DİLHUN

De lawellia

39K 1.7K 816

"Bu gidişlerimin bir gün dönüşü olmayacak. Biliyorsun değil mi?" Başımı sağa yatırıp böyle yapmaması için yal... Mais

1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14. ve 15. Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm

16.Bölüm

1.3K 70 40
De lawellia

"Mutlu musun? Senin yüzünden onları öldüremedik. Senin peşine düştük, onları kaçırdık." 

Karşımdaki adama baktım. Yüzümde büyük bir tebessüm vardı ve onlar sinirlendikçe bu büyüyordu. 

"Mutluyum." diye mırıldandım duygularımı gizleme hissi duymadan. 

"Mutlusun," dedi. Kendini buna inandırmak için sürekli kafasını salladı, durdu. 

Odanın kapısı açılıp arkasından bir adam daha belirince sırtımı yasladığım duvardan öne doğru kaydım. Odanın içerisinde sadece eski bir halı vardı. Ne bir cam var, ne de hava alabilmek için bir pencere, üstüne bir de ellerimi bağlamışlardı. 

"Abi, birileri geliyor." 

Kahkaha attım. "Hani beni öldürüyordunuz. Türk Askeri geliyor değil mi?" diye sordum.  "Konuşsana it herif." 

Yediğim onca dayak beni yıldırmamıştı. Patlayan dudağıma rağmen gülebiliyordum. Çünkü biliyorum ki ben Asaf'ı nasıl kurtardıysam o da beni bunların ellerine bırakmaz, kurtarırdı. 

Karşımda otel odasında beni almaya gelen siyah maskeli adam vardı. Maskesini hala çıkarmamıştı. Ne adlarını biliyorum, ne de yüzlerini. 

Kafasını önce sağa ardından sola doğru yatırdığında bu haline gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Buraya geldiğimden beri onları aşağılayıp, dalga geçiyordum ve her cümlem bana bir tokata mal olmuştu. Canım yanıyor muydu? Yanıyordu, evet. Ama belli etmemek için sürekli gülümsüyordum. 

Her zaman ki gibi acılarımı tebessümlerimin arkasına süpürüp hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyorum. Buradan kurtulabilirsem eğer yine aynısını yapacaktım. Acılarımı yine saklayacaktım. Yaralarımı kimseye göstermeyip kabuk bağlayana kadar kendim saracaktım. Hep böyle yaptım, hep öyle yapacağım. 

"Abi, sana it herif dedi." 

Siyah maskeli adam bir anda arkasını dönüp diğer adamı odadan çıkarttığı gibi kapıyı kapatarak kilitledi. Tekrardan bana döndü. Yüzündeki maskeyi yavaş yavaş çıkartmaya başladığında şaşkınlıktan açılmak üzere olan ağzımı kapatarak oturduğum yerden kalktım. Ellerim önden bağlıydı. Ayaklarımı ise bağlamamışlar serbest bırakmışlardı. Karşıma dikildiğinde ben de karşısındaydım. Maskeyi çıkartmayı bıraktı. Hayal kırıklığıyla omuzlarımın düşeceği esnada ellerini omuzuma koydu. Omzumu sıkmaya başladığında dişlerimi sıktım. Acımıyordu ki.

"Bir daha desene, haydi." dedi omuzlarımdaki baskıyı arttırarak. 

Gülümsedim. Bacağımı kasıklarına geçirdiğimde omuzlarımı bırakmak zorunda kalmıştı. Bir iki adım gerileyip sarsılınca kafasını kaldırıp bana baktı. Ne kadar acı çektiğini kıvranmasından anlıyordum. Birkaç dakika boyunca yerde kıvrandı. Kapının önüne birileri gelmiş 'Kadına bir şey yapma.' diye bağırıyorlardı. 

Maskeli adam bir anda ayağa kalkınca başımı yana yatırarak gözlerimi kıstım. Acı çekmesini zevkle izlemiştim ama bu kadar erkenden toparlanacağını kestirememiştim. 

