"Sizin kızlar soyunma odasında olmanız gerekmiyor mu?" Sangbum, kapının önüne geçip bir kolunu kapı koluna dayarken güzel çocuklara bakarak söylediğinde, benimle muhatap olan, arkadaşıma döndü. "Erkek olduğumuz için erkekler bölümündeyiz tatlım."

Hepimiz üstümüzü değişip günlük kıyafetlerimizi giyerken okul çıkışıydı ve evlere dağılacaktık. Sangbum, çoktan üstünü değişmiş kapının önünde dikiliyordu.

"Ah, tatlını yesinler. O güzel etek ve şişko butlarınla seni burada yerler." Üstümdeki sıfır kollu formayı çıkarıp tişört giydiğim sırada duyduğum şeyle herkes seslice gülerken bende çaktırmadan güldüm.

"Ne?! Ben şişko değilim."

"Şişko değilsin, etine dolgun bir beyaz çikolatasın. Sanki biraz da... ımm... Çilek parçacıkları var?" Sangbum, göz kırparak sarışın, orta boylu çocuğa söylediğinde şaşkınlıkla yerinde kala kaldı. Hâlâ altında eteği vardı.

Takım arkadaşlarımızdan biri "umarım bir homo aşkı doğmaz." Deyip gülerlerken aslında sadece dalga geçiyorlardı. Bu okuldaki kimse buna takılmazdı, kimse garipsemezdi. Belki takılan vardır ama çoğunluk umursamadığı için içlerinde yaşıyor olabilirlerdi.

Ben hangi taraftaydım? Ben umursamayan taraftaydım. Kim ne yaparsa yapsın ama kimse üzülmesin tarafında.

"Ne demek istiyorsun?" Kızlardan daha alımlı olan ve konuşkan, özgüven sahibi birine benzeyen çocuk yakın arkadaşıma sorduğunda diğeri hâlâ sessizdi. Arada demir dolabın kapağından başımı çıkarıp onlara bakıyordum ama konuşanın yanındaki kızıl saçlı çocuk bir türlü dolabından çıkmıyor, orada oyalanıyordu.

"Adın ne senin?" Sangbum onun sorusunu cevapsız bırakarak sorduğunda, sarışın olan şımarık ama sevimlice omzunu silkeleyip dolabına dönerken "Baekhyun." Dedi. Bende çoktan beyaz tişörtümün altına siyah şortumu giyip çantamı da sırtıma takmış, hem telefona bakıyor hem de olanları izliyordum.

"Bende Sangbum."

Kısa boyuna, eteğine, güzelliğine bakmadan "Eğer bir gün haremim olursa alırım seni." Dedi Baekhyun da ve herkesin şaşkın kahkahasına neden oldu. Sonra onlar da üstlerini değiştirdiğinde ben biraz daha oyalanarak göz ucuyla eteklilere bakarak kapıya çıktım. Bütün takım arkadaşlarım dağılırken iki güzel çocuğu bekliyordum.

Aslında onları tanımıyordum, doğru düzgün sohbet etmişliğim yoktu. Onları bekleme sebebim ise dün ne gördüğüm konusunda o kadar düşünüyordum ve kafam karışıktı ki, bugün o ikisinin kırmızı amigo takımlarında, krop atletlerinden açıkta kalan bellerine takılı olduğu zincirleri farketmiştim. Zincirlerinde deniz kabuklarının olması dikkatimi çekmişti. Muhtemelen alâkaları yoktu ama bu ufak ayrıntı onları tanımak istememe neden olmuştu. Özellikle geçtiğimiz iki maçta büyük bir mutlulukla gri, parlak ponponlarını sallayan kızıl saçlı esmeri merak ediyorum. Çünkü bugünkü maçta, her zamanki mutlu performansını sergilememişti. Bu da tanımak istemem için ikinci sebepti.

Bizim takımımızda amigoluk yapmadan önce, yani okulumuza gelmeden önce, geldikleri okulda kelimenin tam manasıyla nefret ettiğimiz takımın amigoluğunu yapıyorlardı. Sonra buraya gelip bizim takımımıza girmek istediklerini söylediklerinde birçoğu karşı geldi. Kaptan olarak onlara ön ayak olan bendim, eğlencesine bu işi yaptıklarını ve dans etmeyi sevdikleri için burada olmak istediklerini açıkladıklarından onlara destek oldum. Sonuç olarak ön sıradaki kızıl ve sarı saçlı iki güzel çocuk da kızların arasında tezahürat yapa yapa, kızların göz bebekleri olmuşlardı. Amigolarla konuştuğum veya içlerine girdiğim yoktu ama bir kere denk geldiğimde bu iki çocukla oldukça ilgileniyor, onları süslüyor olduklarını da görmüştüm. Sarışın olan çok tatlı biriydi. Şekerleme, çikolata, kabartma tozu, pembe ve sarıdan ortaya çıkmış bir hâli vardı. Kızıl olansa çok güzel biriydi, kelimenin tam anlamıyla ve tek bir tabirle çok güzel biri.

Call of the Deep || SekaiOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz