EDHO

Por eylullomurr

2.5K 156 137

Yaşamını sığdırabildiği hayatının aniden tersine dönmesi ve bununla birlikte hayatın ona sunduğu acımasız acı... Mais

Bölüm -1-
Bölüm -2-
Bölüm -3-
Bölüm -4-
Bölüm -6
Bölüm -7-
Bölüm -8-
Bölüm -9-

Bölüm -5-

256 17 19
Por eylullomurr

                    °°°Yazardan°°°

Fındık kabuğu çıtırtılarından başka bir ses duyulmayan odanın loşluğu Azra'nın fazlasıyla uykusunu getirmişti. Birkaç saat öncesindeki vaziyetten sonra eve geldiği gibi göz kapaklarının üzerine çökmüş olan yorgunluk şimdi de uykuyla birleşip Azra'yı esiri altına almıştı. Fakat ihtiyar kadının onu yaklaşık yarım saattir bu odada esir niyetine fındık kırdıtmaya mecbur etmesi dakikalardır göz kapaklarına çökmüş olan ağır yorgunlukla çetin bir mücadele içerisinde olmasına sebebiyet vermiş bulunuyordu. Her dakikada bir gözlerini ihtiyar kadının gözleriyle buluşturup âdeta uyku niyetine hiçbir belirti görmediği gözlerle karşılaşınca gerisin geriye yorgun gözlerini devirmesi her defasında uykusunu gittikçe tetikliyordu.

Açılan kapı Azra'nın yüzünde bir ümit yeşermesi yaratmıştı ansızın. İçeri giren adamın bakışları şaşkınlığa dönerken aynı zamanda da Hayriye ve Azra arasında mekik çekmekteydi. Karşısında gördüğü kadının kim olduğu merakı vakit kaybetmeden adamın üzerinde etki yaratmaya başlarken hiç vakit kaybetmeden içeri adımladı.

"İyi akşamlar." Bakışlarını ihtiyar kadına çevirip daha fazla içinde tutamadığı sualini dile getirdi.

"Misafirimiz kim ana?"

Bariz beklediği soruya kendisi yanıt vermek isteyen Azra ihtiyar kadına fırsat vermeden söze girdi.

"İyi akşamlar öncelikle. İsmim Azra, Alparslan'ın avukatıyım ve aynı zamanda yakın arkadaşıyım." Azra'nın sözlerini hiç beklemiyor olacaktı ki üzerinde fazlasıyla şaşkınlık yaratmıştı. Alparslan gibi sırlı bir şahsiyetin avukatının olması ve keza bunun bir kadın olması hiç de sıradan bir şey değildi, Enişteye göre. Kendini bildi bileli Çakırbeylilerle birlikteydi. Bu nedenle ki her Çakırbeyli'yi fazlasıyla iyi tanıdığını biliyordu. Alparslan'ın fazlasıyla kapalı ve sırlı biri olduğunu da biliyordu. Zira bazen düşüncelerini amcalarına bile söylemeyen adamın böyle bir arkadaşının olması onu şaşırtmıştı.

Kendi içinde soru işaretleri ile boğuşmaya bırakıp Azra'nın deminki sözlerine yanıt vermeye koyuldu.

"Memnun oldum Azra hanım. Ben de Enişte. Hatice'nin kocası, ailenin tek eniştesiyim. Alparslan'ın böyle bir avukat arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Kendisi hakkında bilgi vermeyi pek sevmez de."

Eniştenin sözleri Azra'nın yüzünde ufak çaplı bir tebessüm oluşmasına neden olmuştu. Fazlasıyla sevimli bir adama benziyordu diğerlerine nazaran. Çakırbeylilerin arasından böyle sevecen bir adamın bulunaması nadir bir durumdu elbette. Aslında aile içerisinde yer aldıkça herkesin asıl karakteri yavaş yavaş anlaşılıyor. Buraya gelmeden önce her bir ferdi ayrı ayrı araştırıp bilgi sahibi olduğundaki düşünceleri ile bir kısmıyla tanıştıktan sonraki düşünceleri bilâkis birbirinden farklılıklar taşıyordu.

"Memnun oldum ben de ama isminiz..?" Oldukça gerçekçi bir tavıra bürünen genç kadın adamın vereceği cevabı bekliyordu.

"Siz bana Enişte deyin, avukat hanım." Adamın verdiği son derece kapalı cevap Azra'yı memnun etmiş değildi.

"Anladım Enişte bey." diyerekten kabuklarından ayırdığı bir fındığı daha diğerleriyle buluşturdu.

Bu kısa sohbeti oturduğu yerden sessizliğini koruyarak izleyen ihtiyar kadın ise sıcak bakışlarını her zamanki gibi Azra'nın üzerinde tutuyordu. Elbette bu bakışlarda sinsilik de barınıyordu. Fakat bu sinsilik tamamiyen iyi niyetle doluydu.

Fındık dolu tepsiye elini daldıran adam koca avuçlarına alabildiği kadar fındık yerleştirip dizleri üzerindeki pozisyondan ayrıldı.

"Ana ben Hatice'yi almaya geldim. Hadi size hayırlı akşamlar." dedikten sonra bakışlarını Azra'ya çevirdi. "Size de hayırlı akşamlar avukat hanım."

Elindeki taze fındıkları ağzına ata ata odadan ayrıldı, Enişte. Arkasından bakakalan Azra ise öylece fındık kırmaya devam etti. En nihayetinde başka yolu yoktu.

•••

Deminki kısa süreli sohbetle ilgili aklındaki mevcut soruları sonrasına saklamak için bir kenara itti ve Hatice'yi almak yanı sıra asıl amacına odaklanarak avluda gördüğü adamlara doğru adımladı. Buraya gelmeden yaklaşık bir saat öncesinde duydukları fazlasıyla gerginlik ve şaşkınlık aşılamıştı bedenine. Elbet bir o kadar da kızgınlık... Bu duyduğu haberi nasıl anlatacağı konusu kendisini fazlasıyla tedirgin ediyordu. Zira söyleyecekleri sıradan şeyler asla değildi. Saatler öncesinde konuştukları konu ve alınan kararların bu haberle tamamen devre dışı olması Hızır başta olmak üzere tüm Çakırbeylileri ve dahi dostlarını memnum edecek bir şey asla değildi.

