıydı: birisi uyanık olduğunda, ötekinin ruhu duymuyordu. Remus, eğilip Sirius'un saçlarını okşadı, yeni yıkamış olsa da doğanın hararetiyle kirlenmiş tellerin arasındaki minik yaprak parçalarını ayıkladı. Kendisine armağan edilmiş bu yüksek özveriye, şansız bir teşekkür sunuyordu böylece. Elleri, ondan bağımsız hareket etti, Sirius'un dudaklarına bulaşmış kanı temizledi; sinir uçları, onun teninin her bir pürüzünü asla silinmeyecek biçimde hafızalarına kaydetmişlerdi bile. Sirius'un göz altındaki morluklar ile morarmış dizleri gözüne iliştiğinde ise, onun burada uyumasına müsaade etmesinin bir haksızlık olduğu sonucuna vardı ve arkadaşını, fazla sert bir şekilde sarstı.

Sirius, bir kabustan uyanırcasına çabuk ve dehşet dolu bir ifadeyle doğruldu. Fakat Remus'un bakışlarıyla buluşan gözleri, yumuşamak için bir an bekleyemedi, ondan destek aldı, ayağa kalktı, giysilerini yanına almayı akıl etmediğinden dolayı kendine kızdı. Ve deneyimlediği akıl almaz olayın yalnızca hayal gücünün yanılsaması olup olmadığı mevzusunda şüpheler beslerken, konuşacak kuvveti dilinde bulamadı.

İki çocuk, yorgun argın, biraz da minnettar halde, odalarına ulaşmayı başardılar. Ve bu, Sirius'un en sevdiği kısımdı, bunalımlı saatlerin bitiminde, Remus'un yaralarını sarmak- tabii, bu sefer, o da sarılacak yaralara sahipti.

Tek bir kelime konuşmadan, Remus yatağının altındaki ufak ilk yardım kutusunu çıkardı, bitmek üzere olan sargıyı, oksijenli suyu ve tentürdiyodu. Bu konuda ustalaşmışlardı. İşlerini bir aceleyle bitirdiklerinde, ve Remus, ona her daim arka çıkacak olan dostunun yaralarını sararken birkaç damla gözyaşının süzülmesini engellediğinde, sükunet bozulmaya karar verdi.

"Teşekkür ederim."

Sirius utangaçça tebessüm etti, genellikle iltifatlarla arası iyiydi, ancak bunların kaynağı Remus olduğunda işler değişiyordu. Solgun yanaklarına kan hücum etti.

"Lafı bile olmaz."

"Sen olmasan ne yapardım bilemiyorum."

Sirius, en yakınındaki yastığı kaparak yüzünü serin kumaşa bastırdı, bu adam son zamanlarda ne duygusal birine dönüşmüştü yahu? Zaten görevi saydığı bir şeyi yerine getirdiği için övgüler almaya layık değildi. Alışkın değildi.

Bir sessizlik daha. Ancak bu, endişe ya da gerginlikten uzak, sadece ikisine ait sihirli bir havanın nefeslerine karışmasından ibaretti, o kadar. Sirius, birkaç saniye ya da dakika sonrasında, yastığın arkasına sakladığı yüzünü kaldırdığında ise, sanki bunu beklermişçesine aşkın bir açlıkla dudaklarına kapanan dudaklara şaşıracak fırsatı dahi bulamadı.

"Gerçekten, teşekkür ederim."

Anlık bir şeydi. Sirius, rüyalarına birkaç kere uğramış bu sahnenin salt bir düş olması, işten bile değildi. Ancak, dudağında iz bırakan Remus'un kokusu, yara bandını içim içim sızlatan acı ekşi acı, baskısını hala hissettiği bir suçlanmışlık; onun tasavvuruna sığamayacak kadar sonsuzdu.

Ve tam karşısında, utana sıkıla, gözlerini gözlerinden sakınan Remus, hayal edemeyeceği derecede bir güzellikteydi. Elmacık kemiğindeki morluk, tıraş olmayı hep ertelediğinden dolayı yer yer bitmeye başlayan kirli sakalı, cüretine hayret edermişçesine kendi dudaklarına dokunan eli, ve belirsizce, bir cevap için yakaran tavırları; Sirius'un huzurunda paha biçilemezdi. Ve Remus'a, o aradığı cevabı verebilmek için, gözlerindeki hüznü, duayı ve itimatı tadabilmek için, yaradılışından süregelmiş bir aşinalıkla, ellerini çenesine götürdü- ağır aksak, kırılgan bir porselene dokunur gibi, ona bakmasını sağladı. Dudaklarının, hep içten içe umduğu pınara ulaşmasıyla derin bir nefes aldı.

