41. Bölüm

1.1K 98 56
                                    

Biyolojik saatimin alarm sesi beynimde yankılandığında göz kapaklarımı mekanik bir hareketle araladım. Tül perdeden içeriye sızmayı başaran güneş ışıkları öğlen olduğunu haber veriyordu.

Bu saate kadar kimsenin beni uyandırmak için gelmemesine şaşırmıştım. Sanırım halen, yalnız kalmamın tüm sorunları çözeceğini düşünüyorlardı. Sorunlar, sorunlar...

Parmaklarım istemsizce karnımın üzerinde gezinmeye başladığında derin bir nefes aldım. Orada olduğunu bilmemi sağlayan tek şey her sabah düzenli olarak devam eden mide bulantılarıydı.

Sanırım ona alışmaya başlıyordum. Henüz Alex ile konuşmamıştım fakat vereceği tepkiyi tahmin etmek zor değildi. Yine de, ona daha fazla alışmadan bunu yapmam gerekiyordu.

Alex'e bunu nasıl söyleyeceğimi düşündüğüm zamanlar da olduğu gibi odadaki tüm duvarlar üzerime gelmeye başladığında bacaklarımı aşağıya sarkıtıp yatağımdan ayrıldım ve yürümeyi başarıp bu boğucu odadan kurtuldum.

Şimdiden, kalbimin üzerindeki baskının azaldığını hissediyordum. Fakat bu, bakışlarımı karşıya çevirene dek sürmüştü. Çünkü tam karşımda, ceviz ağacından yapılma masaya yaslanmış ve gözlerini üzerime dikmiş bir Alex Laurent duruyordu.

Boğazımın kuruduğunu hissedince birkaç kez yutkunarak bu histen kurtulmaya çalıştım. Burada olması damarlarımda buz parçaları geziniyormuş hissi yaratıyordu. Geleceğini aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

Ama şimdi burada olduğuna göre Teo, benim beceremeyeceğimi düşünüp ona bebeği söylemiş olmalıydı. Buradan görebildiğim kadarıyla yüzünde daha önce görmediğim garip bir ifade vardı ve bu ifadenin öğrendiği şey yüzünden olduğuna bahse girebilirdim.

Parmaklarımı, kapının soğuk kolundan çekip koridora doğru adım atmaya başladım. Alex ile konuşmak için hazır hissetmiyordum ama yapmam gereken buymuş gibi, bacaklarım beni ona doğru götürüyordu.

Sonunda, Teo'nun çalışma odasına girdiğimde aramızdaki mesafe fazlasıyla kapanmış oldu. Fakat o, bir kez bile kıpırdamamıştı. Düzenli aralıklarla gözlerini kırpmasa karşımda bir duvar olduğunu düşünürdüm.

Derin bir nefes alıp odanın diğer ucuna yöneldim. Bu küçük yerde ondan ne kadar uzak durabilirsem o kadar rahat edecektim. Kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı ona çevirdiğimde Alex yaslandığı masadan uzaklaştı.

"Neden buradasın?" diye sordum. Bunu yapana dek, konuşmayı başlatanın ben olacağımı hiç düşünmemiştim. Neyseki sesim tahmin ettiğim gibi güçsüz çıkmamış, aksine kendinden emin bir tavır sergilemişti.

"Abim burada olmam gerektiğini düşünüyor." dedi Alex. "Konuşmamız gerektiği konusunda oldukça ısrarcı."

Yutkundum. Yeşil gözleri beni görünmez bir kafesin içine hapsetmiş gibiydi ve bu son derece rahatsız ediciydi. Kendimi, ona hesap vermek zorunda olan bir mahkum gibi hissediyordum.

"Teo sana bir şey söyledi mi?" diye sordum. Cevabı tahmin edebiliyordum.

Alex "İmkansız bir şekilde hamile kalmayı başardığını diyorsan, evet söyledi." dedi umursamaz bir ses tonuyla. Yüzünde, genelde takındığı o garip ifadelerden biri vardı. Ne düşündüğünü asla bilemeyeceğim bir ifade...

"Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum." diye mırıldandım. Daha çok kendi kendime konuşur gibi bir halim vardı ama bu, Alex'in beni duymasını engellemiyordu. Odanın diğer ucundaki pencereye yönelirken "Bilmiyor muydun?" diye sordu.

Fakat bu, gerçek bir soru gibi görünmüyordu. Daha çok "Bunu elbette biliyordun ve her şeyi planladın!" der gibiydi. Kaşlarımı çattım, gerçekten böyle bir saçmalık düşünüyor olamazdı değil mi?

İçgüdüWhere stories live. Discover now