Büyük bir tedirginlikle avluya ulaşan Enişte son adımını Hızır'ın sağında yer alarak sonlandırdı. Dakikada bir ağzına fındık atmayı da unutmuyordu.

Hafiften esen serin rüzgar çay bardaklarında tüten dumanı karanlığa karıştırırken İlyas'ın bakışları eniştenin üzerinde sabit kalmıştı.

"İyi akşamlar, dayı." Direkt söze dalmak asla niyeti değildi. Zira diyecekleri bir yana bulundukları ortam bile söyleyeceklerine eşlik edermiş gibi bir kasvet içerisinde idi.

Dumanı karanlığa karışmayı sürdüren bardaktan bir yudum aldı Hızır. Ardından bakışlarını hiç ayırmadığı karanlıktan bir nebze hareket ettirmeden iki dudağını araladı.

"Hayırlı akşamlar Enişte de sen pek hayra gelmedin sanki." Duyduğu sözler gerginliğini körüklerken iki elinin avuçlarını bir araya getirerek bedenine anısızın gelen ürperme ile birbirine sürttü. O sırada İlyas'ın bakışları da eniştenin üzerinden ayrılmıyordu. Bir şeyler söyleyeceği ve her ne söyleyecekse de bunların kendisini pek memnun etmeyeceği oldukça aşikardı.

"Enişte, de ne diyeceksen da!"

"Sana da hayırlı akşamlar, İlyas'ım." dedi enişte, ağzına bir fındık daha atarak. Ortamı yumuşatmak amacı olan adam lafı uzatmakta kararlıydı. Ama İlyas onun kararlılığı kadar sabırlı değildi.

"Senin hayrına şimdi..." Sözlerinin sonu kötüye gitmeden son verdi sözlerine, İlyas. Ardından kendisine bakan bir çift mavi göze döndü. Maviler içerisinde gördüğü pek memnun olmayan ifade ile "Pardon ağabey." demeyi geciktirmedi.

"Enişte adamı delirtme da!" Hızır'ın da duruma el atması enişteyi nihayetinde harekete geçirmişti.

"Tamam dayı. Ben biraz ortamı dağıtayım diye-" Sabrının son raddesine erişmiş genç adam karşındaki sözleri durmadan uzatan adamın sözünü kesti.

"Enişte! Sen dağılmadan söyle diyeceklerini bence." Çatık kaşları âdeta sinirden birleşecek derecede yakınlaşmıştı birbirine. Elindeki çay bardağını hemen sağında duran masanın üzerine yerleştirip pozisyonunu ve ifadesini bozmadan karşındaki adama odaklandı.

İlyas'ın son sözünden sonra artık konuşması gerektiğini idrak etmiş olan adam ise birkez daha bedeninin ürpermesine aldırmadan esen rüzgarın etkisiyle kurumuş dudaklarını ıslatıp araladı.

"Şimdi dayı bu Necmi'nin Sermet var ya..."

"Ne olmuş o biçimsize?" dedi İlyas. Zira duyacaklarından fazlasıyla endişe duyuyordu.

"İşte onu gebertemişler."

İşittiği sözlerin anlamını idrak etmekte bihayli zorlanan İlyas çareyi ağabeyinin gözlerinde aradı. Zira duydukları tüm sinir fonksiyonlarını altüst etmiş görünüyordu. Ağabeyinin gözlerinde görmek istediklerine dair bir iz dahi görüş alanına girmeyince öfke kaplamış siyah gözleri âdeta ateş fışkırıyordu.

"Ne diyorsun, Enişte? Kim öldürmüş?" En az İlyas kadar öfkeli olmasa da bakışları duyduklarından asla memnun olmuş gibi görünmüyordu.

Enişteye fırsat vermeden söze girdi İlyas.

"Ne önemi var ağabey? Kimin öldürdüğünün ne önemi var?" Bedenini sarmalayan öfke sebebiyle ileri gideceğini farkına vardıgı gibi sözlerini sonlandırıp karşındaki adamlara sırtını döndü. Beynindeki sinir hücrelerini zabtetmek niyetine sağ elinin parmaklarıyla şakaklarının üzerinde baskın bir kuvvet uygulamaya başladı. Duydukları asla hazmedebileceği bir şey değildi. Kızgınlığının ve öfkesinin en büyüğü ağabeyineydi. Saatler öncesinde Sermet'i öldürmesi düşüncesini onaylamış olsaydı belki de o adamın soluğunu kendi elleriyle kesmiş olacaktı. Necmi'yi öldürmese dahi onun itini öldürmesi Necmi'nin ölümüne kadar onu avutur bir şey olacaktı. Oysa şimdi... Şimdi öfkesine öfke katıldı.

"Dayı, adamın iki göğsüne bir alnına sıkıp gebertemişler."

İki adamın da duyduklarına karşı hızla ardını dönmesi ve fal taşı gibi açılmış gözlerle enişteye bakması fazlasıyla ürkütücü bir durumdu onun için. Zira öfkeden patlamak üzere olan İlyas el bombası misali patlamaya sayıyordu.

"Sen ne diyorsun Enişte? Alparslan nerede!?" Necmi'nin ölümünü kenara bırakıp tamamıyla Alparslan'a odaklanmıştı. Bu imza ondan başkasına ait olamazdı.

Elindeki bardağı masanın üzerine bıraktıktan sonra beklemeden adımlarını eve doğru harekete geçirdi. Adımlarına yansıyan öfkesi kulakları kanatır derecede sert ve keskindi.

"Toplantıya bu yüzden gelmedi o. Ulan habersiz iş etmek ne demek, ha!" Ağabeyinin ardından Alparslan'a olan öfkesini sözlere döken İlyas da Hızır'dan farksız durumda değildi.

Son olarak öfkeli iki bedeninin ardında onlara nazaran biraz daha sakinliğini koruyan Enişte ise her zamanki gibi beyninde binlerce soruyla çetin bir mücadele içerisinde idi.

Salon eşiğine vardığında adımlarını ansızın sonlandırdı, Hızır. Onunla beraber Enişte ve İlyas'ın da adımları duraklamıştı.