"İt herif, bitti mi acı çekmen?" dedim daha demin bana söylemem için haydi diyen adama. 

Aramızda mesafe bırakarak karşımda durdu. Hiçbir şey söylemeden elini kemerine attığında korkudan gözlerim büyümüştü. Yapmazdı değil mi? Kendini kandırma Ecmel. Vatanımızın düşmanlarından bahsediyoruz, bunlar sana her şeyi yapar. 

Gözlerim dolmaya başlamıştı. Bakışlarımı tavana çevirdiğim de yaşları geriye yollamıştım. Başımı tekrardan ona çevirdiğimde kemerini çıkarmıştı. 

"Ne yapacaksın onunla?" diye sordum. Elindeki kemeri yere bırakacağı esnada bacağımı tekrardan kasıklarına vurmak için kaldırmıştım ki sol eliyle bacağımı kavrayıp beni yere savurdu. Kanaması durmuş olan dudağım zemini boyladığında tekrardan kanamaya başladı. Arkamı döneceğim sırada sırtıma ayağıyla bastırdı. Bedenim boylu boyunca eskimiş olan halının üzerindeydi. 

Güldüm. "Vurmanı bekliyorum. Biliyorsun, canım acımıyor benim." 

"Senin canını öyle bir yakacağım ki beni öldür diye inleyeceksin." Sırtımdaki ayağının baskını azalttı. Daha sonra ayağını sırtımdan çekip enseme koyduğunda dişlerimi sıktım. Gücünü vermiyordu. 

Dişlerimi sıkmayı bırakıp sahte bir kahkaha attım. "Güzel şarkıymış. Kim söylüyor?" 

Güldü. "Melodisini duymak ister misin?" 

Elindeki kemeri birbirine vurduğunda bedenim ürperdi. "Bu şarkının giriş kısmıydı." 

"Güzel bir giriş." dedim nefes almaya çalışarak. Nefeslerim kesik kesikti. 

Ellerini üzerimde ki bordo kazak da hissettiğimde ağlamamak için dudaklarımı kemirmeye başladım. Elim kolum bağlıydı. Ayaklarım ise uyuşmuştu ve korkudan bedenim titremeye başlamıştı. Ne yapacağımı bilmiyorum. 

"Bordo, sevmem." dediği gibi üzerimdeki kazağı yırtmıştı. Sırtım açıkta kaldığında gözlerimden yaşlar birer birer boşalmaya başlamıştı. Sadece sırtımı görüyordu. Sütyenimin kopçasını bile görmesi beni huzursuz etmişti. 

Kemerin tokasını sırtıma değdirdiğinde gözlerimi yumdum. Kemerin tokasının soğukluğu etlerimi diken diken etmeye yetmişti. 

"Şarkının en güzel yerine geldik."

Kemeri sırtımdan çekip var gücüyle bir darbe indirdiğinde dudaklarımdan bir inilti kaçmıştı. Kemerin tokasını sırtımda gezdirmeye başladığında derin derin nefesler alıp bırakıyordum. Sırtıma bir darbe daha indirdiğinde dişlerimi dudaklarıma geçirdiğim için boğuk bir inilti nüksetmişti. Kaç kere daha tekrarladı, bilmiyorum. Fakat sırtımda kemer izleri çoğalmıştı. Canım yanıyordu. 

"Şarkıyı beğendin mi?" 

"Çok," dedim zorlukla. 

"Ecmel," dedi, adım onun ağzına hiç yakışmamıştı. "Sen onları kurtardın. Peki, onlar seni kurtarabilecekler mi?" 

"Kurtaracaklar," dedim güçlükle. "Ne ölümü ne de dirimi sizin ellerinize bırakmazlar."

Nefes alışverişlerimi düzene koymam gerekiyordu. O kadar hızlı nefes alıyordum ki canımın acıdığını anlamasından korktum. 

