Bölüm 3

16 3 0
                                    

                Işınlarımı yeryüzüne bir kez daha gönderirken ve mavi gezegen aydınlanıp ışıldarken, ışınlarımı şu küçük evin penceresinden içeriye sızdırdım.

“Kendini tanrı sanan şu nokta mahlûklar, eşrefi mahlûk olmasalar ne olurlardı” diye söyleniyordu yıldızlar, denizkızları ve kumsal perileri. Artık gaddarlıklarına ve acımasızlıklarına birinin son vermesi gerektiğini düşünen Orman kraliçeleri, ayrıca insanları kullanıp sömüren diğer varlıklarında artık yola getirilmesi gerektiğini savunuyorlardı.

Sabah saat 7.00’ı gösterdiğinde, dünün etkisi ve yorgunluğuyla tüm Jena halsiz ve yorgun düşmüştü. Lakin o saatte etrafı seyreden ve farklı bir algıya sahip olan bir çift göz vardı. Martin artık üç yaşına basmıştı. Yatağında öylece duruyordu. Kendinde çok farklı duygular hissediyordu. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Bulunduğu yeri fark etmek için hafifçe yerinden doğruldu. Karşısında duran elbise dolabının aynasına gözü takıldı. Bu da neydi böyle. Düşünceleri ve hissettikleri daha büyük yaşta olduğunu gösteriyordu. Şimdi ise aynada sadece üç yaşlarında bir çocuk belirmişti. Demek ki daha çok küçüktü. Yerinden doğrulup kalktı. Etrafa iyice göz gezdirdi. Oldukça şatafatlı ve abartılı bir bebek odasıydı. Dün neler olduğunu iyice kavramaya çalıştı, ama aklında hiç olmadık düşünceler beliriyordu. Anılar ve hatıralar. Yerde, oracıkta duran dergilere yöneldi. Dergilerdeki resimleri pek hatırlayamıyordu. Daha çok zihninde karmaşık diyarlar belirmekteydi. Aklı bulanık ve karma karışıktı. Bir süre sonra başının döndüğünü ve derin bir sessizliğin çöktüğünü hissetti. Başını kaldırıp, yukarı bakmak istedi. Aniden gelen bir uğultu, tüm bedenini kaplamıştı.

Şu afacanı tanıyalı çok uzun zaman olmadı. Azgın ve uysal olmasına karşın, bugün değişik hallere büründü. Odasının pencere tarafında yalnızlığımla hasret giderirken, aniden yatağından kalkışını gördüm. Daha geçenlerde bana su vermek için pencereyi açmıştı. Benimle konuşmaya gayret eden şu afacan, ne yapıyordu şimdi.

Gözlerinde beliren karartı, onu aniden uçsuz bucaksız anılara sürükledi. Bir hayli zorlandı kendini toparlamak için. Tam kendine gelmiş, etraftaki nesneleri görmeye başlamıştı ki, gözü kapıya takıldı. Odasının kapısı açıktı ve dışarıda birkaç metre ötede televizyon kapalı vaziyette duruyordu. İşte o an anıları tazelendi ve daha dün o televizyonda çizgi film ve animasyon filmleri izlemişti. Sonrasında onun için düzenlenen Doğum günü partisini çok az hatırlayabiliyordu. Sonrasında ise ilk edindiği o hisler kaybolmuş, yerini daha iyi ve zinde bir çocuğun hislerine bırakmıştı.

Artık Martin’in olgu süreci başlıyordu. Televizyonun karşısına oturup, etrafın dağınıklığına aldırmadan kanalları sırasıyla değişmeye başladı. “Hallo, Guten Tag. Heute haben wir sehr interessante Videos für euch.” Önce anlayamadı bu sözcükleri. Sonra kavrayabildi. Ardından kusursuzca tüm söylenenleri anlayabiliyordu. Açtığı haber programıydı. Dün hakkında olanları dünyadan yansıtıyordu. RTL kanalının etkili Almancasını o da beğenmiş ve bir süre dinlemesine sebep olmuştu. Lakin bir süre sonra çıkan magazin haberleri canını sıktı. Tekrar kanalları değiştirmeye başladı. “Today is a new day.” Bu sözcükleri hatırlıyordu. Daha önce televizyon ve filmlerde sıklıkta duymuştu. Fakat bu kez anlaması ve anlamlandırması biraz zaman aldı. Birkaç kalp atışının sonrasında tüm sözcükleri daha önceki kanallarda ki almanca gibi iyi anlıyordu. RTL’ de bahsi geçen haberin farklı bir çeşidini bu kez BBC’de İngilizce olarak izliyordu.

