BEKLETİLEN AŞK

551 96 76
                                    

"Geldik!" dedi Mustafa kuvvetli bir sesle. "Burası, burada dur ağabey!" Orta yaşlı taksici adam, duyduğu yüksek sesle biraz daha ilerledikten sonra durdu. Para üstünü almayı unutmuş gibi arabadan inen genç adama bakakaldı bir anlığına. Sonra da hiçbir şey anlamadığını belli eden yüz ifadesiyle, bir sonraki yolcusunu almak için oradan uzaklaştı.

Arabadan iner inmez içini tuhaf bir his kapladı Mustafa'nın. Öyle ya, çocukluğunun geçtiği bu dar sokaklı mahalleyi yıllar sonra görünce nasıl da tuhaf olmasın...
Olmalıydı.
Hele de beklediği, beklettiği birileri varsa. Ama kimi vardı ki burada? Annesi ve bir dargın bir barışık olduğu babası artık taşınmışlardı buradan. Hem de bu kenar mahalleden katbekat daha güzel bir yere.

Öyleyse kim vardı burada? Yıllar sonra gurbet ellerden döner dönmez soluğu ailesinin yanında değil de burada almasının sebebi kimdi? "Zehra!" dedi içine çektiği duman kokulu havayı soluyarak.

Zehra, Zehra ya... Koyun gözlü Zehra... Yıllar önce buradan bir telaşla çekip gittiğinde ardında bıraktığı sevdiği kızın adıydı bu.

Yanından hızla geçip, ellerinde ekmekle koştur koştur aşağıya inen küçük çocukları görünce kendi çocukluğu geldi aklına. Ne de yaramaz, ele avuca sığmayan bir çocuktu. Sürekli üzer dururdu annesini; yaptığı yaramazlıklarla ve top oynarken kırdığı camlar yüzünden. Babasını ise daha o zamanlardan kendisine kızdırır, küstürürdü. Salçalı ekmek için mutlu olduğu günler ne kadar da çabuk geçti...

Dik yokuştan aşağı inerken, yüzüne hafif bir tebessüm yerleşti. Aklına abisinin, arabasıyla bu dik yokuştan yukarı çıkmaya çalışırken, geçirdiği sinir krizleri, ettiği küfürler geldi. Abisi, adeta kendisi bu mahallede büyümemişcesine nefret ederdi buralardan. Zaten eli ekmek tuttuktan sonra Mustafa'dan önce çekip gitmişti sevmediği mahallesinden. Mustafa ise tam tersine severdi bu dolu dolu yaşadığı çocukluğunun mahallesini.
Aklındaki buraya ait anılarının saklandığı odaları dolaşırken, içlerinden birinde karşısına Zehra çıktı.

Yetimdi kızcağız. Annesini ve babasını kaybettikten sonra mahallelinin 'zalim' diye tabir ettiği, kız kurusu teyzesinin yanında kalmaya başlamıştı. Küçükken de sessiz sakin bir kızdı da, annesi ve babası öldükten sonra özellikle de her gece koynuna girip uyuduğu annesi yanı başında ruhunu teslim ettikten sonra, iyice içine kapanmış ve suskunlaşmıştı. Ama çocuklar bilmezlerdi onun yaşadığı bu kötü olayları. Bildikleri tek şey Zehra'nın annesinin ve babasının öldükleriydi. O kadar...

Küçük bir kız çocuğuyken gördüğü kötü kabusları bilmiyorlardı mesela. Ya da kaç kez ailesinin yokluğunu hissedip de ağladığını ve de birçok şeyini... Sırf bu yüzden naif ve kırılgan bir kız olmuştu belki de. Fakat bu halini bile anlamazlardı insanlar, özellikle de çocuklar. Dalga geçip dururlardı onunla;
ağlak Zehra, çıtkırıldım Zehra, sulugöz Zehra...

Sırf ismiyle seslenmezlerdi ona. Adının önüne mutlaka bunlardan birini getirirlerdi. Mustafa da o çocuklardan biriydi; dalga geçer dururdu kendisinden 3 yaş küçük olan kızla. Hatta bir defasında, henüz küçük yaşlardayken, evine gitmek için yolda yürüyen kızın önünü kesmişti. Sonra da sürekli eğik olan başını kaldırıp, gözlerinin içine bakmaya çalışmıştı.

Mustafa her zaman yaramaz bir çocuk olduğu için, içten içe merak ederdi; başı sürekli eğik olan kızın gözlerini. Zaten kızın siyah renkli iri gözlerini gördükten sonra, günlerce tanımlamaya çalıştı. Tuhaf bir şeyler görmüştü kendince o kızın gözlerinde.

Bir gün arkadaşlarıyla birlikte Zehraların kapısının önündeki geniş alanda top oynarken, çocukların bile 'zalim' diye seslendiği Nurhayat Hanım'ın, ablasından kendisine yadigar kalan küçük kızı kolundan tuttuğu gibi dışarıya fırlatıp;
"Demek sözümü dinlemezsin ha! Biraz dışarıda kalda aklın başına gelsin." diyerek bağırdığını gördüğünde top oynamayı bırakıp yavaş adımlarla bahçe duvarına tırmandı.

BEKLETİLEN AŞK (TEK BÖLÜMLÜK HİKAYE)Where stories live. Discover now