longing, passion and desire

352 43 8
                                    

"Bana aklımı kaçırtacaksın," Homurdanarak konuştuğumda, söylediğim şey çok hoşuna gitmiş gibi kahkaha atmaya başladı. Belimdeki kollarını sıkılaştırıp, beni kendine daha da çok çekerken onu itmeye çalıştım.

Ama tabii ki de başarısız oldum.

Konunun tam olarak buraya nasıl geldiğini ben de bilmiyordum aslında. Bir anda sergilediği performanslardan, paylaştığı fotoğraflardan falan bahsetmeye başlamıştık. Küçük yüreğim tüm bunları kaldıramadığı için, Seonghwa'ya kızmaya başlamıştım ama o bu durumdan fazlasıyla hoşnut görünüyordu.

"Bu konuda çok konuşmadığın için hoşuna gitmediğini düşünüyordum." Sözleri üzerine anlamsız bir ifadeyle gözlerine baktığımda gülmeye devam etti.

"Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?"

"Hmm, sanki?" Burnunu, çoğunlukla dudaklarını boynuma belli belirsiz değdirirken, sempatik bir tonda mırıldandığında kendimi tutamayıp çığlık attım. Bu hâlime gülerken hafifçe kafasını kaldırarak yüzüme doğru baktı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, hızlı hızlı kalkıp inen göğsüm, aramızdaki milimetrelik mesafeyi tamamen kapatıyordu. Ben soluklanmaya çalışırken, o bunun tam tersini istiyormuş gibi yoğun bakışlarını yüzümde dolandırmaya devam ediyordu. Belimdeki parmaklarının kıpırdanışı iç çekmeme neden olurken, dudakları biraz daha kıvrıldı. Kaşlarını hafifçe yukarı kaldırıp, kafasını da hafifçe arkaya eğerek bana baktığında gözlerimi başka bir yere çevirdim.

"Biraz sıcak mı oldu?" Elimle kendi yüzümü yellemeye çalışırken gergince mırıldandığımda tatlı bir tonda gülmeye başladı.

Doğru düzgün nefes alamıyordum, kalbim birazdan kendini göğüs kafesimden dışarı atacakmış gibi hızlı hızlı atıyordu. Bütün hücrelerim kırmızı alarma geçmiş, fonksiyonlarım tersine dönmüştü.

Ama Seonghwa sadece bu hâlime gülüyor ve benimle daha çok uğraşıyordu.

Bu da tüm bu yaşadıklarımın kat be kat artmasına neden oluyordu.

Bir elimi enseme atıp, saçlarımı havaya kaldırırken, diğer elimle de kendimi yellemeye devam ettim. Seonghwa yüzünü boynuma yanaştırıp, beklemediğim bir anda hava üflemeye başladı.

Ve böyle bir kullanım var mıydı bilmiyordum ama, o anda içim tam anlamıyla eridi.

Tüm vücudum, parmak uçlarıma kadar uyuşmaya başlarken Seonghwa bu hâlime gülse de, eylemine devam etti. İstemsizce yanaklarımın içini dişleyip, nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Ama nefesinin tenime değdiği her saniye daha da uyuşuyordum sanki. Dudakları tenime değdiğinde, mümkünmüş gibi midem daha da kasıldı ve tüm fonksiyonlarım kendini tam anlamıyla kapattı. Tüylerim diken diken olmuştu ve küçük öpücükleri tenimde yer edinirken daha da geriliyordum.

Belki de Seonghwa yorgun olduğunu söylediğinde, buraya gelmesi için ısrarcı olmamalıydım. Hatta verdiğim bu karar, şu anda fazlasıyla yanlış geliyordu gözüme.

Ama eh, biraz geçti artık.

Ellerimi istemsizce göğsüne bastırıp, destek almak adına kazağına tutunduğumda hafifçe geriye doğru çekildi. Kapattığımı bile fark etmediğim gözlerimi araladığımda, bayık bakışları ve pembeleşmiş yanakları ve hafif hafif kızarmaya başlamış olan dudakları ile karşılaştım. Yüzündeki tüm bu renkler, içimdeki yangını daha da alevlendirirken gürültülü bir şekilde nefesimi dışarı verdim. Ciğerlerim tam anlamıyla büzüşmüştü. Vücudumun hiçbir noktasına oksijen gitmiyordu sanki. Bakışlarımı, loş ışıkta iyice yoğunlaşmış olan bakışlarından çekip, odanın her yerinde dolandırdım. Küçük kütüphanemde, halıdaki desenlerde, sehpanın üzerinde duran boş kupalarda...

AURORA ▪︎ park seonghwaWhere stories live. Discover now