GAYRİMEŞRU PRENSES

kayipyazar13 द्वारा

113K 9.3K 1.8K

Gayrimeşru bir prensesten kraliçeliğe gidilen meşakkatli bir yol... En büyük varisi ölen kral, kızını öldürme... अधिक

1.BÖLÜM: Gayrimeşru Prenses
2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım
3.BÖLÜM: Taht Odası
4.BÖLÜM: Kabul Töreni
5.BÖLÜM: Balo
6.BÖLÜM: Maskeli Yabancı
7.BÖLÜM: Saraydan Ayrılma
8.BÖLÜM: Düşmüş Yıldız
9.BÖLÜM: İsyan
10.BÖLÜM: Kurtuluş
11.BÖLÜM: Ceza
12.BÖLÜM: Saray Adabı
13.BÖLÜM: Gizlice
14.BÖLÜM: Tahtın Varisi
15.BÖLÜM: Kaçırılma
16.BÖLÜM: Kayıp Prenses
17.BÖLÜM: Kaba Adam
18.BÖLÜM: Son Görüş
19.BÖLÜM: Prens Richard
20.BÖLÜM: Tahtın Yasal Varisi
21.BÖLÜM: Boş Taht
22.BÖLÜM: Tutsak
23.BÖLÜM: Acı
24.BÖLÜM: Öfke
25.BÖLÜM: İntikam
26.BÖLÜM: Dost
27.BÖLÜM: Dost Görünümlü Düşman
28.BÖLÜM: Düşman
29.BÖLÜM: Yüzleşme
30.BÖLÜM: Avuçtaki Kan
31.BÖLÜM: Sevgi
32.BÖLÜM: Terkediş
33.BÖLÜM: Yas
35.BÖLÜM: Zindan
36.BÖLÜM: Kan
37.BÖLÜM: Paramparça
38.Bölüm: Günahkar
39.BÖLÜM: Gizli Hazine
40.BÖLÜM: Kraliçe
41.BÖLÜM: Yargılanma
42.BÖLÜM: Kral John
43.BÖLÜM: Evlilik
44.BÖLÜM: Sadakat
45.BÖLÜM: İtiraf
46.BÖLÜM: Uzaklara
47.BÖLÜM: Saadet
48.BÖLÜM: Krallığın Sonu
49.BÖLÜM: Sır
50.BÖLÜM: İntikam Yemini
51.BÖLÜM: Haber
52.BÖLÜM: Çığlık
53.BÖLÜM: Matem
54.BÖLÜM: Kayıplar
55.BÖLÜM: Uyanış (Final)

34.BÖLÜM: Yenilgi

970 94 5
kayipyazar13 द्वारा

''Kilisenin desteklemediği bir savaşa katılmamız mümkün değil.''

''Halk sefil olacak. Hazinemiz savaş için yeterli değil.''

''Hiçbir ülke bize istediğimiz meblağları ödemez. Kimse iki ülkenin arasındaki savaşa destek olmaz. Tarafsız kalacaklardır."

''Bu zaten ülkemizin savaşı değil, prensesin taht kavgası.''

''Prenses veliaht. Savaşa girmeden taç giyme töreni yapılmalı.''

''Kral öleli ne kadar oluyor? Prenses henüz kraliçe olamaz.''

''Bu savaştan kaçmak demektir. Kral Charles sadece prensese değil bizlere de saldırıyor. Ülkemizin topraklarını kendi ülkesine katacak.''

''Hayır, onun amacı prensi kral yapmak. İstedikleri prensesin tahttan çekilmesi.''

''Papa ile görüşmeliyiz. Kilise arkamızda durmalı. Biz tampon ülkelerden biriyiz. Ülkemize girildiği taktirde bütün hristiyan ülkeler arasında savaş başlayacaktır. Bu da dini bizlerden olmayanların işine yarayacak. Bu durumda Papa da tehdit altında sayılır.''

''Prenses kiliseye bazı haklarını devredebilir. Konsey ve üst mertebeden soylular olarak kiliseyle görüşürsek kraliçenin istemediğimiz haklarını onlara devretmemeye ikna edebiliriz. Onlar da hazinemize yardımda bulunurlar. Kilisenin arkamızda olduğunu öğrenen krallıklar da siyasette bizden taraf olacaklardır.''

''Yeter!'' Sesimi yükseltmemle danışman konseyi ve toplantıya katılan üst mertebe soylular seslerini kestiler. Keskin bakışlarımı üstlerinde gezdirdim. ''Tek bir vakfın dahi yönetimini kiliseye vermeye niyetim yokken çoğu hakkımdan vazgeçmemi istiyorsunuz! Hiçbirini vermeyeceğim. Ben en güçlü varisim. Beni desteklemek zorundalar. Eğer desteklemiyorlarsa da tek çarem asla onlara boyun eğmek değil. Böyle bir şey olmayacak!''