                Zaman su gibi akıp gitmişti. Birden televizyonu kapatıp, doğruldu. Etrafına bakındıktan sonra ağır adımlarla bahçeye bakan pencereye ilerledi. Dışarısı beyaza bulanmış, bir beyaz örtü şehrini andırıyordu. Pencereden karın altında tatlı ve etkileyici çam ağaçlarını seyrederken, annesinin sesini duydu. Maria Hanım, yarı uykulu halde, oğlu Martin’e “Sen ne zaman uyandın bir tanem?” dediğinde Martin şaşırıp, tereddüde kapılmıştı. Maria hanımın sıcaklığı ve bakışı bir süre sonra Martin deki anıları canlandırdı. Arkasında aniden beliren Lukas Beyin sözleriyle yerinden doğruldu ve koltuğa oturdu. Başındaki ağrı ve baş dönmesi onu oracıkta yorgun ve halsiz bir şekilde kanepeye düşürdü. Tedirgin ve endişeli bir yüz şekline bürünmüş olan Maria Hanım, “oğlum, Martinim” diye seslenip Martini kucağına aldı. Lukas Beyin getirdiği bir bardak su onu kendine getirmeye yetmişti.

Sabahın erken saatlerimiydi, bizim için aslında geç bir saatti. Güneş tepeye yaklaşmıştı. Pencerede beliren karartının, şu afacana ait olduğunu tahmin etmeliydim. Dünden hiç eser yoktu halinde. Sanki farklı biri vardı karşımda.

Her zaman ki gibi ağaçların dalarında soğuktan kas katı kesilmekten korkarak nafakamın peşine düştüm. Pencerede bir parça ekmek bulunuyordu. Kendimi toparladım. Etrafı iyice kolaçan edip, atağa geçmeye hazırlandım. Ayaklarım daldan kesilmiş, kanatlarımla dallardaki kar tanelerini etrafa savuruyordum ki, pencerede bir hareketlilik belirdi. Bu o, afacan bebe idi. Halinde biraz gariplik vardı. Önceleri o pencerede görünmez, önce kendi odasının penceresinde belirirdi. Her pencereye çıkışında gülümser ve etrafa mutluluk veren bakışlar atardı, ama bu kez farklıydı. Kanatlarımda süzülen kar tanelerinden kurtulmak için debelenip, bir dala kondum.

                Öğlen vakti gelip çatmıştı. Kilisenin çanları tüm Jena kentinde yankılanıyordu. Martin ilk kez duymuş gibi dört kulağını da açtı. Pür dikkat çanların sesini dinliyordu. Öğlen yemeği ve sonrasındaki rutin işler, Martinin önceki anılarından ve yaptıklarından bir nebzede olsa hatırlamasına vesile oldu.

Esen bir rüzgâr ve sonrasında tekrar başlayan kar yağışı tüm kenti büyüleyici bir atmosfere sürükledi. Güneş aralıklarla, mavi gezegene uğrayıp sonrasında ise yerini yıldızlara bıraktığı onlarca gün olmuştu. Rüzgârın etkisiyle ağaçlardaki karlar erimiş, çam ağaçları da biraz olsun rahat nefes almaya başlamıştı. Martin artık üçüncü yaş gününe bastığı gün gibi garip ve anlamsız tavırlarda değildi. Etrafına tamamen alışmış ve yeniden doğmuş gibi bir havası vardı. Komşularıyla Almanca ve İngilizce çok rahat anlaşabiliyordu. Geceleri gördüğü kâbuslar, sabah kalktığında hissettiği o garip his ve duygular haricinde her şey yolunda ve oldukça güzel geçiyordu. 

Görünmeyen BilinmezWhere stories live. Discover now