Küçük çocuk etrafın da göz gezdirip yıllardır annesinin gözünden dinmeyen göz yaşlarına dikti gözlerini. Doğruydu. Annesinin dediği her bir cümle doğruydu. Tekti onlar, bir başlarına ,sadece birbirlerine sığınaktı. Sadece Annesi ve oğlu Albert vardı. Bu zamana kadar ettiği hiç bir dua onları buradan kurtarmamıştı.

İşte o zaman tüm inancı bitmişti genç adamın, o zamandan sonra hiç bir yaratıcıya inanmamış Annesi gibi acılarına gömülüp bir yaratıcıya inançlarını reddetmişlerdi.

Şimdi ise, tek çıkış yolu İslamdı ama içinde bir inanç olmadan nasıl devam edebilirdi ki.

Bu işin yalanı bile yoktu, ona bile bir isim konmuştu. Meryem'in dediği gibi 'münafık' ki islama geçmenin bir çok şartı vardı. Bunları yapmadığı taktirde Meryem ına asla inanmayacaktı.

Genç adamın kafası allak bullak olmuştu. Emin olduğu tek şey Meryem'e olan hisleri ve sıkışan yüreğiydi. Dayanmayan dizleriyle yere çöktü genç adam elleri gömleğinin boğazına giderken onu ne kadar sıktığını farketti.

Nasıl, nasıl nefesimi kesebiliyor bu aşk.

Yenilmişti. Koskoca Albert Wilson! İmkansız bir aşkla diz çökmüş ,yüreğinin külleri, savrulmaya başlamıştı bile.

Yaşadığı acı dolu hayatı, daha çok harlamıştı sanki bu imkansızlık. Bir ateş Meryem'le birlikte küllerini aleve veriyordu.

"Neden!"

"Neden!! ben!"

Sağ eliyle sol göğsüne vurup

"Sen bile bana ihanet ediyorsun!!"

Hayatı boyunca sevgi görmeyen ve sevdiği kişilerin göz yaşlarında boğulan insanlar, dünya'ya kapkaranlık bakmaya başlar, umursamadan ,kimseyi dinlemeden, gözlerinin önünde birine zarar gelse ona dahi kalbi sızlamayacak kadar duygularından soyulur insan.

Bir insan, başka bir insanın ruhunu böyle söküp alabilir. Öldürmeden, cesedini gömmeden. Bir insan, bir insanı yürüyen deae te çevire bilir.

Albert, tüm çocukluğu annesinin göz yaşlarını izlemekle geçirmiş daha kokusuna dahi doyamadan babasının sınırları içinde görmeye başlamıştı.

Bir baba, sevdiği kadını kendi öz oğlundan kıskana bilirmiydi?

Kıskanırdı elbet, eger kendisine, bir gülücüğü bile mübah görmüyorsa, kendinden başkasına kıvrılan dudaklarını kıskanırdı. Kendince cezasıydı bu adamın. Kendisiyle beraber herkesi küle çevirmişti. Bir Aşk, nereleri söküp almıştı öyle.

Taki Albert'in gözleri, Meryem'i görene kadar. Taki ona beslediği aşkın imkansızlığın da kavrulana kadar.

Çok ateş görmüştü Albert, ama hiç bu kadar yanmamıştı. Parmak uçlarına kadar hissetmemişti çaresizliği ama hiç biri bu kadar tükenmemişti.

Şimdi bir deniz kenarında üstü başı toprak içinde gözlerinden birer birer damlıyordu göz yaşları. Bu göz yaşları, imkansızlığının ona biçtiği yeni darbesiydi.

Eger bir Tanrı olsaydı onu çoktan duyması gerekirdi. Yoksa bu zamana kadar çoktan kuruması gerekirdi annesinin göz yaşları.

Hayat bu ya, inanmadığı yaratıcı nasıl da sergiliyordu varlığını. Kör olsan da, aldığın soluk sesini bile yaradan vardı. Albert, kaybedeceği bir savaşa küçücük yaşında girmişti. Oysa herşeye bir sebep biçilmiş herşeye bir neden ekilmişti.

Genç adam gözünden damlayan son bir yaşı silip ayaklandı. Soğuk suya adım adım yaklaşırken okulun penceresinde onu izleyen kızlardan ilk Esma konuşmuştu.

VERA حيث تعيش القصص. اكتشف الآن