Ülkenin nerdeyse diğer ucundan çağırmam üzerine gelmiş olan orta yaşlı lord sordu. ''Peki nasıl bir yol izleyeceğiz? Daha önce kazandığınız savaşın ününü duymayan kalmadı prensesim. Stratejilerinizden övgüyle söz ediliyor. Bu sefer ne planladınız?"

Lorda keskin bakışlarımı yumuşattım. ''Elbette aklımda bir şeyler var. Ne yapacağımızı hep birlikte konuşacağız.''

Başka bir kont atıldı. ''Prenses, en önemli olan mesele şu an için hazinemizin yetersiz olması. Kiliseyle uzlaşmaya gitmeyeceksek ne yapacağız? O kadar sikke ve altını nereden bulmayı düşünüyorsunuz?''

Gülümseyip başucunda oturduğum devasa masaya dirseklerimi yaslayıp parmaklarımı birbirine kenetledim. ''Buldum bile.''

Parmağımı şıklatmamla taht odasındaki kapı muhafızları görkemli kapıyı açtılar. Sırayla ikişer muhafızın zor taşıdığı yedi büyük sandık içeriye getirildi ve kapakları açıldı.

Herkes şaşkınlıkla sandıklardaki altınlara, ardından bana baktılar. ''Nereden buldunuz bu kadar altını ve mücevheri?''

Dük Robert'e bakıp tek kaşımı kaldırdığımda ayaklandı ve uzun bir parşömeni açtı. "Veliaht Prenses Beatrice'in emri ile mallarınıza el konuldu. Mühürlerinizi basarak mallarınızı rızanızla verdiğinizi kabul ediniz."

''Savaş sonuçlanana kadar mallarınıza el koyuyorum. Emin olun ki tahta geçtiğimde sizlerden aldıklarımın büyük kısmını geri vereceğim.'' Elimle bir kontun önüne parşömeni bırakan Robert'i gösterdim. ''Mallarınızı bana kendi rızanızla verdiğinize dair mühürlerinizi basın lütfen," diyerek Robert'in söylediklerini tekrar ettim.

"Mallarımızı bizden böyle alamazsınız."

Kaşlarımı çatarak genç konta baktım. "Mallarınız ve bütün gücünüz kraliyete aittir. Bunu unuttuysanız size hatırlatabilirim."

"Ailelerimiz yıllarca krala hizmet ettiler. Her şeyi hakkımızla elde ettik."

Onu küçümseyerek süzdüm. "Hakkınızla öyle mi? Belki babanız ve büyükbabanız ülkemize büyük katkılarda bulundular, evet. Lakin siz ne yaptınız? Onlardan sonra düzenin bozulmaması adına kont olduğunuz doğru. İstersem bunu da elinizden alabilirim. Kralımız artık hayatta olmadığına göre yeni kraliçenize hizmet etmeniz karşılığında birçok şey elde edebilirsiniz. Bu bana kendinizi kanıtlama fırsatı."

Soylular aralarında fısıltılarla konuşmaya başlayıp isyan ederlerken seksen yaşlarındaki bir lord boğazını temizledi. Onu duyan birkaç kişi sessizliğe gömülürken lord bana baktı ve konuştu. "Prenses tahtın tek ve yegane varisidir. Gireceğimiz savaş sonunda kendileri bizim kraliçemiz olacaktır. Sizlerin de dile getirdiği gibi bizler yıllardır kraliyete hizmet eden üstün mertebe soylularız. Şimdi de görevimiz aynı hizmeti prensese vermektir. Bu savaş hepimizin savaşıdır. Prensesimiz de bize söz verip mallarımıza geri kavuşacağımızı söylüyor. İki üç altınla köşklerinizin peşine düşeceğinize boyun eğip haklı olanın yanında yer almanız gerekiyor. Bu bizlerin kraliyete borcu ve görevidir."

Lordun bana destek çıkmasıyla ona tebessüm ettiğimde uzun süredir suskun olan Aldous konuştu. "Prenses ne derse o bizim kabulümüzdür. Ona karşı çıkmak hiç kimsenin haddine değildir," dedi soylulara dik dik bakarak adeta tehditkar bir tavırla.

Merakla diğerlerinin söyleyeceklerini beklemeye başladım. Hepsi istemese de yaşlı lordun büyük desteğiyle Robert'in önlerine uzattığı parşömene mühürlerini basmaya başladılar. Robert birkaç dakikanın ardından parşömeni bana teslim ettiğinde bir dük atıldı bu sefer.

