43. Sözler ve veda

314 27 25
                                    


"Başını göğsüme sakla sevgilim, güzel saçlarında dolaşsın elim, bir gün ağlayalım, bir gün gülelim, sevişen yaramaz çocuklar gibi."

Cevher pembeleşmiş elinin üst yüzüne bakarken daha önce hiç bu kadar utandım mı diye düşünüyordu. Çekingen biri olmadığını tanıştığı her insan ilk dakikalarda anlardı. Onun bünyesi aldırmazlığı tabiat bellemişti. Bu sebeple bu oda haricinde herhangi biri pancar halini almış suratını görseydi muhtemelen şaşırırdı.

Beşinci olarak kendini fazlalık gibi hissediyordu. Asıl ilginç detay; kendisi haricindeki dört kişinin salonda bulunmasının yegane sebebi olmasıydı. Bu kesinlikle övünç duyduğu bir sükse değildi, fazlaca pişman olduğu bir kazaydı.

Eseri için kutlamayı planladığı adama acımasız iki yumruk savurmuş, üçüncü ise yarı yolda kalmıştı. Efe'nin babası olduğunu nasıl anlamamıştı? Daha önce yüzünü görme imkanı bulamamasından mı? Kızgın boğa gibi vizon rengi fulara kilitlenmesinden mi? Halbuki gözlerine bir kez baksa anlardı. Dehlizi andıran siyahlar tıpkısının aynısıydı.

Şaşırdığı başka bir şey daha vardı. Yaşadığı Tarık Sümer'i aklıyordu. Ayan beyan hem de. Gerçekten annesinin söylediği gibi babası bu olaya dahil değildi. İnceden sevinç duydu. Yersizdi ve içinde bulunduğu durumla ne alakaydı bilmiyordu ancak kısa süreli de olsa aklı bu düşüncelere bulandı. Ayrıca sevdiğinin neden ilk isminden haz etmediğini artık biliyordu.

Parmakları sarmalanınca kafasını sola çevirdi. Efe çarpık bir gülüşle onu karşılamıştı.

"Aferin."

Cevher fısıltıyı anlamlandıramadı. Akıllı dur diye özellikle uyarılan kişiydi sonuçta. "Aferinmiş. Yerin dibine mi gireyim istiyorsun? Dalga geçme."

"Dalga geçmiyorum." Esmer kavradığı eli dudaklarına kaldırıp işitilmesinden gocunmadığı bir öpücük kondurdu. "Eline sağlık." Bu davranışı onun ortamdaki en rahat kişi olduğunu destekler nitelikteydi.

İlay abisinin fısıltısına elinde olmadan güldü. Aslında gergindi. Daha önce kahve tonlarındaki dallı budaklı halının kıyısını köşesini bu kadar detaylı incelememişti ve tıpkı abisi gibi o da daha önce babasını görmemişti. Tanışma şekillerini gerçekten gülünç buldu. Müzik dinlediği odasında, tam şarkı değiştiği esnada curcunayı duyunca koşa koşa kapıya çıkmıştı ve bu sayede annesinin telaşlı sesini duymuştu. "Efe o adam senin baban. Al arkadaşını üstünden."

Bu cümle komik değil de neydi?

Efe bakışlarını çevirip berjerde oturana baktı. İlyas adını paylaştığı adam, İlyas Hasan Gündüz, unicorn figürlü buz torbasını ağrıyan çenesine bastırmakla meşguldü. O torbayı ilkokuldayken kafasını kalorifer borusuna çarptığında annesi kardeşine almıştı. Efe o günü hatırlayınca karşısındaki orta yaşlı adama karşı derin bir hınç duydu. Bu herif onun ya da kardeşinin hakkında hiçbir şey biliyor muydu acaba? Hangi yemeği sevdiğini, favori filmini- kitabını, en yakın arkadaşının adını, huylarını, katlandıklarını, motosikletlere düşkünlüğünü, genelde koyu tonlar giydiğini biliyor muydu? Bu zamana kadar neredeydi? Annesi hastalandığında, kardeşi havale geçirdiğinde, yalnız ve karamsar hissettiğinde neredeydi?

"Acıktıysanız masaya geçelim mi?" Nergis kapının eşiğinde kollarını kavuşturmuş, göz göze gelme umuduyla çocuklarına bakıyordu. Onun sıradan tavrını garipsedi Efe. "Yokmuş gibi mi davranacağız?"

Nergis gülümsemeye çalıştı. "Canım yemekler soğumasın diye öyle söyledim. Yolcu eder ben de size katılırım."

İlay araya girdi. "Nasıl davranalım abi?"

KIZIL KAMELYALARTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang