BÖLÜM BİR: KAN ve GÖLGE

9 1 1
                                    

"Elain! Elain! KIZIM! KIZIM KALK!" Kulaklarımda inanılmaz bir uğultu vardı. Ne oluyordu? Annem beni sarsarak uyandırmaya çalışıyordu, uyanmak istemiyorum. Beynim uyuşmuş gibi, sanki benliğim yokmuş gibi, sanki, sanki, ah hep uyumak istiyorum. 

"Yavrum! Nefes al, KIZIM!" Nefes alıyordum, annemin neden bu kadar telaşlandığını görmek için göz kapaklarıma seslendim içimden, karanlık bir türlü annemin yüzü ile yer değiştirmiyordu. Israrla kendimi zorladım, sanki kapalı bir kutu içindeymişim gibi, gözlerim açıkmış ama içeriye hala ışık girmiyormuş gibi.  Gözlerim... gözlerimi neden açamıyorum. Anne, anne gözlerim... Gözlerimi açamıyorum anne! 

"ELAİN! BEBEĞİM UYAN!" Anne yardım et, anne! "Noldu, Ayza! İyi misiniz? Neler oluyor?" Annem bedenimden ellerini uzaklaştırdı, o gidince bedenimdeki sıcaklık azaldı... ama sıcaklık hiç geçmiyordu. Etrafımda beni boğup, nefes bile aldırmayan bir sıcaklık hüküm sürüyordu. Odam neden çok sıcaktı. "Sizin yüzünüzden! Sizin kahrolası güç isteğiniz yüzünden!" Babama vuruyordu, duyuyordum. 

Babam annemi kenara itti, bana yaklaşıyor... hissediyorum. "Elain, kızım..." Baba... Çıkar beni, lütfen. Babam da nazikçe parmaklarıyla omzumu dürttü. Eli sırayla burnumda, boğazımda ve bileklerimde gezindi. Etraftaki sıcağa kıyasla babamın elleri buz gibiydi, tenimi ferahlatan bu dokunuşlar bir anda uzaklaştı benden. Hayır, bana dokunmanız lazım, bedenim eriyerek yok olacak... 

"Bunu yapacaklarını tahmin etmedik..." Annemin histerik kahkahası duyuldu. "Her şeyi yapardınız siz hani? Ne oldu! Dışarda onlarca ev yanıyor! Kızım ölüyor Varan! KIZIM ÖLÜYOR!" Babam yüzüme bakıyordu, görüyordum. Gözlerinde telaş, öfke, korku ve hüzün dolaşıyordu. Görüyordum, bedenimi, odamı, delirmek üzere olan annemi... 

Yatağımın beyaz çarşafları yer yer siyahlaşmıştı, bazı yerlerinden dumanlar çıkıyordu. Süt beyazı tenim, isten dolayı kararmıştı. Ellerim yanık mıydı? Neden acıdığını hissetmiyordum? Ellerime baktım; bembeyaz, tertemiz sanki... sanki ölmüşüm de yeniden doğmuşum gibi. Ölmüş müydüm? Bedenimde değildim. Babamın bana doğru eğildiğini görüyordum ancak eğildiği bedende değildim. 

"Elain, kızım?" Babam kafasını göğsüme koydu. Kalbimi duyması için yaklaşmasına gerek yoktu, üç oda öteden bile damarlarımda akan kanın sesini duyabilirdi. Beni duymak için değil, hissedebilmek için eğiliyordu. Babam durgunlaştı. Elini yüzüme koydu, yüzümü severken aynı zamanda isleri silip beyaz tenimi yüze çıkarıyordu. 

"Ne oldu?" Annem savsak adımlarla bedenimin yanına gitti. Babam başını kaldırmadan olduğu yerde sarsılıyordu, ağlıyor muydu? Babam hiç ağlamazdı ki. Annem, babamın bedeninin üstümdeki büyüklüğünden dolayı açıkta kalan yerlere bakındı. Önce yüzüme, solgunlaşmaya başlayan yüzüme sonra dolu gözleriyle üstüme kapanmış göğsümde titreyerek ağlayan babama baktı. 

Babam başını iki yana salladı ağlarken, annem önce yavaşça yutkundu. Yutkunuşu yavaşça arttı, sanki hıçkırarak ağlayacaktı da kendini tutuyordu. Gözleri yüzüme bakarken yavaşça büyüdü, dudakları seğirerek bir güler hale geliyor bir büzülüyordu. 

"Hahah...ahaha...ahahaahahah..." dudakları en sonunda açılmış, gülerek bana bakıyordu. Ancak gözlerinde bir kaybın yıkımı seyrediliyordu. Delirdi diye geçirdim içimden, yoksa neden yüzü böyle olsundu ki? Titreyen elini korkarak yüzüme getirdi. "...hahaha...haha...ahhahhh..." Yüzümün soğukluğu, ateşler içinde olan odanın tam tersi bir şekilde buz gibiydi. Ölü bir faninin bedeninin soğumasıydı işte bu. Fark etmişti, işte, kabulleniyor, kafasını sertçe onaylamadığını, ölümümü kabullenmediğini belli ederek sallıyordu... ama ellerinin altındaki bu soğuk yüz kendi canına aitti, yüzündeki gülümseme bir anda tersine döndü, artık kabulleniyordu, kızı öldü. "...Aaaağhhhhahahaaaağğğğğ..." Öyle bir bağırarak ağlamaya başladı ki ses tellerinin koptuğuna emin olabiliyordum. "Elain! aağhhaaaağğğ" Babam yüzünü annemi görmemek için ters tarafa çevirdi, yani bana. Babam da ağlıyordu, daha sessiz... daha sakin. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, elleri kollarımı tutmaktan rengini kaybetmişti, sanki gitmemem için tek çaresi bu gibi sıkıca dolamıştı parmaklarını kollarıma. Uzun bir süre ağladılar, ben de olduğum yere dizlerimin üstüne oturdum, onları izlerken içimde ağlama hissi oluşsa da ağlamak istediğimde gözlerim dolamıyordu. Ölmek duygularını da kaybetmek demekti anlaşılan. 

Sonsuzluğa DüşmanWhere stories live. Discover now