"Peki siz prensesim? Bizden mallarımızı geri vermek şartıyla aldığınızı tehit eden mühürlü belge vermeyecek misiniz?"

Parşömeni Anthony'e teslim ederken tek kaşımı kaldırdım. "Benim sözüm en büyük güvenceniz olmalı, Bay Aaron. Bir belge malınızı ya da canınızı benden korumaya yeterli değil," dedim üstü örtülü şekilde tehdit ederken.

Bakışlarını benden kaçırıp karşısında oturan Aldous'a baktığında Aldous dudağının köşesini yukarı kıvırarak alayla ona baktı.

Ayağa kalkıp herkesi başımla selamladım. "Savaş bitimine kadar sarayda kalacaksınız beyler. Odalarınız ve hizmetlileriniz hazır. Yarın sabahki toplantıda savaş stratejilerimizi konuşacağız."

Hiçbirinin bana ihanet edip ayaklanmamasını ancak gözümün önünde olmalarıyla kontrol edebilirdim. Hepsi ayağa kalkıp beni selamlarken Robert'e kaşımla benimle gelmesini işaret ettim. O ve Anthony ile taht odasını terk ederken Aldous'un beni izlediğini biliyordum. Ona iki hafta önceki sert çıkışımdan beri birebir konuşmamıştık. Ona sen bir hiçsin demiştim ve sözümü yemekten nefret ettiğimden ondan özür dilememiştim.

🏹🏹🏹

"Bay Arşidük bugün sizi destekledi." Göz ucuyla Anthony'e baktığımda bakışlarını benden kaçırdı. "Daha önceki planı onunla yapmıştınız. Eski soyluları ve komutanları yakından tanıyorlar. Bize katkıları büyük olur."

Derin bir nefesi vererek elimdeki belgeleri masanın üstüne bıraktım. "Onunla konuşmamı mı istiyorsun? Doğru mu anladım?"

Başını kağıtlara eğdi huzursuzlukla. "Haddime değil biliyorum fakat soylular arasında güvenebileceğiniz tek kişi o. Bay Woodshed dönmediği sürece arşidük dışında kimseye güvenemezsiniz. Dük Robert ise hâlâ toy."

Percival'ı anmasıyla yüzümdeki ciddiyet yerini üzüntüye bıraktı. "Percival dönmeyecek Anthony. Zaten beni yaralayan bu değil miydi? Dönmeyeceğini öğrendiğim için sinirlenip Aldous'a tepki göstermedim mi?"

Bana üzgün gözlerle bakıp gülümsedi. "Eminim Bay Wichelson sizi anlayacaktır. Onunla aranızı düzeltebilirsiniz. Ben ve Dük Robert her zaman yanınızda olacağız. Lakin Bay Wichelson'ın yerini tutmamız mümkün değil."

"Teşekkür ederim Anthony. Yıllardır bana en sadık insan oldun. Hiçbir sözümü ikiletmedin ve arkamı döndüğümde beni kolladın."

Şaşırdı sözlerime. Ona içimi pek açtığım söylenemezdi fakat oldukça dikkatli biriydi. Her zaman sanki duygularımın farkındaymış gibi bana özenle yaklaşıyordu. Bana kurallar dahilinde dostluk yapıyordu.

"Benim görevim bu. Size hizmet etmek... Sayenizde şövalye ilan edildim. Beni diğer şövalyelerden daha üstün tutarak askerlerin birlik komutanlarıyla eşdeğer kıldınız. Sizinle beraber soylularla toplantılara katılabiliyorum. Size müteşekkirim."

Gülümseyerek masanın üzerindeki koluna dokundum. "Sende benim dostlarımdan birisin Anthony. Her şeyi kraliyete hizmetlerin sayesinde kendin elde ettin. Percival yıllar önce seni hizmetime verdiği için kendimi şanslı görüyorum. En zor zamanlarımda hep yanımda oldun. Fikirlerin benim için oldukça kıymetli."

Saygıyla başını eğdiğinde elimi kolundan çektim. Derin bir nefes aldım. "Dediğin gibi Aldous ile konuşacağım. Percival gibi onu da kaybetmekten korkuyorum." Üzüntüyle mırıldandım. "Keşke babam ölmemiş olsaydı Anthony. Kraliçe olabilecek güce sahip olduğumu sanmıyorum."

Başını hızla iki yana salladı. "Hayır prensesim. Siz bir kraliçede olması gereken bütün meziyetlere sahipsiniz. Zekanız ve cesaretinizle bu savaşı da kazanacağız ve nihayet tahta oturacaksınız."