Remus'un yüreğinde büyüyen arzu, artık küçük yuvasına yetememiş, taşmış ve vücudu onun algılayamayacağı bir refleksle tepki vermiş, yüz kızartıcı bir girişimde bulunmuştu. Kendisini son anda engelleyivermiş, fakat dudaklarına yayılmış is ıtrı, temas ettiği her noktada sinmiş, kalbinin tenha duraklarını ele geçirmişti. Ve şimdi, Sirius Black, Sirius Arcturus Black, onu kendine çekmiş, elini ensesine atmış, öpüşünü kendi kendine betimlerken tereddüt etmemişti.

Yıllarca susuz kalmışlar, bir vahanın hayalini kurmuşlar ve tam aksine, uçsuz bucaksız bir okyanusla yüz yüze gelmişlerdi. Remus, bunu nasıl kelimelerin taşıyabileceğini bilmiyordu; sanki, yüzlerce kandelalık bir ışık Sirius'un bedeninden ona ulaşıyor, kendisinin de ışıldamasına, yanmasına, kavrulmasına olanak tanıyordu. Galaksinin bütün yıldızları bir ipe dizilmişler, onun ellerine dolanmaya karar vermişlerdi, ve Sirius'un eliyle hayat bulan her bir hücresinde, bu ebedi yıldız tozunun kestirmeleri soluk alıyordu.

Ve Sirius, Remus'u kollarıyla sarmalamışken, zihni, çarklı bir makine misali çalışıyordu; geçmişleri, gelecekleri, şu ana uğramaktan kaçınan bütün kusurlarıyla önüne serilmişti: aşkı düşünüyordu, sevgisini, birbirlerinin yaralarını sararken -hem fiziksel hem manevi- nasıl dabedenlerinden esirgenip tek bir ruha karıştıklarını; henüz bir çocukken ve merhametin ne olduğunu bilmezken her geçen gün, karnında serpilen kelebeklerin dalgalarını, sevgisini, sevgisini, elinden kaçırsa tüm gökyüzünü ve evreni kaplayacak ama yine de Remus'un avuçlarında bir ev bulmuş sevgisini düşünüyordu.

Ayrıldıklarında, Sirius cılız bir cümle kaçırdı ağzından, hatırında harlanan alevi zaptetmeyi başaramıyordu, Remus tek bir şey dese, hatta kirpiklerini her zaman yaptığı gibi, şöyle bir kırpıştırsa- Sirius onun kucağında atan koca bir kalbe dönüşecek ve aklından geçenleri ancak böyle açıklığa kavuşturabilecekti.

Remus, bir nefesine diğerini yetiştirmeye çalışırken, hala tutku ve korkuyla sarmalanmışken, sordu:

"Sendin, değil mi?"

Kazağının atlanmış ilmekleriyle, somurtkan tavırlarıyla, ne yaptığını bilmez ve kaybolmuş haliyle, geceleri yatağına tırmanıp omzunda ağlamasıyla, her fırsatta kanını akıtması ve her seferinde yeni bir sargı bezi bulmasıyla, zihninin irin kaplı noktalarında bile göz alıcı bir yangınla hüküm süren; milyonlarca yıldız arasından bile Ay'ı seçip kendine ayıran, inişleri, çıkışları, uykusuz sabahları ve gözlerinde anaforlarıyla onu mahveden, öldüren, ve yeniden yaşam üfleyen, yaşamı yeni baştan yaratıp ona kendi yaşamını ithaf eden.

"Her zaman sendin."

"Evet," dedi ve kıkırdadı Sirius.

(ve güneş ışığı beni kıskanıyor, gece onu senden mahrum ederken.

yüzünde cennetin bahçesi, loş havanın lekeleri, herkese öpücükler.

ve eğer ölmem gerekirse, adımı söylediğinde sana sürünerek dönerim

ve eğer sonsuzluğu bulursam, onu yine senin gözlerinde kaybederim.)


(ibnetorlar)

Continuă lectura

O să-ți placă și

3K 243 7
sıradan kahramanlık işleri yapıldığı bir gün herkesin telefonuna değişik bir bildirim geldi. bnha karakterlerinin kendilerinin paralel evrendeki hal...
784 77 15
"Seni sadece abime benzeyen bir omega sanmıştım. Ama aslında benim için daha özeldin. Lütfen beni anla.." "Bu yaptığını affedemem Mikey. Bundan sonr...
82.4K 5.3K 21
Rusya 'hepiniz ölün' adlı grubu kurdu ❖ Herhangi bir ülkeye hakaret girişiminde bulunulmadan ve siyasete karışılmadan yazılmaktadır. Ha eğer öyle bir...
betty De ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby