24. Bölüm

1.2K 123 4
                                    

Bölüm yine kısa göründü gözüme, neden böyle oluyor anlamıyorum :D İyi okumalar...

Bir kere ölen biri korkar mı ölümden? Hayatla ölüm arasındaki perdeyi kaldırmıştır o artık, geride düşünecek bir şey kalmamıştır. Meleklerin ilahileri arasında göğe yükselirken pişmanlık kalmamıştır, hüzün çoktan akıp gitmiştir yüreğinden. Sonsuzluğa adım atarken huzur vardır yalnızca, başka duyguya yer yoktur. Cennet bahçelerinden gelen sesler huzurla harmanlanır.

Ölüm güzeldir, ölmeye değerseniz.

Fakat ne ben ölmek için yeterince değerliydim ne de ölüm ruhuma sahip olabilecek kadar güçlüydü. Öyle ki aramızda beş yüz yılı aşkın süredir süren bir savaş vardı ve bu savaşın galibi yoktu. Olamazdı da. 

Şimdiyse durum daha farklıydı. Ölümün beni yenemeyeceğini bile bile ruhumu ona sunmaya hazırlanıyordum. Anastasia'yı kurtarmanın tek yolu kumar oynamaktan geçiyordu. Bense bu uğurda ortaya ruhumu koymuştum. Ölüme teslim olacaktım, belki de geri dönemeyecek olsam bile.

Bu kadar yıl yaşamış olmam yine de kalbimin hızlanmasına engel olamıyordu. Ölmek buydu işte. Kısa sürede olup biten bir şey değildi. Önce hazırlık yapar, sizi korkudan çıldırma noktasına getirirdi. Ve ruhunuzu alacağı zaman size sahte bir huzur vererek iyi hissetmenizi sağlardı. Geriye yarım kalan işler, dilenmemiş özürler ve dahası kalırdı.

Percy yatağın kenarında oturmuş, belki de bininci kez aynı konuşmayı yapıyordu. Bir süre sonra onu dinlemeyi bırakmıştım. Çünkü şu anda ihtiyacım olan nasihatler değildi, benim yalnızca ona ihtiyacım vardı. Saçlarımı ensemde toplayıp ona bir bakış attım. Artık konuşmuyordu, sözlerinin bir işe yaramayacağını anlamış olmalıydı. "Başaracağım." diye mırıldandım gözlerimi onunkilere çevirerek. Günlerdir kendime tekrar ettiğim cümle buydu: Başaracağım.

Percy hafifçe gülümsedi, bal rengi gözleri birazcık kısılmıştı. "Biliyorum." dedi güven veren bir sesle. Yüzümü avuçları arasına aldığında vücudumdan bir ürperti geçti. Percy yanağıma çok hafif bir öpücük kondurdu. Aşağıdan gelen sesleri duyuyordum. Sanki bir cenaze töreni varmış gibi herkes toplanmıştı. Evet, aslında bir cenaze töreni vardı. Bana ait bir tören...

Teo'nun sesi kulaklarıma ulaştığında irkildim. Geleceğini tahmin ediyordum fakat onunla konuşmak sandığımdan daha zor olacaktı. Gitmek üzereyken her şey çok daha anlamlı geliyordu. Dilemem gereken tüm özürler, söylemem gereken şeyler...Hepsi anlam kazanmıştı lakin ne özür dileyecek zaman ne de bunu yapacak cesaretim vardı. 

Percy'nin elinden destek alarak aşağıya indim. Vampirlerin acıyan bakışları olmasa bu daha katlanılabilir olabilirdi. Fakat herkes intihar ettiğimi düşünüyor olmalıydı. Alex'in yanında ince, uzun bir kız duruyordu. Saçlarını benim gibi toplamıştı. Onu ilk kez görmüş olmam cadının o olduğu düşüncesini doğurmuştu.

"İçmek istersin diye düşündüm."

 Uzatılan bardağı tutan elin sahibini tanıyordum. Teo, mırıldanır gibi kurduğu cümlenin ardından bakışlarını uzattığı bardağa çevirmişti. Titreyen parmaklarımla bardağı yakaladıktan sonra "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Teo yalnızca başını sallamakla yetindi ve benden birkaç adım uzakta duran kardeşinin yanına döndü. 

O sırada girişteki kanepenin üzerinde yatan kız dikkatimi çekmişti. Yaşıyor gibi durmuyordu. Benimkine benzer saçları vardı, bir kısmı kanepenin kenarından sarkmıştı. "Kardeşinin sarışın olduğunu tahmin ettim." dedi Teo bakışlarını bana çevirip. Kanepede yatan kız Anastasia'nın ruhunun yerleşeceği beden olmalıydı. Bana bundan biraz bahsetmişlerdi fakat ben kardeşimi nasıl kurtaracağımı düşünmekten bunu umursadığımı sanmıyordum. Onaylar biçimde başımı salladıktan sonra bardağı sehpaya bırakıp kanepeye doğru birkaç adım attım ve kardeşimin yeni bedeninde gözlerimi gezdirdim.

İçgüdüWhere stories live. Discover now