"Evde mi lan o? Aşağı iniyorum bana çabuk onu bul, İlyas." dedikten sonra yönünü merdivenlere çevirmişti ki duyduğu ses tekrardan durmasını sağladı.

"Bize mi seslendin, Hızır ağabey?" Masumiyet abidesi genç kadın tüm iyi niyetiyle sözlerini sonlandırdıktan sonra karşındaki adamın cevabını beklemeye başladı. Oysaki kocasının asıl konu olduğundan bi'haberdi. Alparslan'ın çok da iyi bir işle meşgul olmadığını elbette biliyordu. Fakat bildikleri ve tahmin ettikleri gerçekle yarışacak türden değildi.

"Kocan nerde, kızım?"

"Yukarıda ağabey, duşa girdi."

"Girer tabi, tüm pislikleri üzerine sıçratır sonra da duşa girer paşamız."

Genç kadın duydukları karşısında anlamsız bakışlarla üç surete sırasıyla baktıktan sonra "Bir sorun mu var ağabey?" dedi. Zira bakışlarıyla süzdüğü suretlerde pek de normallik sezmemişti.

"Bir sorun yok kızım, işle ilgili. Sen o kocanı indir aşağı yanıma gelsin." dedikten sonra beklemeden merdivenleri katetmeye başladı.

O sırada Hızır'ın verdiği emir ile harekete geçti Özlem.

"Dur sen ben indireceğim onu." Özlemi ansızın durduran İlyas bekleme yapmadan ikişerli üçerli merdivenleri çıkmaya koyuldu. İlk basamakta kalan Özlem ise gözden kaybolan İlyas'ın ardından sadece şaşkınlıkla baktı.

"Kocam? Nerdesin seni bekliyorum da." Mutfaktan çıkan kadının sözlerini hiç dikkate almayan adam öylece düşüncelerle dolu beyni ile sorgu içerisinde idi.

"Özlem montumla çantamı getirsene sana zahmet. Kocam gidelim da."

"Sen Meryem ablalarla biraz daha otur Haticem. Bizim dayıyla toplantı var." diyerek İlyas'ın tersine hızla aşağı merdivenleri indi.

Ardından bakakalan iki kadın ise olanlardan hiçbir şey anlamayan boş bakışlarıyla öylece birbirlerine bakıyorlardı.

•••

Son fındığı da kabuğundan ayırdıktan sonra adeta özgürlüğüne kavuşmuş bir kuş misali ayaklandı. Fındık kırmaktan ellerinin uyuştuğunu hissediyordu. En nihayetinde sonuna gelmişti bu durumun.

"Ellerune sağluk kizum." Kadının memnun tavrına karşılık yüzüne sıcak bir tebessüm yerleştirdi.

"İzninizle ben yukarı çıkayım, efendim." Kadına fırsat vermeden izin istedi. Zira her an bir ise daha mahkum edilebilirdi. Erken davranmak en iyisiydi elbet.

Yanıt vermek yerine oturduğu minderde ağır adımlarla ayaklandı. Yanıtını merakla bekleyen genç kadına döndü.

"Git tabi kizum. Giderken de bağa Lutfiye'yi çağur." Başını evet anlamında salladıktan sonra hiç aldırmadan oradan ayrıldı. Adımları âdeta kurtulamaya yer arıyordu.

İhtiyar kadının isteğini yerine getirmek için kapıyı ardından kapatır kapatmaz rotasını mutfağa yönlendiren genç kadın gözüne ilişen manzara karşında öylece duraksadı. Zira gördüklerine anlam yüklemek bihayli zorlamıştı onu. Merdiven korkuluklarının başında neredeyse aşağı düşecek derecede eğilmiş olan kadının kısa bacakları âdeta asılı avizeler gibi sallanıyordu.

Duruma biraz daha açıklık getirmek için bir iki saniye daha bekleyip kadının ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştı. Fakat hiçbir şekilde anlam yükleyemiyordu.

Duruma el atmaya karar kılan genç kadın, kadının bulunduğu pozisyonun tehlikeli olabileceğinden dolayı kadını korkutmamaya dikkat ederekten onun duyabileceği bir tonda seslendi.

"Lütfiye hanım?" Ne kadar dikkat etmişse de başarılı olamamıştı. Lütfiye onu duyduğu gibi korkup dengesini kaybetmişti. Fakat son anda kendini tutmayı başarmıştı.

Onu korkuttuğu için tedirgin olan Azra ise hızla kadının yanına gitti.

"Afedersiniz ben korkuttum sizi. Siz ne yapıyorsunuz burada?" Kaşları merakından ve durumun tuhaflığından sebep hafif çatılan genç kadın, karşısındaki yüzün sarıya çalan rengini görünce gerçekten de kadının korkuttuğu anlaşılıyordu.

"Oy avukat hanum," elini kalbinin üzerine yerleştirip devam etti. "Yüreğume indurdunuz. Kafa üstu merdivenleri boyliğdum da." Kadının gülünç sözlerine karşın gülmeden edemedi. Fakat kadının asıl soruyu geçiştirmeye çalıştığına da gözden kaçırmış değildi.

"Korkutmak istemedim ben gerçekten. Hayriye hanım sizi çağırmamı söyledi. Sahi siz neye bakıyordunuz?" İçinde merak uyandıran soruyu sormadan edemdi. Zira kadının yüz ifadesi korkmasından çok her ne amaçla oraya eğildiyse bariz ondandı.

Tek kaşını havaya kaldırmış merakla kadının söyleyeceklerini bekliyordu.

Azra'nın sorduğu soruya karşılık gerilen kadın ne diyeceğini kestiremediğinden ağzında sözcükleri neredeyse geveliyordu. Aşağıdakileri dinlemeye çalıştığını söyleyecek değildi elbet. Zira başarılı olmuş da değildi.

"Toz aliydum, elumdeki bez aşağı düşunce bakayum dedim oraya midur?" Azra'nın ağzını açmasına izin vermeden aralıksız devam etti. "Anam çağıriy he mi? Ben bakayum oğa. Meryem ablamlar mutfağadur sen ha geç istersen oraya."