🏹🏹🏹

Kapı muhafızlarının kapıyı açmasıyla Aldous'un kaldığı odaya girdim. Elimde tuttuğum lif ve sabunun olduğu metal tabağı kapıda karşılaştığım hizmetliden almıştım. Akşam olmak üzereydi fakat hava henüz kararmamıştı.

Gözlerim Aldous'u ararken sesini duydum. "Getirdin mi?" Sessiz kalıp ona doğru adım attığımda gözleri kapalı şekilde küvetin içinde uzanmış olduğunu gördüm. "Bana yardımcı ol," deyip küvette oturur pozisyona geçtiğinde kalbim heyecanla atmaya başladı. Karnımda minik karıncalanmalar hissediyordum.

Gözlerim küvetin içine kaymadan üst vücuduna takıldı. Söylediğini yapıp küvetin arkasına geçtim ve dizlerimin üstüne oturdum. Bronz teninden sular akarken teni bir mücevher gibi parlıyordu. Sırtında onlarca yara izi vardı. Ona bakınca kendi yaralarımı görüyor gibiydim.

Lifi suya daldırıp ıslattığım sırada elini küvetten çıkarıp aşağı indirdi ve bir süre boşluğu yakalamaya çalıştı. "Şarap doldursana," deyip yakaladığı boş kadehini arkasına doğru uzattığında kadehi elinden alarak solumdaki sehpadan sürahiyi aldım ve doldurdum.

Yeniden lifi ıslatarak sabunla ovmaya başladım. Lif köpürdüğünde sağımdaki küçük kovayı suya daldırdım ve sırtından aşağıya döktüm yavaş yavaş. Islanan sırtına lifi değdirdiğimde parmaklarımın arkası vücudunu yalıyordu. Onu güzelce liflemeye başladım.

Şarabından yudumlarken mırıldandı. "Biliyor musun Georgia," dedi onu lifleyenin hizmetlisi olduğunu sanarak. "Kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum. Bunca zaman kendime yalan söylemişim gibi."

Kaşlarımı çatıp ne dediğini anlamaya çalıştım. Meraklı bir mırıltı çıktı dudaklarımdan. O da beni cevaplamaya başladı.

"Bunca zaman gözlerine baktığımda kendimi gördüğümü sanırdım. Kendimi kandırdığımı ise yeni anlıyorum. O gözlerde ben yokum. Ben onun için sadece bir hiçim." Güldü şarabını kafasına dikip boş metal kadehi yere atarken. "Birbirimizi gözlerimizden tanıyacağımızı söylemiştim. Hoş, o beni yine tanır. Çünkü gözlerim sadece onu görür. Lakin ben kendimi onun gözlerinin içinde görmüyorum. Bir yabancıya bakar gibi bakıyor bana. Ben onun içindeki boşluğu tamamlayacağı geçici biriyim. Asıl sahibi geri döndüğünde bana bakmayı tamamen kesecek. Ve ben o güzel gözlerinden mahrum kalacağım."

Öfkeyle homurdandı. Ama sanki öfkesi kendine gibi.

"Bu zamana kadar kimseye yenilmemiş ben, benimle savaşmaya bile korkup kaçan bir adama yenilmiş olmayı sindiremiyorum. Onun için en büyük mücadeleyi ben verdim. En yakınımı benden aldığında bile onu affettim. Halbuki bir hiçmişim ben. Öyle dedi. Hiçbir kıymetim yokmuş o korkağın yanında."

Bir hizmetliye benden bahsetmesi beni rahatsız ederken mutlu da etti. Hiç değilse düşüncelerini öğrenmiştim. Ama sözleri üzücüydü. Onu kesinlikle böyle kötü hissettirmek istemezdim. Üstelik Percival burada olmamasına rağmen ona düşman kesilmişti. Halbuki ona böyle davranmamın asıl nedeni Percy değildi. Aldous'a karşı hep temkinli olmuştum. Onunlayken iyi vakit geçirdiğimde bile göğsümde hep bir sıkıntı peydahlanıyordu. Bir işaret miydi yoksa bir uyarı mı anlayamıyordum.

Suyu döktükten sonra omuzlarına avuçlarımı yasladım. Duraksadı. "Georgia?" Ellerimi yaraları üstünde hareket ettirerek boynuna yaklaştırmaya başladım. "Ne yapıyorsun?"

Bir elini uzatıp elimi kavradığında diğer elimi göğsüne doğru indirmeye başladım. O elimi de hemen tuttu. Başını çevirmeye çalıştığında tırnaklarımı göğsüne dayadım.

"Demek hiçbir kıymetin yok... Öyle mi sanıyorsun Aldous?"