"Bizden ölünü alacaklar." dedi. Sırtıma bir kemer darbesi daha indirdiğinde dayanamayıp çığlık attım. Ağlamaya başladığımda kemeri bir yere fırlatıp dibime çöktü. Pis nefesini kulağımın içine üfledi. "Ya da alamayacaklar. Başımızda kurt olmasa seni direk öldürürüm, beklemezdim." 

Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken kapıya doğru yürüdü. Kapının kilidini açtığında derin bir nefes aldım. "Asaf'a da bu kadar güvenme, senin yaptığını yapmaz." 

Saatler önce 

İnsan keşke daha öncesinden ne yaşayabileceğini bilebilseydi, bazı şeyler bizim için daha kolay olmaz mıydı? Mesela otel odasına ilk girdigim de bazı şeyleri biliyor olsaydım. Şu an aklımda takılan karamel rengindeki peruğun Yeşim'e mi ait olup olmadığını bilmiş olacaktım. Ne yapmışlardı? Yeşim'i öldürüp, saçlarını kesip onunla peruk mu yapmışlardı?

İnsan en çok belirsizlikte sallanırmış. Sallandığım bu boşluk en kötü ihtimalden bile daha kötüydü. Belirsizlik, tüm işkencelerin en kötüsüydü.

Otelin arka kapısından çıkmıştık. Beyaz eski bir minibüse bindiğimizde en arka koltuğa savurmuşlardı bedenimi. Ellerimi arkadan bağladıklarında gülümsedim. 

"İp güzelmiş, boynuma geçirsenize, kolye yapar şıkır şıkır dolanırım." 

Kısaca gelin beni öldürün diyorum, haydi. 

Karşımda oturan siyah maskeli adam cebindeki silahı çıkartıp bana doğrulttu. "Yol boyunca sesini kesmezsen, beynini dağıtırım." 

Gözlerim kısıp ayıplarmışçasına baktım. "İnsan hiç misafirine böyle davranır mı?" Daha sonra bir yanlışı düzeltmem gerektiğinin farkına vararak yüzümü buruşturdum. "Pardon, siz insan değildiniz." 

"Sık abi kafasına, boku bokuna uğraşmayalım şu karıyla."

Siyah maskeli adam elindeki silahı indirip yerine koyduğunda diğerlerinin şaşkınlık nidaları doluyordu kulağıma.

Sıkamayacağını biliyordum hatta beni öldüremeyeceğini de.

Derin bir nefes aldım. "Beni öldüremezsin." Bacağımı diğer bacağımın üzerine attım. "Niye biliyor musunuz?" diye sordum arabada olan diğerlerine yönelik.

"Ben bilmiyorum, siz biliyor musunuz?" diye konuştu biri diğerlerine bakarak.

Kafalarını olumsuz yönde salladıklarında sesli bir şekilde güldüm.

Bakışlarımı siyah maskeli adama çevirdim. "Videodaki o adam, yani sizin deyiminizle kurt, o sağ salim istediği için beni öldüremezsiniz."

"Tilki den mi bahsediyor?" diye sordu biri. Hepsi aynı görünüme sahip oldukları için onları ayırt edemiyordum.

"Aynen, kurttan bahsediyor."

Kurt mu, tilki mi? Karar verin.

"Tilki, neden böyle bir şey istesin ki?"

Maskeli olan adam ona döndüğünde sessizliğimi korudum. "Kurt, öyle istiyor. Onun lafının üzerine başka bir laf mı söyleyeceksin?"

"Pardon abi, tilki ne derse o."

Konuşmaları çok değişikti. Düz konuşmuyorlar bazı harfleri ise yutuyorlar.

"Tilki kim, kurt kim?" diye sordum. Kafamın karıştığını zannetsinler de mutlu olsunlar diye.

"Bu seni ilgilendirmiyor. Yol boyunca tek kelime bile etme.

Gülümsedim. Gülümsemelerim onları sinir ediyordu ve bu benim onlara sahte bir şekilde gülümseme isteğimi arttırıyordu. 

Arabada herkes sessizliğe bürünmüştü. Kulaklarımı iyice açmıştım. Konuşulan hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordum. Bir tek noktaya odaklanmıştım o da Asaf ve koca timi kurtarabilmekti. 

Asaf'ların tehlikede olduğunu biliyorum. Kendi canım umurumda değildi. Elimde bir fırsat vardı ve ben bunu tepmeyeceğim. 

Ayağıma kadar gelen bu fırsatı elime yüzüme bulaştırırsam suratıma tükürün. 

Yol akıp gitmeye devam ederken nerede olduğumuza dair bir bilgim bile yoktu. Bulunduğumuz bu minibüsün bir camı bile yoktu. Kafamı camdan dışarı uzatmayı değil de buraya bir yere hava girmesini istiyorum. Neden mi? 

Horlayanları bıraktım, ayakkabılarını çıkarmış uyuyanları geçtim, ki bu ayakkabılarını çıkaran iğrenç yaratıkların ayaklarının nasıl koktuğunu söylememe gerek yok. Nefesini burnundan değil de başka bir yerinden alan insanları ise hiç saymıyorum. Ve onca pis yaratığın içerisinden bir hava sızmıyordu. Ne cam vardı ne de nefes almamız için bir oksijen...

O2 istiyorum. O2, gel buraya annecim, seni solumam gerek. 

Burnumu birkaç saniye tıkayıp, bu havayı solumamak için nefessiz kalmayı yeğlerken mucizevi bir şey oldu. Araba durdu. Ardından kapı açıldı. İçeriye giren oksijen sayesinde derin derin nefesler aldım. 

"Bir baksana." 

Arabanın kapısını açan adam, siyah maskeli adamı çağırdığında bir şey yapıp benimde dışarı çıkmam gerektiğini hissettim. Maskeli adam ayaklandığında yerimde kıpırdandım. Bir an için bana dönüp baksa da nasıl baktığını kestiremiyordum. Yüzünü komple kaplayan bir maske vardı, nasıl anlayabilirim ki? 

İşaret parmağını bana doğru uzattı. "Düzgün dur."  

Minibüsten ineceği sırada çığlık attım. Bir anda arkasını dönüp bana doğru adımladı. "Ne bağırıyorsun?" 

"Çok pis çişim geldi. Acil bir lavabo bulamaz mısınız?" 

"Abi, buraya yapmaz değil mi?" diye sordu diğerlerinden biri. 

"Yürü, Ecmel." 

Ya işte adımı alma ağzına, alma ya, alma. Bunu da mı ben öğreteceğim size? Alt tarafı bana ismimle seslenmeyeceksin, bu kadar kolay.

Oturduğum yerden kalkıp maskeli adama doğru yürüdüğümde o da hala yüzümü inceliyordu. Kafasını sola çevirip minibüsten indiğinde bende inmek için ayağımı dışarı uzatacağım esnada dayanamayıp arkama döndüm. Tek tek diğerlerinin suratına baktığımda ne olduğuna anlam veremedikleri için yattıkları yerde doğruldular. 

"Ayak kokunuzdan midem bulandı. O kadar leş bir insansınız ki pislik kokuyorsunuz. Ve  Allah hepinizin belasını versin, bok gibi insanlarsınız." Sonra yine bir yanlışı düzeltme ihtiyacı duydum. "Tabi size insan denirse." 

İçlerinden bazıları ayaklanmaya başladıklarında hızla minibüsten inip maskeli adamın yanına doğru yürüdüm. Durduğumuz yer ormanlık bir alandı ve benim burada lavabo ihtiyacımı gidermek gibi bir düşüncem asla olamazdı. Çünkü aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim. 

Dışarı çıkıp, nefes almanın özgürlüğünü yaşarken arada bir de yanımdaki adamı kontrol ediyordum. Bir ağacın önünde durduğumuzda kafasıyla ağacın arkasını işaret etti. Ellerimi çözüp arkasını uzatıldığında bileklerimi ovalamaya başladım. Herhangi bir şeyden şüphelenmemesi için kemerimi açıp ses çıkarttım. Biraz bekleyip tekrardan kemerimi kapattığımda ağacın arkasından çıktım. Adım seslerini duyup arkasını döndü. Ardından hiçbir şey yokmuş gibi yanıma gelip tekrardan ellerimi bağladı. Önüne dönüp yürüdüğünde arkasından ilerliyordum. 

