4

78.8K 5.6K 2.4K
                                    

Akşam dersleri bittikten sonra cezamı çekmek üzere ayağımı sürüye sürüye isteksizce hücrenin yolunu tuttum. Yağmur da aynı isteksizlikle yemekhaneye doğru yöneldi ama her an Çisem Hanım'ı bulup gerçekleri itiraf etmesinden endişe ettiğim için gözden kaybolana kadar onu izledim, yemekhaneye girince de rahat bir nefes alarak ters istikamete doğru dönüp üst kata çıktım.

Ceza sorumlumuz elinde tuttuğu listeye bir çentik attı. "Eylül yine mi sen?" diye mırıldandı onaylamayan bir tavırla.

Omuz silktim. "Sanırım burayı seviyorum."

Bezgince nefesini bırakıp başını iki yana salladı. "Akademinin en iyi ajanının bu kadar sık cezaya kalması oldukça tuhaf." Ses tonundaki kınama pek hoş değildi.

Sırıttım. "Beni gözünde fazla büyütüyorsun."

"Çünkü seni çok iyi tanıyorum Eylül."

"Düşündüğün gibi değilimdir belki."

Kaşlarını çattı, açık renk gözlerinde yılların tecrübesi vardı. "Düşündüğümden de fazlasısın."

Üstelemesinden sıkıldığım için, "Her neyse, bu konuyu kapatabilir miyiz," diyerek geçiştirdim. "Belli ki beni övmekten vazgeçmeyeceksin."

"Neden Eylül, haklı olduğum için mi?"

Umursamaz bir tavır takındım. "Hayır, çünkü cezamı çekmek için sabırsızlanıyorum ve biz burada konuştukça vaktimiz boşa geçiyor," diye karşılık verdim. Belki bu onu sustururdu.

Aniden ciddileşti. "Dikkatleri üzerine çekmekten vazgeç kızım."

Pekâlâ, yanılmıştım. Susmaya hiç niyeti yoktu.

Bir elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. "Seni bir daha burada görmeyeceğim, anlaştık mı?"

"Benden zoru yapmamı bekliyorsun," derken hınzırca gülümsedim.

"Yine en iyi arkadaşın Yağmur'un cezasını üstlendin değil mi?"

Yerimde huzursuzca kıpırdandım. "Hayır." Bilmediği herhangi bir şey var mıydı acaba bu akademide?

Bir kaşını kaldırdı, bana inanmayan bir bakış attı. "Daha ne kadar onu korumak için kendini ateşe atacaksın, bu ancak senin ismini lekeler, hanene eksi puan yazar."

"Öyle bir şey yaptığım yok, ben kimseyi korumuyorum," diyerek inkara devam ettim.

"Beni dinle kızım," derken iyice ciddileşti. "Sen sadece derslerine odaklan, senden istenileni yap, kurallara uy, emirleri yerine getir, fazla göze batmamaya çalış. Karanlık itaatkâr bir gölge gibi ol; görev odaklı, sessiz ve görünmez."

Yüzümü buruşturdum. "Ama bu çok sıkıcı."

Sıkıntıyla soludu. "Beni gerçekten yoruyorsun Eylül, oysa sana yardım etmeye çalışıyorum," deyip küçük hücrenin kapısını açarak içeri girmemi bekledi. "Yarın öğlene doğru geleceğim."

"Hiç acele etme," dediğimde çoktan kapıyı üzerime kapatmış, koridorda yürümeye başlamıştı bile.

Ayak sesleri yavaş yavaş azalırken derin bir nefes çektim içime, rahatlatıcı olmasını ummuştum ancak aksine daraldığımı hissediyordum. Hücrenin tavanı olmadığı için içerisi buz gibiydi. Keyifsiz bir şekilde beton zemine geçip kendimi yere bıraktım. Soğuk anında kemiklerime kadar işleyince içim buz kesti, bu gece kesin ayaz olacaktı. Bu şekilde daha fazla dayanamayacağımı anlayınca ceketimi çıkarıp iki kat yaparak yere serdim ve üzerine oturdum, az öncekinden hem daha rahattı hem de soğuğu hissetmemi engelliyordu.

Dizlerimi karnıma doğru çekip kollarımla sardım ve başımı duvara yaslayarak bakışlarımı gökyüzüne diktim.

Hava açık olduğundan tüm yıldızlar muazzam bir görsel şölenle bir şemsiye misali üstüme açılmış gibi görünüyordu, her bir yıldıza bakıp ışıl ışıl parlamalarını izlemek hoşuma giden nadir durumlardan biriydi. Bu kasvetli hücrenin tek iyi yanı buydu sanırım. Yağmur ile paylaştığım odanın küçük penceresine nazaran yıldızlar daha gerçekçi, daha güzel, adeta sonsuzluk gibiydi ve ben gökyüzünü izlemeyi çok seviyordum. Bazen burada kendimi ne kadar yalnız ve terk edilmiş hissetsem de gökyüzüne bakmak bana huzur veriyordu.

Çoğu zaman kendimi ruhen aşırı yorgun hissettiğim anlar oluyordu, sanki 19 yaşında değil de 60 yaşında gibi hissediyordum. Ölmeden mezara konmuş biri gibi adeta...

TEHLİKELİ GÖREVWhere stories live. Discover now