Saniyeler içerisinde gözden kaybolan kadını öylece anlamsızca izledi, Azra. Kadının sözlerinin hakikatinden şüphe duyduğu kesinken tavırları da buna delildi. Çok normal bir ev ve ahalisi olduğunu söylemek pek doğru olmazdı. En nihayetinde bunu kanıtlamak pek zor değildi. Ama yine de soru işaretleri oluşmuştu beyninde. Fakat şu anda tek düşünmek istediği ve düşündüğü şey bir an önce gözlerine çökmüş olan kuvvetli yorgunluğun esirinden kurtulmaktı. Lakin öncesinde halletmesi gereken bir maruzat olduğu kesindi.

Bu evden gitmesi şarttı. Keza Çakırbeylilerle yakın olması demek evlerinde kalması anlamına gelmiyordu. Bir diğer tetikleyici ise Ateş'ti. Onun o geceki adam olma ihtimali her ne kadar kanıtlanır olmasa da o geceki adam olma durumunda büyük bir çıkmaz Azra'yı bekliyor olacaktı. Bu çıkmaz sonucunda ise fazlasıyla çetin durumlar baş gösterecekti. Gözden uzak, en azından evden uzak olması bu riski biraz daha azaltmaya yarayacaktı. En nihayetinde her gün göz önünde olan bir kadını düşüne düşüne hatırlayabilirdi, bu adam. Bu riski göze alamazdı. Her şey istediği gibi ilerliyorken küçük detayların büyük planlarını bozmasına asla müsade etmeyecekti.

Bu sabah Alparslan ile bunu konuşmasına rağmen henüz bir hareketlilik yoktu görünürde. Belki de unutmuştu çoktan. Sahi ya bu adam neredeydi? Eve birlikte girdikten sonra Alparslan'ı görür olmamıştı. Gerçi yaklaşık bir saattir fındık kırmakla meşgul olduğundan ihtiyar kadından başka bir aile ferdine rastlamış değildi. Tabi Enişte ve Lütfiye'yi saymazsak...

En iyisi bunu kendisi konuşmalıydı. En azından Meryem'e bildirmeliydi bu arzusunu.

Aklındaki sözleri dile getirmek amaçlı harekete geçmişken ansızın çalan kapı olduğu yerde ürpermesine sebep olmuştu. Arasında birkaç adımlık mesafe mevcut olan kapının ısrarcı çalışı ile adımlarını harekete geçirdi.

Kapıyı sonuna kadar araladığı gibi karşında görmeyi beklemediği bir çift mavi göz genç kadının, olduğu yere sabitlenmesini sağlamıştı.

•••

"Ey güzel Allah'ım, sen bunları benim başıma imtihan mı verdin? Ha, güzel Allah'ım?" Öfkeden yerinde durmakta zorlanan adam oturduğu yere sığmıyordu âdeta. Elinde mevcut olan ipe dizili iri boncukları patlayacak derecede kuvvetli parmaklarıyla sıkmayı sürdürürken tüm öfkesini günahsız boncuklardan çıkardığının bilincinde olmadığı belliydi. Lakin bedeninin her zerresini esiri altına alan öfkesini Alparslan'dan çıkarmaktan iyiydi. Zira işittikleri kulağında her yankılandığında öfkesi level atlıyormuş edasında zorluyordu onu. Öfkesini geçiştiremeyeceğini anlamıştı ki çareyi ayağa kalkmakta denedi.

Öylece karşındaki dikili olan üç hareketsiz bedenin arasından bakışlarını ölümcül derecede ayırmadığı beden büsbütün Alparslan'a aitti.

O sırada Alparslan ise amcasının her hareketini koyu gözleri eşliğinde ifadesiz yüzü nazarında izliyordu öylece. Fakat neden burada olduklarını ve amcanlarının bu denli öfkesinin gerekçesini az çok kestiriyordu ki herşeye kendisini tamamıyla hazırlamış ve her türlü suale yanıt verecek durumdaydı.

"Burada eşek başı mıyım lan ben? Herkes başına buyruk hareket ediyor! Ha!" Her sözcüğü ateş misali savruluyordu dört duvar arasında. Kalın sesi kulakları tırmalar derecede yankılanırken oldukça soğuk kanlı duran İlyas dakikalar öncesine nazaran öfkesini içerisinde barındırmayı becerebilmişti. Fakat bu Alparslan'a olan öfkesinin azaldığı anlamına geliyor değildi. Sadece sırasını bekliyordu.

Hızır'ın öfkesinin altında kalmış olan üç adam öylece bekliyordu. Zira herkese yetecek kadar öfke barındıran Hızır, anında her birini ezip geçebilirdi. Mavi irisleriyle âdeta kurşun misali sırasıyla karşısındakilerin üzerinden geçirdi gözlerini. Bakışlarının son durağı elbette Alparslan olmuştu.

Genç adam bunu bekliyormuş gibi beklemeden söze girdi. "Amca ben hiçbir şey anlamıyorum. Artık söyleyin da."

Alparslan'ın durumdan ve ne yaptığından bı haber tutumu akla mantığa sığmıyordu. En nihayetinde onu Alparslan yapan da bu olmalıydı.

"Bak Alparslan sana tek bir soru soracağım. Bu sefer bana doğruyu söyle." Alparslan'ın bu olanlardan bi'haber tavrı bi nebze de olsun böyle bir şey yapmadığına dair ümit oluşturmuştu Hızır'ın içinde. Lakin eniştenin ona söyledikleri sözler her aklına geldiğinde bu ümidi yerle bir oluyordu.

"Nihayet artık biriniz birşeyler söyleyecek." Alparslan'ın verdiği cevaba gözlerini kısmakla yetinen adam sakinliğini az önceye göre kontrol altına alabilmişti ki Alparslan'dan işin aslını işitmeden dönülmesi zor bir duruma girmek istemiyordu.

"Sermet'i sen mi öldürdün lan?" Alparslan'ın vereceği yanıtı merakla bekleyen üç adam yanı sıra Alparslan er geç bu sorunun kendisine sorulacağını bildiğinden hiç vakit kaybetmeden söze girdi.

"Sermet'i öldürmüşler mi?" diyerekten kaşlarını çattı. Ve ayriyeten buna eklediği şaşkın mimikler âdeta inandırıcılık payını fazlasıyla karşılıyordu.