"Niye maskeni çıkarmıyorsun?" dedim adımlarımı yavaşlatarak. 

"Bu seni ilgilendirmiyor." 

"Merak ediyorum." dedim. Yürümeyi bırakıp yeşilliklerin arasında durdum. "Yüzünde bir yara filan mı var? Sadece sen ve kurt böyle dolanıyorsunuz, neden?" 

"Bu seni ilgilendirmiyor." dedi arkasını dönmeden konuşarak. 

"Bana iyi davranman gerekiyor. Yoksa kurdu kızdıracaksın." dedim gülümseyerek. 

Bir hışımla arkasını döndüğünde yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Biliyorum ve seni öldürmek istiyorum." Derin bir nefes aldı. "Arada kurt olmasaydı bir dakika bile beklemez senin boğazına sarılır, nefesini keserdim." 

Yükümü sol bacağıma verip başımı yana yatırdım. "Neden denemiyorsun?" Kafasını geriye doğru çekti. "Boğazıma sarılmayı..." 

Ben daha ne olduğunu anlayamadan yanıma gelip at kuyruğu yaptığım saçlarımdan tutup beni yere fırlattı. Yüz üstü yere düştüğüm de dudağım zeminin sertliği yüzünden patlamıştı. Dudağımdan oluk oluk kan akarken yeşilliğin arasında doğrulup oturur bir pozisyona geçtim. 

"Yapacakların bununla mı sınırlı?" dedim başımı dikleştirerek. Gözlerimle bağlı olan ellerimi gösterdim. "Ellerimi bağladınız da ne oldu? Yine sizden üstünüm, her konuda." 

Sinirlendiğini görüyorum ve bu beni mutlu ediyor. 

"Bana sadece fiziksel bir acı verebilirsin. Eğer beni öldürürsen hiçbir işe yaramam." Elini kafasına götürdü. "Beni salak mı zannediyorsunuz? Bunca saat beraberdik. Beni öldürmek isteyen insan bunu söylemez, icraata geçerdi. Beni biraz hırpalayıp, gözümü korkutacaktınız. Sağ salim kurda teslim ettiğiniz de ise o da beni öldürmeyecek. O da hırpalar daha sonrasında ise işinize yaradığımda tek bir mermi yetecek bu hayattan göçüp öbür dünyaya geçiş yapmama." Oturduğum yerden ayağa kalktım. "Ne öğrenmek istiyorsunuz?" 

"Sen." dedi. "Sen çok tehlikeli bir kadınsın." 

Başımı yana yatırdım. "Tehlikeli demeyelim de zeki diyelim. Hoş, sen zeki biri olmak ne demek onu bile bilmezsin, bendeki de laf." 

"Ne?" diye sordu transtan çıkıp kendisine gelirken. 

"Al işte, beynini bile kullanamıyorsun. Ne sen ne de diğerleri Allah'ın verdiği bu organımızı kullanmıyorsunuz. Biraz kullanın şu organımızı, vallaha bak, çok tatlı biri." 

"Ne diyorsun?" diye sordu. 

Kahkaha attım. "Ben bu dünyada, yaşadığım onca senede bir sürü mal insan gördüm. Ama senin gibi birini yemin ederim görmedim." Gülmelerimi durduramıyordum. "Çok salaksın." 

İki adım atıp önümde biter bitmez elini havaya kaldırmış ve yanağıma indirmişti. Dudağımın acısının üzerine bir de yanağım eklenmişti. Fakat bu sorun değildi. Acı eşiğim yüksek bir insan olduğum için bunlar bana etki etmiyordu. Deneyimlenmiş ve sonuçlanmıştı. 

"Çok konuşup kafa ütülemekten başka hiçbir halta yaramıyorsun. Düş önüme!" 

Yürümeye başladığında arkasından göz devirdim. Peşinden ilerleyip minibüsün yanına geldiğimde daha demin yanımdakini çağıran adam tekrardan yanımıza geldi. 

"Konuşmamız lazım." 

Maskeli olan adam bana dönüp kafasıyla minibüsün içerisini işaret etti. 

Sıkıntıyla iç geçirdiğim de yanındaki adam bana kötü  bir şekilde bakmaya başladı. Hep kötü bakıyorlardı zaten.

Minibüsün kapısını açtığında içeriye girdim. Kapıyı ardımdan hızla kapattığında direk yere çömeldim. Hızlı kapatmamıştı. Daha doğrusu kapı kapanmamış aralık kalmıştı.

Kafamı arkaya yaslayıp dışardaki sese odaklanmaya çalıştım. Diğerleri bana yine tuhaf tuhaf bakmaya başladıklarında onlara döndüm.

"Fil gibi horlayıp, iğrenç nefesinizle ortalığı bok yerine çevirdiniz." dedim. "Kapıya yakın oturup sizden soyutlanmam lazım. Malum hepiniz bok çukuruna düşüp gelmişsiniz."

Diğerleri bu duruma alıştığı için hiçbiri ses etmeyip kendi hallerine döndüklerinde bunların bu hallerini sevmeye başlamıştım. Soylarına soplarına tükürüklerdim sorgulamıyorlardı ve bu beni aşırı mutlu ediyordu.

Kafamı tekrardan arkaya doğru yasladığımda o adamın sesi doldu kulaklarıma.

"Abi, Duran bekliyor. Türk Askerlerinin oraya ulaşması birkaç saat sürer. Fakat sıkılmışlar, siz gelin dedi. Sabahtan beri orada oldukları için biraz da acıkmışlar."

"Ne diyorsun lan sen?" dedi. Sesinden aşırı sinirlendiği  bile belli oluyordu. "Senin onların ne kadar güçlü olduklarından haberin yok. Elimizde onları ele geçirebileceğimiz bir plan varken bunu durduramayız. Gerekirse oraya gelmeleri günlerce sürecek ama oradakiler yerlerinden bir dakika bile ayrılmayacaklar."

"Çatışmaya kurt girmeyecek. Sadece bizimkiler var. Onları öldürebilir miyiz? Çok güçlüler ve eğitimliler." dedi o adam.

"Yapacağız, bizi fark etmeleri imkansız. Bu sefer sağlam bir plan yaptık. Askerler geldiğinde Duran bana haber verecek. Ben başla demeden kimse ateş etmeyecek. Bu plan kurda ait ama benim yönetmemi istedi. Kendisinin karşısına o askeri çıkaracağız. Ve kurt o askeri kendi elleriyle öldürecek."

"Tim, komutanlarına elveda dese iyi olacak." diye tamamladı sözlerini maskeli adam.

Beynim sulanmaya başladı. Kafam biraz karışmıştı. Sarı saçlı kadının peşine düşeyim derken hiç tanımadığım kötü insanların eline düşmüştüm. Fakat bunlar da Asaf'lara komple kurmuşlardı. Şu an için sarı kadını Asaf'tan uzak tutamıyor olsam da bu adamları ondan uzak tutacaktım. Onlara bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Sarı saçlı kadın birazcık kenarda bekleyebilirdi. Ama ona da sıra gelecek, onun da defterini düreceğim. 

Ne yapacaklarını pek kestirememiş de olsam konuştuklarından en iyi anladığım şey planlarını başlatacak kişi maskeli olan adamdı. O başla demeden kimse başlamayacaktı.

Derin bir nefes aldım. Oturduğum yerden kalkıp beni oturttuğu yere geçtim. Diğer adamlar bana ters ters bakmaya başladıklarında tek kaşımı kaldırıp baktım onlara.

"Hayırdır, güzelliğimin müptelası olup gözlerinizi benden alamıyor musunuz? Aptallar."