Sesimi duyduğunda başını bana doğru çevirdi ve yan gözle bana baktı. "Beatrice?" Yutkunup şaşkınlıkla yere attığı şarap kadehinde gezdirdi gözlerini. "Başından beri sen miydin?" Gülümsediğimde elimin altındaki kalbi hızla atmaya başladı. "Neden buradasın?"

Başını önüne çevirip ellerimi bıraktı. "Seni kırdığımı biliyorum. Özür dilemek istedim." Küçük bir çocuk gibi omuz silktiğinde elimi hızla inip kalkan göğsünden çekip omuzlarına getirdim ve ona yavaş yavaş masaj yapmaya başladım. "Endişelendiğini biliyorum. Babamın ölümünden sonra saraydan ayrılmam doğru değildi. Ama kendimi yalnız hissettim. Bu yüzden Percival'ı bulmak istedim."

Üzgünce mırıldandı. "Ben vardım Beatrice. Gözünün önündeydim ve hep yanındaydım. Bir buçuk yıldır o yoktu, ben seninleydim."

"Biliyorum. Yanımda olman benim için çok kıymetli."

Alaylı bir nefes verdi burnundan. Omuzları havaya kalkıp indi. "Kıymetsiz olduğumu yüzüme haykırdın."

Omuzlarını sıkarken homurdandım. "Sinirlenmiştim. Anthony'nin yanında benimle saygısızca konuşman hoşuma gitmemişti. Yalnız kaldığımızda bunu mazur görebilirdim lakin başkasının yanında benimle öyle konuşamazsın Aldous." Derin bir nefes aldım. "Gerçekten üzgünüm. Babamın ölümüyle sarsıldım ve Richard'ın cezasından kaçıp tahtı ele geçirmek için savaş açması da beni korkuttu. Bu yüzden saldırganlaştım."

Ellerimi omzundan çektiğimde vücudunun yarısını bana doğru döndürdü. Gözümün aşağılara inmemesi için kendimi zorlayıp koyu renk gözlerine odaklandım. Sanki gözlerinin içi gülüyor gibiydi. "Bana gerçekten kıymet veriyor musun?"

Başımı sallayıp elimi kirli sakallı yanağına yasladım. "Evet Aldous. Sen çok değerlisin." Gözlerime uzun uzun baktı. "Beni affettin mi?"

Dudağının köşesi yukarıya doğru kıvrıldı ve gözlerini yumdu. "Affettim."

Ona yaklaşıp yanağını öptüğümde kalbim yeniden hızlı hızlı atmaya başladı. Gözlerini açıp bana baktığında utancımdan boynum yanıyordu. "Ben gidip sana Georgia'yı yollayayım."

Ayağa kalkacağım sırada bileğimden tutup beni kendine doğru çektiğinde bir elim küvetin içine girdi ve dengemi zor sağladım. Ona şaşkınlıkla bakarken fısıldadı. "Bekle."

Yaklaşıp dudağımı öptüğünde gözlerim iri iri açıldı. Ne yapacağımı bilemedim. Uzun süredir onunla böylesine yakınlaşmamıştım. Karşılık vermediğim için geri çekilip bana baktığında yalnızca gülümsedim.

"Gidiyorum."

Telaşla ayağa kalktığımda erkeksi kahkahası kulaklarımı doldurdu. "Müstakbel Kraliçe tarafından yıkandığım için şeref doluyum!"

Ona gözlerimi iri iri açarak baktım. "Birileri duyacak. Sus!" Gülerek omuz silkti ve küvetin yanlarından tutup ayaklanmaya girişti. "Hey! Sakın çıkayım deme!"

Ona hızla arkamı dönüp odadan kaçarken kahkahaları odanın dışından duyuluyordu. Kapı muhafızlarının meraklı bakışlarıyla oradan ayrıldım. Umarım hakkımda yeni dedikodular çıkmazdı.

🏹🏹🏹

Gözcü bağırdı. "Alargada düşman gemileri var!"

Telaşla kaptana baktım. "Bir an önce karaya çıkmamız lazım. Onları geçmeliyiz."

Kaptan dürbününü açıp gözcünün söylediği gemileri gördüğünde mürettabata bağırdı. "Kürekleri alın! Düşmana yaklaşıyoruz!"

Başımı iki yana salladım. "Hayır hayır, plan bu değil! Yaklaşamayız!"

Kaptan güven verici bir şekilde baktı bana. "Prenses... Bu denizi avucumun içi gibi biliyorum. Siz karada komutan olabilirsiniz lakin denizde benim sözüm geçer. Bana güvenin."

Elim boynuma gitti ve sertçe kaşıyarak mürettabatın koşuşturmacasını izlemeye başladım. Aldous merdivenlerden çıkıp yanımıza gelirken endişeyle dudaklarını kemiren beni görünce kaşlarını çatarak kaptana baktı. "Saldıracak mıyız?"