Alparslan'ın soruya soruyla karşılık vermesi fazlasıyla sabırları sınıyordu.

"Soruma cevap ver ulan! Sen mi öldürdün o iti?" Şakaklarındaki damarların gittikçe belirginleşmesi öfkesini temsil ediyordu binevi. Avucuna aldığı tespihi sıkmayı sürdürürken tespihin boncukları neredeyse avuç içinin tamamını boncuk izleriyle kaplamıştı. Hiç aldırmadan beklediği cevabı bekleyen adam bir nebze olsun bakışlarını Alparslan'dan ayırmıyordu. Zira sözlerinden çok bakışlarına önem verdiği belliydi. En nihayetinde bakışlar sözlerin ardındaki giz niteliğini taşıyor olmasından dolayı ki gerçekliği daha çok barındırırlar.

"Benim bir ilgim yok amca."

Hızır, böylesine bir yanıtını duymayı beklemiyordu ki gerginlik yüzünü aniden terk edip yerini anlamsız bir ifadeye bıraktı. Bilakis kendini tersine bir yanıta hazırlamıştı. Lakin saniyeler öncesinde Alparslan'ın dudaklarından dökülen sözcükler tüm bu hazırlığını yoo etmeye yetmişti.

"Ne demek ilgim yok?" Az önce duyduklarının kesinliğinden emin olmayan adam birkez daha bunu sormaya gerek duydu.

Alparslan ise hiç düşünmeden yanıt vermeyi geciktirmiyordu.

"Sermet'in öldüğünü şimdi senden duydum amca. Benim bir ilgim yok."

"Ulan senin imzanın adamın üzerinde ne işi var, ha? Madem ilgin yok!"

"Amca benim bir ilgim yok, diyorum."

Alparslan'ın sözleriyle beyninde oluşan anlık fikirleri daha fazla içinde tutamayarak konuşmaya tereddüt ederekten dahil oldu, Enişte.

"Dayı belli ki biri Alparslan üzerine oyun kurmuş. Yani Sermet'in üzerinde Alparslan'ın imzası var. Ama Alparslan ilgim yok diyor. E bu da demek oluyor ki biri Alparslan'ımın üzerine oyun kuruyor." Eniştenin söyledikleri Hızır'ı düşündürmüştü. En nihayetinde sözleri es geçilir derecede önemsiz değildi. Alparslan'ın sözlerine de inanmış değildi açıkçası. Ama bir yandan da bu ihtimal de olası bir ihtimaldi. Ağabeyini kaybettiği günden bu yana Alparslan' ı bu işlere bulaştırmayacağına söz vermişti. Ve bunun için de elinden geleninin fazlasını yapmıştı lakin her daim herşey istenilen şekilde ilerlemez. En olmadık bir durumda içinde olduğu bu bataklığın çamuru Alparslan'ın da üzerine sıçramıştı. Üstelik gidişat böyleyken bu çamur sadece sıçramakla kalmamıştı her geçen gün Alparslan'ı içine çekiyordu. Çekmeye de devam ediyordu. Hızır onu korumaya çalıştıkça her seferinde daha fazla batıyordu Alparslan. Öyle ki Hızır'ın çırpınışları Alparslan'ı daha fazla dibe götürmekten başka bir işe yaramıyordu.

"Sermet tam olarak ne zaman öldürülmüş?"

"Akşam üzeri dayı."

"Neredeydin lan o saatlerde? Toplantıya da gelmedin." Amcasının bitmek bilmeyen sorgusu devam edeceğe benziyordu hâliyle.

"Azra'yla birlikteydik."

Alparslan'ın verdiği yanıt hiç beklemedikleri bir yanıt olacaktı ki üç çift göz anlamsızca Alparslan'a kitlendi.

"Sahi Alparslan demin kızı ben de gördüm. Hayırdır ne iş? Senin böyle avukatlar pek içli dışlı ilişkin yoktu. Hadi dayı olsa anlarım da..." Söylediklerinin asla bilincinde olmayan Enişte , her söylediği sözle gözleri üzerine topladığından bihaberdi.

Eniştenin sözlerinin sonunda Hızır'a vurgu yapması fazlasıyla Hızır'ın sinirine dokunmuştu. Üstelik konu tamamıyla farklıyken İlyas da buna pek memnun olmuş değildi.

Şu anki asıl meselenin bu olmadığını göz önünde bulundurarak asıl konuya geri döndü Hızır. En nihayetinde her zamanki enişteydi.

"Ne işin vardı lan avukatla?"

Hızır'ın bu sorusuna pek anlam veremeyen İlyas kendini zapt etmekte fazlasıyla zorlanıyordu. Konu alakasız yerlere sürüklendikçe sürükleniyordu. Bu da onu germekten başka bir şeye yaramıyordu. Daha kontrollü olabilmek adına sağ eliyle çenesini ovmaya başladı. Belki bu bı nebze olsun onu sakinleştirmeye yetebilirdi.

"Amca kız benim eski arkadaşım da. Buranın yabancısı, benden başka kimsesi de yok buralarda. Birkaç konuda yardımcı oldum." Oldukça sıradan davranan Alparslan neredeyse kendisi bile inanacaktı kendine. Lakin Hızır'ın gözlerinde hala bir anormallik mevcuttu.

"Sorması ayıp ama nasıl konular Alparslan'ım?" dedi enişte. Gergin olan ortamda böylesine cümleler kurmak olduğundan fazla cesaret gerektiren bir şeydi. Keza Enişte sorduğu her soruyla bu cesarete sahip olduğunu kanıtlıyordu. Fakat onun cesaretinin aslı tamamen merakından geliyordu.

"Ulan enişte tek kelime daha edersen senin o dişlerini söker teyzemin kızına kolye diye takarım." dedi Hızır, elindeki tesbihi enişteye doğru tehdit niyetinde sallayarak.

Susması gerektiğini fazlasıyla idrak etmiş olan adam ise masum bir ifadeye bürünerek "Tamam dayı, sustum." dedi ve ardından eliyle fermuar çekiyormuşcasına ağzını kapattı. Bunun üzerine ortam tekrar asıl konuya odaklanmıştı.

Mavi irisleri bir küçülüp bir büyürken adeta gözlerini kırpmaksızın düşünmeyi sürdürüyordu, Hızır.

O sırada Alparslan'ın dikkatini çeken İlyas'ın sakinliği olmuştu. En başından beri sayılı kelime etmiş olması bir yana öfkeli olmaması ya da öfkesini açık etmemesı bihayli şaşırtmıştı Alparslan'ı. Oysa Hızır'dan çok onun kükremesi gerekiyordu. Hatta boğazına sarılmasını bekliyordu, Alparslan. Ama o sadece sessizdi. Ve bu sessizlik Alparslan'ı fazlasıyla geriyordu.

Daha fazla beklemeye niyeti olmayan Alparslan cesaretli bir girişimde bulundu.

"İlyas amca sen niye bu kadar sakin duruyorsun?"

Alparslan'ın sorusuna karşılık başını usulca o yöne çevirdi, genç adam. Kaşları her daim ki konumundayken o sadece Alparslan'ı süzüyordu. Kömürü andıran gözlerinin içinde kıvılcımlar ahenk eşliğinde dans ediyorken o sanki tüm öfkesini gözlerinde bir araya getirmiş gibi bakıyordu Alparslan'a. Öfkesini en başından beri bastırdığı kesindi. Lakin Alparslan'ın beklenmedik cevabı onun da diğerleri gibi afallamasına sebebiyet vermişti. Elbetteki bu ona inandığı anlamına gelmiyordu.

Bunu fazlasıyla fark etmişti Alparslan. Amcasının ona olan bakışları ve suskunluğu ne kadar öfkeli olduğunu ve hala söylediklerine itimat etmediğini göstermeye yetiyordu. Lakin o yine de cesaret edip amcasına kelime edebilmişti. Açıkçası bu mahsurda kimsenin beyninde soru işaretleri kalmasını istemiyordu.

"Seni duşta boğmadığıma dua et sen." Bariz beklediği bir cevaptı.

"Amca benim bir ilgim yok, diyorum da. Ha ama öldürmeyi çok isterdim. Orası ayrı..."

"Kes lan! Ayıracağım şimdi seni."

Amcasının sert çıkışı ile başını anlamsızca iki yana salladı. İnanacak gibi asla görünmüyordu.

Eniştenin saniyeler öncesinde ortaya attığı sözlerini o esnada düşünen Hızır ise sadece onunla yetinmeyip tüm olasılıkları gözden geçiriyordu. Alparslan çoğu zaman yaptıklarını ondan saklamıştı ama bu diğerlerine göre daha farklıydı. Masa üyelerinden birini öldürmesi ihtimalini duyduğunda gözü öfkeden dönmüştü âdeta. Şimdi ise Alparslan'ın bu ihtimali tersine çevirmesiyle eniştenin ortaya attığı ihtimal ve bununla birlikte binlercesi cevapsız sorular beyninde yanıt bulmak üzere başıboş dolanıyordu.

•••

Birkaç saniyedir kapı eşiğinde anlamsız mimiklerle öylece kendisini süzen kadına şaşkınlıkla bakmakta olan adam bu durumun uzayacağına kanaat getirmiş olmalıydı ki harekete geçti.

"İyi akşamlar avukat hanım." Kadının kapı eşiğinden çekileceğini umaraktan beklemeye başladı. Açıkçası bu kadında bir tuhaflık olduğu kesindi. Fakat bu tuhaflığa anlam vermek pek kolay değildi.

Adamın konuşmasıyla bulunduğu konumun saçmalığının farkına varmıştı. Vardığı gibi çekilmesi de bir olmuştu.

"İyi akşamlar Ateş bey. Buyrun." Kapıyı kapatmayı beklemeden kendini mutfağa attı. Kesinlikle bu onluk bir davranış değildi. Lakin yaptıkları tamamiyle iradesi dışında gerçekleşiyordu. Bu adam konusundaki kuşkuları kesinleşmeden asla içi rahat etmeyecekti. Keza bu süreç içerisinde bu evde kalması hiç de doğru değildi. Ateş'in düşüncelerini bilemiyordu en nihayetinde. Belki de adam kendisini çoktan hatırlamıştı fakat bunu dile getirmiyordu. Tersine hatırlamıyor da olabilirdi. Hatta daha iyisi o geceki adam bile olmayabilirdi. Lakin tüm bunlar tamamiyle bir ihtimalden ibaretti, öyle değil mi?

"Fındıklar bitti mi, Azra?"

Genç kadın, henüz düşünceleriyle boğuşurken mutfağa girdiğini ve kendisine Meryem tarafından soru yöneltildiğinin farkına varmamıştı.

Kadının dalgın bakışlarına anlam yüklemekte bihayli zorlanan Meryem sorusunu bir kez daha dile getirme gereksiniminde bulundu.

"Azra? Fındıklar bitti mi?"

Meryem'in sorusunu nihayetinde işiten Azra, birkaç saniye duraksadıktan sonra yanıt verdi.

"Evet bitti."

"Fındıklar seni yormuş galiba. Hadi geç otur bir kahve içelim seninle. Geldiğinden beri hiç sohbet edemedik." Meryem'in samimi üslubu Azra'yı memnun etmişti fakat yorgunluk asla onu terk etmediğinden onun arzusu kahveden yana değildi. Lakin onun da konuşmak istediği şeyler olduğundan bu kahve bir fırsat olabilirdi.

Meryem oldukça oturaklı bir kadın olması yani sıra herkesin ablası sıfatını taşıyan bir kadındı. Bu evde her Allah'ın kulu ona abla demekten asla gocunmuyordu. Keza öyle bir karakteri olduğu da aşikardı. Bu yüzden Azra istemsizce de olsa ona yakınlık hissetmiş bulunuyordu.

Meryem'in isteğine tebessümle karşılık verdi.

"Aslında ben de konuşmak istiyordum sizinle. Ben kahve yapayım o zaman. Nasıl içersiniz?"

"Sen otur canım Lütfiye yapsın." dedi lakin gözleri etrafı kısa süreli dolaşınca ortada bir Lütfiye görememişti.

"Hayriye hanım çağırdı Lütfiye hanımı. Ben yaparım hemen." dedikten sonra hiç beklemeden malzemeleri çıkarmaya koyuldu.

