39-) "Canavarın İni."

Bắt đầu từ đầu
                                    

Yaklaşık yarım saat sonra araba pek de tekin durmayan, yer yer binalarla çevrili olsa da bir hareketliliği olmayan bir spor salonunun önünde durdu. Evine gideceğimizi sanıyordum aslında ama kocaman bir spor salonuydu burası ve hasta birinin burada ne yaptığını anlamadım. Yalnızca merakla Yekta'yı takip ettim, girişte genişçe bir bekleme salonu vardı fakat boştu ve farklı salonlara açılan koridorla devam ediyor, bu koridorda da boğuk boğuk sesler yankılanıyordu. Her sporun kendi salonu olmalıydı elbette.
Koridorun sonunda ikili büyük bir kapıyı geçtik ve yine diğerlerinden eksik kalmayacak genişlikte fakat boş bir salona girdik.

İçeride yalnızca Yaren'i görebiliyordum, kenarda bir kum torbasını nefes nefese yumrukluyor, tekmeler atıyor ve bu şekilde belli bir ritmi takip ediyordu. Yekta onu bu halde görünce derin bir nefesi bıkkın bir şekilde alıp verdi dudakları arasından ve ona doğru yaklaştı. Yaklaştıkça daha da detaylı görebildim Yaren'i ve ne kadar da dikkatini bu işe verdiğini. Her zaman giydiği o ciddi kıyafetleri, süründüğü ve ona asil, zengin bir görünüm verdiğine inandığım iddialı kırmızı ruju yoktu; siyah bir sporcu sütyeninden görünen vücudunda kayan ter damlalarına yenileri eklenirken o kesik bir soluk veriyor ve çenesine doğru çekip sıktığı yumruğu agresif bir tavırla önündeki torbaya, sanki orada nefret ettiği biri varmış gibi acımasızca geçiriyor ve her hareketinde de üstten topladığı sıkı at kuyruğu savruluyordu.

Bizi görmeyecek kadar dalgındı ya da hiç umursamıyordu, bilmiyorum, bu tarafa bakmadı. Yalnız Yekta ona varmadan hemen önce, ''Daha iki ay var maçına,'' demesi üzerine duraksayacak gibi oldu, yine de yumruklarına ve tekmelerine devam etti. ''Sürekli çalışmaktan hasta ettin kendini, görmüyor musun?''

Gerçekten de solgun görünüyordu Yaren. Normalde temiz, parlak bir renk olurdu suratında fakat şimdi uzun süre susuz kalmış bir hasta gibiydi, yüzünde renk kalmamış, dudakları solup çatlamış ve göz altlarına da hafif bir morluk yayılmıştı. Yorgun ama hırslı görünüyordu.

''İnatçılık yapma,'' dedi Yekta huzursuzluğunu belli etmekten kaçınmayarak ve anca o zaman durmaya tenezzül edebildi Yaren. Az önce ileriye doğru savurduğu kum torbasını da geri döndüğü sırada tuttu ve başını yaslayarak derin bir nefes aldı. Kim bilir ne kadardır çalışıyor, dinlenmiyordu bile. Gözlerini kapatarak birkaç saniyeyi kendine dinlenmek üzere ayırdı ve yeniden açtığında yeşil gözleri sırayla üzerimizde dolaştı.

''Babam mı...'' diyecekken nefeslenme ihtiyacıyla duraksadı ve göğsünü şişirip indirdi. ''... Söyledi?''

''Evet,'' dedi Yekta da ve az ötede duvar kenarında kalan bankın üzerindeki havluyu aldı, Yaren'e uzattı. ''Hasta hasta çalışıp kendini yıprattığını söyledi.''

Yaren pek kâale almadı onu ve yanımızdan geçerek oturakların olduğu tarafa gitti, çantasını kayarak kendine yer açtı ve oturdu. Havluyla ensesini ve boynunu kurularken bir yandan da çantasını karıştırıyor ve dalgın bir tavırla, ''Bana bakıcılık yapmana gerek yok,'' diye bir şeyler söylüyordu.

Evet, Yaren başarılı olmaya kafayı takmış hırslı biri olmalı -ki bu uğurda sıhhatini bile düşüncesizce harcayabiliyordu.

''Maça kadar böyle devam edersen maça çıkamazsın belki de,'' diyordu Yekta da ona yukarıdan ciddi bakışlar atarken. ''Ne diye zorluyorsun? Zaten yeterince iyisin.''

Yaren sonunda suluğunu bulup çıkardı ve içmeden önce Yekta'ya alaycı bir bakış attı. ''Yeterince iyi olsaydım önceki maçı kaybetmezdim.'' Yekta da buna itiraz edecek gibi oldu ama Yaren onu geçiştirdi, ''beni düşünmene gerek yok,'' dedi biraz da kızarak. ''Gayet iyiyim. Gidebilirsiniz. Boşuna vaktimi harcamayın.''

Matruşka'nın KalbiNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