Kaptan omuzlarını dikleştirdi. "Elbette. Hiçbir düşmandan kaçmam ben."

Korku dolu gözlerimi Aldous'a kitlediğimde onun endişeli bakışları da benden aşağı kalır değildi. Gülümseyip beni rahatlatmaya çalıştı. "Kaptana güvenmeliyiz prensesim. Sakin olun." Başımı sallayıp derin derin nefes almaya başladığımda mürettabatın küreklere asılmasıyla suyun içinde daha hızlı akarak ilerlemeye başladık. "Kamaraya geçelim hadi," deyip belimden tuttuğunda ona ayak uydurarak merdivenlerden inmeye başladım.

Umarım daha stratejilerimizi konuşturmadan denizde alabora olup savaşı baştan kaybetmezdik. Mürettebat şimdiden huzursuzdu. Gemide bir kadın olmasının uğursuzluk olduğuna inanıyorlardı. Her koşulda bu sıfatı almayı nasıl başarıyordum, kendim bile inanamıyordum.

Aldous ile kamaraya geçtiğimizde telaşla içeride dolanıyordum. O ise hem beni hem kendisini rahatlatmak için şarap içmeye koyulmuştu bile. Ona kaşlarımı çattım. "Böyle bir durumda bile keyfini düşünüyorsun," diye çıkıştım.

Gözlerini devirip kendini koltuğa attı. "Sende içmelisin. Rahatlamana yardımcı olur."

Derin bir nefes alarak kendime şarap doldurmak için metal sürahiyi elime aldım. Ve gemiye bir şey çarpmasıyla dengemi kaybedip sürahiyi elimden düşürdüm. Aldous sarsıntıyla kadehini bırakıp ayağa kalkmaya çalıştığında bir kere daha vuruldu gemi. Yere düştüğümde o da kalkamadan koltuğa geri düştü.

"Beatrice, iyi misin?"

Tahta zemine avuçlarımı yaslayıp ayağa kalkmaya çalışırken homurdandım. "Daha iyi zamanlarım olmuştu." Ayağa kalkıp dikkatli adımlarla küçük cama yaklaştım. "Savaşa girmeden öleceğimi düşünmemiştim," dedim alayla.

Yanıma gelip arada sarsılan gemiden dolayı düşmeyeyim diye belimi kavradı ve benimle dışarıya bakmaya başladı. "Öyle bir şey olmayacak. Kaptan ne yaptığını biliyor."

Onu dirseğimle iteklerken homurdandım. "Beni rahatlatmak için yalan söylemene gerek yok. En az benim kadar endişeli olduğunu gözlerinden görebiliyorum."

Kral Charles'ın savaş gemileri onların topraklarına adım atmadan karşımıza çıkmışlardı. Bize bir ay önce bir ulak gönderip üstümüze yürüyeceklerini söylediklerinde onlardan önce harekete geçmeye karar vermiştik. Babam hayattayken Kral Charles'ın tehditleri sonucu savaşa hazırlık yapmaya başlamıştı zaten.

Bunun için tersanelerde iki direkli özel savaş gemileri ve kadırgalar yaptırmış, karşı taraf topraklarımıza girmeden onların topraklarına girmemizin daha iyi olacağını söylemişti. Ölümünden sonra da soylular ve savaşçılarla yaptığım planda babamın yolunu izlemeye karar vermiştik.

Bir düzine gemiyle ve yaklaşık dokuz bin askerle denizden onların topraklarına ayak basacaktık, birkaç gün sonra da asıl ana kara birliğimiz bize katılacaktı. Toplamda otuz beş bin askerle düşmana saldırmayı hesap etmiştik. Düşmanın sayıca üstün olup olmadığını henüz bilmiyorduk. Babamın isteği karşı tarafın topraklarımıza girmemesiydi.

Savunma hattı olmak aklıma daha çok yatsa da mecburen saldıran olmayı kabul etmiştim. Babamın haklı çıkmasını umuyordum. Şu anki durumda bütün her şey bizim aleyhimizeydi. Kral John ordumuza destek olmak istese de onu reddetmek zorunda kalmıştım. Aksi taktirde bu savaş sadece iki ülke arasında değil hristiyanlar arasında yapılan bir savaşa dönecekti ve diğer ülkeler de taraf seçmek durumuna girecekti. Tek isteğim en kısa sürede askerlerimizin çoğunu hayatta tutup savaşı sona erdirmekti. Bu yüzden Kral Charles ordusunu büyütmeden hızlı davranmamız gerekiyordu. Ülkemize bir saldırı olması durumunda tahtı koruması için Dük Robert'i saray vekili ilan etmiştim. Yokluğumda ülkeyi o koruyacaktı.