•••

"Güzel yapmışsın. Ellerine sağlık." dedikten sonra genç kadının gözlerine bakmayı sürdürdü, Meryem. Azra'ya kanı ısınmıştı. Fazlasıyla güzel olduğu kadar saygılı ve terbiyeli bir kız olduğu izlenimi yaratmıştı üzerinde. Bu nedenledir ki Azra'ya yakın ve samimi davranmayı eksik etmiyordu. Keza bu yakınlığının müsebbiblerinden bir diğeri ise Alparslan'dı. Alparslan o ve dahi tüm Çakırbeyliler için kırmızı çizgiydi. Ona küçüklüğünden bu yana olduğundan fazlasıyla değer veriliyordu. Alparslan henüz çok küçükken babası bu kanlı dünyanın kurbanı olmuş hayatı son bulmuştu. Annesi ise varlığı ve yokluğu belirsiz bir mahlukattan ibaretti. Bundan sebeptir ki Alparslan küçük bir çocukken yalnızlığın en ağırı ve büyüğüyle baş başa kalmıştı. Lakin Çakırbeyliler bir anne ve baba yerini tutmasa da Alparslan'ı küçüklüğünden bu yana el üstünde tutmuş pek beceremeseler de onu olabildiğince bu kanlı dünyalarından uzak yaşatmaya çalışmışlardı. Meryem de ona bu zaman diliminde bir annelik edasıyla yaklaşmayı asla bırakmamıştı. Onu öz oğlundan farksız asla görmemişti. Onu bu yaşına değin bir evladı gibi büyütmüş her şeyine koşmuştu. En iyi şartlarda bir yaşam sürmesi için ise bazen Hızır'dan daha fazla titiz davranmıştı. Bunda sebeptir ki Alparslan onun için büyük bir değer taşıyordu. Alparslan'ın ilişkisi olduğu her kim varsa Meryem'in de ona göre davrandığı kesindi. Bu sebeptendir ki Azra'nın Alparslan'ın arkadaşı olması Azra'ya olan ilgisini daha fazla arttırıyordu. Keza Azra da bu ilgiyi sonuna kadar hak edecek bir kişi olduğunu kanıtlıyordu.

"Afiyet olsun Meryem hanım." Asil kadının sıcak bakışlarına karşılık tebessüm gösterdi. O esnada aynı zamanda asıl konuya giriş yapmaya hazırlanıyordu.

"Aslında sizinle konuşmak istiyordum."

"Tabi, dinliyorum."

"Gerçekten bana gösterdiğiniz bu samimiyet ve sıcaklık benim için fazlasıyla değerli bir his. Uzun zamandır görmediğim bir aile sıcaklığını tekrardan burada sizinle hissettim. Bu yüzden size çok teşekkür ederim her şey için. Aslında en başından Alparslan'ın ısrarı olmasaydı buraya gelmeyi kabul etmek gibi bir niyetim yoktu. Yani yanlış anlamayın bunu sebebi tamamıyla size rahatsızlık vermek istemediğimden dolayı. Kısa kesmek gerekirse ben size daha fazla rahatsızlık vermek istemiyorum. Bu yüzden yarın sabah bir otele yerleşmeye karar verdim. Böylesi daha iyi olacaktır. Size haber vermeden aniden gitmek istemedim. " Azra'nın yüzündeki tebessüm yeri gelince göz bebeklerinde bir hüzün ışığına dönüyor, yeri gelince tekrar sıcak bir tebessüme dönüşüyordu. Bu hislerin böylesine kontrolsüz gerçekleşmesine anlam vermekte zorlanıyordu. Birkaç gün öncesindeki sertliği ve kararlılığı şimdiye nazaran daha farklıydı. Böylesine bir aile sıcaklığı onu etkilemiş olmalı ki kendisini kontrol etmekte zorlanıyordu. İşte bu yüzdendir ki gitmesi daha doğru olacaktı. En azından bu aile ortamından çıkması kesinlikle gerekliydi.

Azra'nın sözlerini hiç beklemiyordu ki yüzündeki tebessüm yok olmuştu. Genç kadının sözleri onu derinden etkilemişti.

"Bu nereden çıktı Azra? Ne demek rahatsızlık vermek? Sen de artık bu evin kızı sayılırsın. Hem biz dururken otelde kalmak da ne? Biz de alıştık sana." diyerek elini Azra'nın elinin üzerine yerleştirdi. Azra'ya söylediklerinde tamamıyla samimiydi. Kendilerine hiçbir zararı dokunmayan üstelik böylesine naif bir kızın bu denli düşünmesi onu memnun etmemişti.

"Benim için böylesi daha rahat olacaktır. Hem Alparslan da yabancı otelde kalmayayım diye İlyas beyin otelinde kalmamı istedi. Orada kalacağım. Her şey için teşekkür ederim." Elini karşılık olarak Meryem'in elinin üzerine yerleştirdi. Alparslan'ın bundan haberi elbette yoktu. Bunu Meryem'in böyle ısrarcı olmasından vazgeçmesi için söylemişti. En nihayetinde Alparslan'a böylesi sürprizler yapmayı alışkanlık haline getirmişti.

Azra'nın ısrarı üzerine Meryem daha fazla üstelememeye karar kıldı. Öyle ki rahat etmesi önemli olandı. Böyle rahat edecekse bunda bir sakınca tabiki yoktu. O üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını düşünüyordu.

Yüzüne tebessüm yerleştirip diğer eliyle Azra'nın elini ovaladı.

"Peki o halde sen nasıl rahat edeceksen öyle olsun. Ama burası da senin evin unutma. Ne zaman bir şeye ihtiyacın olursa Alparslan'dan önce bana gel, tamam mı?"

"Çok sağ olun, Meryem hanım."

"Hanımı bırak kenara. Abla de bana." Meryem'in isteği üzerine Azra başını usulca salladı.

"Peki, Meryem abla." Azra'nın, isteğini onaylaması onu memnun etmişti.

İki kadın birbirine sıcak bakışlarla eşlik ederken kahvelerini yudumlayı unutmuyorlardı.

O esnada içeri hiç beklenmedik bir davetsiz misafir girmiş bulunuyordu.

"İyi akşamlar abla. Ay kahve mi içiyorsunuz? Benim de dilim damağım kurumuştu." Neşesi ve her daimki çenesi asla eksilmeyen kadın bir solukta Azra'nın yanındaki sandalyede yerini almıştı. Azra bu kadını fazlasıyla sevmediğini biliyordu. Aslında kadının bir zararı dokunmamıştı kendisine lakin çenesinin düşüklüğü ve yerli yersiz sorduğu sorular ortadaydı. Haliyle Azra'yı pek memnun eden şeyler değildi bu.

"İyi akşamlar Mübeccel. Hayırdır bu saatte?" Bu saatlerde geldiği pek görülmemiş olduğundan şaşırması pek sıradandı.

"Ay abla ne varmış ki saatte? Bir kahve içelim dedim." Bakışlarındaki anormallik Meryem'in dikkatinden kaçmamıştı. Kesinlikle bu saatte gelmesinin bir müsebbibi olduğunu tahmin etmişti. Lakin bakışlarından anlaşıldığı söyleyeceği her neyse Azra buradayken söylenecek bir şey değildi.

"Avukat hanım siz de mi buradaydınız?" dedikten sonra yanıt beklemeden gözlerini etrafta gezdirdi. Kesinlikle olduğundan fazla hareketliydi. "Lütfiye nerede? Bana da bir kahve yapsın."

Azra bu fırsatı değerlendirmeden edemedi. "Ben yapayım size, Mübeccel hanım." dedi ve kadının konuşmasına fırsat vermeden harekete geçti.

Azra kahveyi olabildiğince hızlı yapıp kadının önüne bıraktı.

"Gerçekten zahmet oldu avukat hanım. Lütfiye yapardı. Siz buyrun oturun kahveniz yarım kalmış." Kadının ısrarına karşılık yüzüne mecburi bir tebessüm yerleştirdi.

"Size afiyet olsun. Ben çok yorgunum. İzninizle uyumak istiyorum. İyi geceler."

"İyi geceler canım. Bir şeye ihtiyacın olursa Lütfiye'ye söyle."

Başıyla onay veren Azra memnum bir tebessüm eşliğinde mutfaktan ayrıldı. Bu tebessüm yanı sıra o kadının haddinden fazla olan merakından kurtulmanın sevinci vardı yüzünde.

Geride bıraktığı iki kadın ise baş bada kalmış bulunuyorlardı.

Dumanı tüten kahvesinden bir yudum alan kadın her zamanki gibi formundaydı.

"Ay abla canımlar falan siz iyice kaynaşmışsınız. Sana diyorum bunu Ateş'e al diye ama-"

"Mübeccel!"

"Ay abla ne dedim şimdi?"

Sözü kesilen kadın asıl konusuna odaklanıp büyük bir heyecanla söze başladı.

"Abla ben buraya sana haber gibi haber vermeye geldim." Kadının heyecanı ve tedirginliği açıklıyordu ki sıradan bir konu değildi.

"Ne haberi?"

"Şimdi Alparslan var ya önemli bir adam öldürmüş. Yani bayağı önemli bir adam. Bizimkilerin başı derde girebilir. Ay abla Servet'imle daha yeni işleri yola koymuşken olcak iş mi bu?" Kadının bir solukta tüm olanları dile dökmesi Meryem'in duyduklarını idrak etmesini bihayli zorlamıştı.

"Ne diyorsun sen Mübeccel?"

Kadının yüzündeki canlılık yavaş yavaş yok olurken işittikleri pek iyi bir izlenim yaratmamıştı üzerinde.

•••

Mutfaktan çıktığı gibi cebinde varlığını hissettiren telefonun titreşimi adımlarını sonlandırdı. Telefonu çıkardığı gibi ekrana kısa süreli baktıktan sonra açmak yerine etrafını gözleriyle ufak çaplı yokladı. Görünürde kimsenin olmayışı adımlarını hızla avluya hareketlendirdi. Aynı zamanda da bakışları etrafını kolaçan etmeyi ihmal etmedi.

Avluya ulaştığında son defa bakışlarını etrafta gezdirdikten sonra telefonu kulağına götürdü.

"Efendim?"

"İyi misin?

"İyiyim baba. Sen nasılsın?"

"Beni boşver kızım. Bak, hiç aklımdan çıkmıyorsun. Bu işe en başından kalkışmayacaktık. Seni tehlikeye atmak büyük yanlıştı. Bilet ayarladım. Yarın sabah ilk uçakla Londra'ya dön. Orada hayatını sürdür. Bu senin için en iyisi."

"Bunları defalarca konuştuk. Lütfen artık her defasında aynı şeyleri söylemeyi bırak. Ne yaparsan yap ben baş koyduğum yoldan dönmem. O yüzden artık beni düşünme. Burada gayet güvendeyim. Her şey olması gerektiği gibi gidiyor."

"Kızım -"

"Avukat hanım?"

Genç kadın yanıt verceği esnada kulaklarına ilişen tok tes ağzında barındırdığı sözcükleri anında dağıtıp nefesini birbirine dolamıştı.

               °°°°°Bölüm Sonu°°°°°

Umarım güzel bir bölüm olmuştur sizler için (⁠◍⁠•⁠ᴗ⁠•⁠◍⁠)🤍

Bölümde sözü geçen bir iki karakter fotoğrafı bıraktım aşağı ;⁠)

Enişte


Hatice = eniştenin eşi ve Hızır Çakırbeyli nin teyzesinin kızı.

Servet = Mübeccel'in kocası.

Continuar a ler

Também vai Gostar

729 98 6
Ölümüyle birlikte geçmişe giden amaçsız bir kadın ve bir Gök tegininin hikayesini okumak ister misiniz? *Kitaptaki karakterler ve olaylar kurgusaldır...
4.9M 231K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
2.6K 220 20
Yarı bulgar ve yarı türk olan Laletsiya, kız kardeşi Tatiana ile yaşarken, anzısın kaçırılıp saraya götürülmüştür. Orada tamamen yanlız kaldığı için...
1.7M 110K 59
Wattpad de bu isim ile yayımlanan ilk ve tek hikayedir. Çalınma durumunda yasal yollara başvurulacaktır. Mine MUTLUÇAY, otuz yaşında arşiv memuru ke...