[ Bölüm Otuz: Söz ]

Bắt đầu từ đầu
                                    

"Ciddi misin?" diye şaşkınla sorduğum soruya karşılık beni göndermeye çalışan aceleci eli haricinde bir cevap alamadım ve adımlarımı Kapalı Oda'ya yönlendirdim.

Fiziksel gücün her zaman yetersiz kalacağı cam kapılar birkaç klavye manevrasının ardından yenilgiye uğratılmıştı; bu, insan yapımı bir şeyin, aslında hiçbir durum karşısında yeteri kadar dayanıklı olmadığını söylüyordu ve metal dolaplara vuran sarı ışık ile odanın parlak zemini beni karşılıyordu.

Adımlarımdaki güvensizlik ve gözlerimdeki şüphe, süt rengine dönen yanaklarımdan, irileşmiş gözbebeklerimden, kısacası fiziksel olarak endişenin verebileceği her türlü işaretten dolayı kolayca anlaşılabiliyordu. Belen Erberk'in dosyasının bulunduğu '05' numaralı dolabın önüne geldiğimde cebimdeki anahtarlardan hiçbirinin kilide uymadığını gördüm ve "Sarp! Dolabın kilidine anahtarlar uymuyor. Acaba, oradan açabilme ihtimalin var mı?" diye cılız sesimle Sarp'a seslendim. 

"Biraz bekle!" diye bana yanıt verdikten birkaç dakika sonra dolabın kapağı otomatik olarak açıldı.

Küçük metal kutunun içerisindeki üç dosya, onları elime almamla sanki bana teşekkürlerini sunuyordu; uzun zamandır dolabın soğuk yüzeyi haricinde bir varlığın onlara dokunmadığını, biraz olsun kıvrılmamış, kırışmamış olan pürüzsüz, sarı yüzeylerinden anlıyor, yine de kâğıtların hassaslığı, dikkatli olmamı istiyordu. Dudaklarımdaki tedirgin tebessüm ile korumacı bakış, elimde tuttuğum üç evrakın üzerinde gezinirken dışarı çıkmak için kapının önüne varmıştım ki, bir gürültü ile tüm dikkatim alt üst oldu.

Dosyalar, cam kapıların arasına sıkışmış, kapıların birbirine kavuşmak için yaptığı baskı nedeniyle bölünmek üzereydi; bunun yanında Sarp, kapının hemen önünde belirmiş, panik içerisinde bir dosyalara, bir de Kapalı Oda'da kıstırılmış olan bana bakmaktaydı.

"Ecrin!" diye bağırdı Sarp. "Kapılar kapanırsa sistem kendini başlatacak!"

"Ne?" diye dehşetle sordum. "Sistemi devre dışı bırakmamış mıydın sen?"

"Bırakmıştım ama birden kendini aktive etti!"

"Nasıl ya? Birisi mi yoksa..."

"Hiçbir fikrim yok!" diye kapıyı açmak için ellerini aralığa sokmuştu ki, hızla dosyaları ve Sarp'ın parmaklarını geriye doğru itince cam kapılar büyük bir sarsıntı ile kapandı, bense içeride kilitli kaldım.

Sarp, kapının ötesinde bağırarak bir şeyler diyordu, fakat kendisini duyamıyordum; ona onu duyamadığımı belirtirken odanın içerisinde mekanik bir kadın sesi yankılanıyordu: "Lütfen hastane kimlik kartınızı odanın köşesindeki tarayıcıya okutunuz. Aksi takdirde sistem, otuz saniye içerisinde başlatılacaktır."

Hastane kimlik kartına sahip değildim; aslına bakılırsa otuz saniye içerisinde düşünebildiğim tek şey, otuz saniye sonra olacaklar olabiliyordu. Ve bu da yetmezmiş gibi yalnızca birkaç adım ötemde olan Sarp, sürekli bir talimat verme derdindeydi; bağırıyor, eliyle odanın bin bir köşesini işaret ediyor, ancak ben, karşımda bir mağara adamı varmışçasına Sarp'a tuhaf tuhaf bakmakla sınırlı kalıyordum.

Dudaklarını, "Seni buradan çıkaracağım," şeklinde oynattığını, daha sonra da koşarak görüş alanımdan çıktığını fark ettiğimde mekanik ses, odada yeniden duyuldu: "Sistem, kendini başlatıyor. On dakika, on beş saniye sonra sistem kapatılacaktır.

Bir elektrik süpürgesinin bin katı kadar şiddetli bir sesin baş göstermesi ile kulaklarım dayanılmaz bir çınlama sesi ile sarsıldı, kendimi yerde, parlak zemin ile yanak yanağa buldum. Ellerim, doğal olarak kulaklarımın üzerini örttüğünden sıcak, sıvı bir şeylerin parmaklarımın arasından geçtiğini, halkalar çizerek boynumdan aşağıya doğru yol aldığını hissedebiliyordum; bir fanusun içerisine hapsolmuş, gözlerimin önüne ise minik minik kareleri oluşturan birçok çizgi çekilmişti.

NOKSAN | ✓Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