Kaptanın emriyle toplar karşı tarafın beş gemisini alabora etmek için hazırlanmaya başladığında geminin içindeki çılgın mürettebatın seslerini duyabiliyorduk. Düşman gemi yeniden bizi sarsan top güllesi attığında ikimiz de dengemizi kaybettik. Aldous belimi sıkıca kavradığından ben onun üstüne düşerken o acıyla inledi ve tahta zemine sırt üstü devrildi.

"Aldous," dedim telaşla.

Yeniden inleyerek beni sıkıca tutmaya devam etti. "İyiyim," diye mırıldandı bir eli çarptığı başına giderken.

Raflar sallandığı için üstündeki cam şişeler düşecek gibi olduğunda Aldous bizi hızla döndürerek benim üstüme çıktı ve cam şişelerden ikisi iri sırtına düşüp yere doğru yuvarlandı. Sarsıntının geçmesiyle ikimiz de derin nefesler alarak birbirimize baktık. Duyduğumuz gürültülü seslerle kaptanın karşı tarafa ateş açtığını anladık.

Aldous'un ceketini sıkıca kavramış olduğumu parmaklarımın acımasından anlayıp ellerimi gevşettim. Dağılmış koyu renk saçları ve yoğun bakışlarıyla yüzümü tarayıp gözlerime baktı. "Keyifliydi," dedi gülerek.

Şaşkınlıkla gözlerimi iri iri açtım. "Keyifli mi? Gemiyi parçalayacaklardı!"

Kahkahası arttı. Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırmaya başladı. "Kollarımda olmandan bahsediyordum."

Kalbim şimdi de heyecandan hızla atmaya başladığında Aldous'un da nefes alışverişleri hızlanmıştı. "Ne yapıyorsun? Kalksana üstümden!"

Bana büyülenmiş gibi bakarken erkeksi sesiyle fısıldadı. "Sanırım öncesinde seni öpeceğim."

Hayretle bağırdım. "Ne? Şimdi mi?"

Sorumu hemen yanıtladı. Dudaklarıma yapışarak...

Kalbim ağzımda atıyor gibiydi. Bir süre duraksasam da karşılık vermeye başladım. Dolgun dudaklarını açarak öpüşümüzü derinleştirirken kollarını da iyice sıkıp beni kendine hapsetti. Elimi boynuna götürüp başımı kaldırdım ve istemsizce dudağını ısırdım. Hafifçe inlediğinde kalbim deli gibi atmaya devam ediyordu. Denizde saldırı altındaydık ve kamarada arşidük ile bir prensese uygun olmayan şekilde öpüşüyordum.

Kendimi geri çekmek istediğimde buna izin vermeyerek beni daha sıkı tutarak kucağına aldı. Sırtını dolaba yaslayıp yere otururken bende üstüne çıkmıştım. Hem kendimi geri çekmeye çalışıyor hem karşılık verirken buluyordum. Ne yapacağımı bilemiyor, tam bir aptal gibi hareket ediyordum. Onu öptüğüm her saniye içime o tanıdık ama anlamını çözemediğim sıkıntı dolmaya devam ediyordu.

Elimin yaslı olduğu boynundaki damar şişip alçalırken ateşi yükselmiş gibiydi. Diğer elimi omzuna yaslayarak bütün gücümle kendimi ondan ayırdığımda derin derin soluyarak birbirimize bakmaya başladık. Göğsü hızla yükselip alçalıyordu. Gözleri bir gözlerime bir dudaklarıma kayıyorken kendini tutmaya çalışıyor gibiydi.

"Kalkıyorum," diye mırıldandım hem utanç hem telaşla.

Belimi daha sıkı tutup beni dizlerine bastırdı. "Kalkmıyorsun," dedi boğuk çıkan sesiyle.

Kaşlarımı çatıp elimle camı gösterdim. "Saldırı altındayız. Delirdin mi?"

Dudakları yukarı doğru kıvrılırken kahkaha atmaya başladı. Belimdeki elini gevşetti. "Aşkından delirmiş olduğum doğru."

Sertçe yutkunurken gözlerimi ondan kaçırarak hızla üstünden kalktım. Bana olan sevgisini söylemekten asla çekinmiyordu lakin ben ona hiç böyle bir şey söylememiştim. Onu her zaman yaptığım gibi cevapsız bırakırken masanın başına geçtim.

"Gel yanıma da karaya çıkabilirsek şayet, neler yapacağımızı yeniden gözden geçirelim."

Gözlerini devirerek ayağa kalktı ve ellerini birbirine vurarak tozu temizledi. Ona göz ucuyla bakıp başımı önümdeki savaş alanının haritasına eğdim. Yanıma gelip bıkmış bir ifadeyle çizimlere bakarken top seslerini umursamadan belki de yüzüncü kez ona planı yeniden anlatmaya başladım.

Sürekli planın üstünden geçmek ve stratejilerimi konuşmak beni rahatlatıyordu. Askerlerle birlikte karaya çıktığımızda üç tarafı surlarla çevrili sarayı denizdeki gemilerimiz toplarıyla döveceklerdi. Karadaki askerler de topları kuracak ve bize katılacak kara birliğini beklemeye başlayacaktı. Biz karaya çıktıktan dört gün sonra gelmiş olmaları gerekiyordu. Onların bize katılmasıyla delik açılan surlardan içeriye sızarak düşmanı fethedecektik. Tabii düşündüğüm kadar kolay olmayacağı kesindi. Öncesinde surların önünde savaşa girişebilirdik.

Bir an önce bu cehennemden çıkmak istiyordum. Lakin Richard ile yüz yüze gelmeye henüz hazır değildim.

🏹🏹🏹

Savaşın on yedinci günü...

Ve ortalık kan gölü.

Titreyen kanlı ellerimi kulaklarıma bastırarak çadırımın içinde bir köşeye sinmiştim. Toplarımızın surları döven sesleri, acılı çığlıklar ve kılıçların birbirine vurma sesleri...

"Korkuyorum, çok korkuyorum," diye mırıldandım kendi kendime.

Hiç bu kadar umutsuzluğa kapıldığımı hatırlamıyordum. Önceki savaşımda henüz toydum fakat büyük bir cesaretle saldırmıştım karşı tarafa. Arthur'u çoktan ele geçirmiş olmanın rahatlığı mıydı cesaret sandığım? Percival'ın varlığı mı? Babamın hayatta olması mı? Kral John'un ordusunun bize katılması mı?

Şimdi ise yapayalnızdım.

Gözlerimden akan yaşlarla gözlerimi sıkıca yumdum. Bir top daha gürültüyle patladığında yerimden sıçradım.

Tanrı'm, ben ne yapacağım?

Derin derin nefesler almaya başladığımda sanki bir kriz anında gibiydim. Sakinleşemiyordum.

"Prenses nerede?" Konuşmalar hemen çadırımın dışından geliyordu.

Başka biri konuştu. "Geri çekilmeliyiz. Kaybediyoruz."

"Kara birliğimiz olmadan hiçbir şey yapamayız. Çoktan gelmiş olmaları gerekiyordu fakat günlerdir ortada yoklar. Satın alındıkları belli."

Kalbim delicesine atmaya başladı.

"Kral Charles, prensesin kendisine teslim edilmesini talep etti."

Tanıdık bir soylunun endişeli sesi geldi kapatmaya çalıştığım halde kulaklarıma. "Mağlup olduk. Prenses kaybetti."

"Yapmamız gereken canımızın bağışlanması için onu teslim etmek. Prens Richard'a kral olması hususunda biat edersek canımızı kurtarırız."

"Prenses çadırda olmalı. Çıkaralım onu!"

Boynum alev alev yanarken kendimi zorlayarak ayağa kalkmaya çalıştım. İlk denememde dengemi kaybedip düşerken gözyaşlarımı silip yeniden ayağa kalkmayı denedim. Bütün vücudum zangır zangır titrerken masanın üstündeki kılıcımı elime aldım.

Bu kılıcı bile taşımak benim için artık çok zordu. Çadırın içinde göz gezdirip yapayalnız olduğumu bir kez daha gördüm. Anthony ve Aldous... Onlar artık bana yardım edemezlerdi.

Çadır kapısından uzaklaşıp geriye doğru birkaç korkak adım attım ve kılıcımın ucunu zemine bastırdım. Beni can düşmanıma teslim etmek için çadırın kapısına yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordum.

Sonum gelmişti.

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

Algon Orhol serro45 द्वारा

ऐतिहासिक साहित्य

19K 717 53
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
435K 23K 38
'Sen Asla iyi olamazsın Lucretia. Sen kötü olarak var oldun. Dehşet acı kaos ve kan bunlar seni güçlendirir iyilik, işte onun olduğu yerde sen yok ol...
2.7K 342 14
|Tamamlandı| Masalda misal serisi : 1 Bazı insanlar masallardan vazgeçemez.. Ama bilinmez ki her masal mutlu bitmez... Bu hikaye 'İyi Çocuklar Ağlam...
201 124 16
Nesli Ay'a dayanan Elementerler, Dünya'nın düzenini korumak için var olmuş ve elementlere hükmeden bir ırktır. Helena ise bir Elementer olduğundan h...