Her cümlelerimin sonunda onlara hakaret ediyordum. Beni bir kaşık suda boğmak istercesine baktıklarında sırtımı geriye doğru yaslayarak gözlerimi yumdum. "Çekin o kenafir gözlerinizi üzerimden, nazar değdireceksiniz." 

Birkaç dakika sonra maskeli olan adam arabaya bindiğinde hareket edeceğimizi anlamıştım. Elindeki telefonu ceketinin cebine koydu. Gözlerimi açıp onun yüzüne diktiğimde rahatsız olmuş gibi yerinde kıpırdandı.  Nasıl bakıyordum, bilmiyorum fakat arabanın içerisinde bulunan diğerleri de bana tuhaf tuhaf bakmaya başladı. Dudaklarımı yukarı kıvırarak gözlerimi kıstım. Gülümseyişimi gördüklerinde benim anlamadığım bir şeyler mırıldandılar. 

Gözlerimi bile kırpmadan maskeli olan adama bakıyordum. Bu bulunduğumuz araç da bir tane bile koltuk yoktu. Bu sebepten belim kopmuştu. 

"Siz ne pinti adamlar çıktınız. Bu araba hiç konforlu değil. Hani kendinizi düşünmüyorsunuz bari misafirinizi düşünün. Valla sizi kurda söyleyeceğim. Sizden hiç memnun kalmadım." 

Kafasını sağa sola oynatıp yerinde kıpırdandı. "Kusura bakmayın, size elimizden geldiğince iyi davranmaya çalışıyoruz. Normalde müessesemizde böyle bir şey söz konusu değil." 

"Çay filan ikram ediyorsun değil mi? Yazıklar olsun size." 

"Yok, direk kafasına sıkıyoruz." 

Kahkaha attım. "Müesseseniz güzelmiş. Ama bana işlemiyor." 

"Yine bu karı ne diyor ya?" 

Sizde beyin olmadığı için ne dediğimi anlamamanız çok normal.

"Kahve mi, çay mı?" diye sordu maskeli adam. 

Kurt hazretlerine söyleyeceğimi mi zannetmişti? Bu adamı da çok merak ediyorum bir an önce yüz yüze karşılaşsak da kimin ondan korkup korkmayacağını göstersem. 

"Çay." dedim şaşırdığımı belli etmeyerek. 

Birkaç dakika sonra araba yine durduğunda diğerlerinin ağızlarından şaşkınlık nidaları yükseliyordu. "Neden durduk?" 

Maskeli adam ayaklanıp onlara doğru döndü. "Acıkmadınız mı?" 

Bazıları suratını astı, bazıları ise bölünmüş olan uykusuna devam etti. Maskeli adam bana bakmaya başladığında yerimden kalktım. Kaç saattir yoldaydık bunların hiç mi midesi kazınmamıştı? 

Benim de pek acıktığım söylenemezdi ama yemem gerekliydi.

"Siz de mide diye de bir şey yokmuş." Elimi onlara doğru salladım. "Çöpsünüz çöp." 

Maskeli adam dibimde bitip at kuyruğumdan tuttuğu gibi beni arabadan indirdi. "Çok konuşuyorsun." 

Şaşırınca, korkunca veya sinirlenince bu gibi şeyler benim çeneme vuruyordu. 

At kuyruğumu bıraktığında omuzlarımı dikleştirdim. Arabadan inmiş karşıya bakıyorduk. Bir anda kafamı onun omzuna yaslayıp gözlerimi yumdum. 

"Başım döndü." diye açıkladığımda bana olan tuhaf bakışları değişmişti. "Ellerimi açar mısın? Başım çok fena dönmeye başladı." 

Merhamete gelip ellerimi açtığında koluna doladım ellerimi. "Kusura bakma, açlıktan başım dönmeye başladı. Şuraya gidene kadar sana tutunabilir miyim?" 

Başıyla onayladı beni. "İnsanlar neden bayılır bilir misin?" 

"Doktor muyum, nereden bileyim?" dedi ve bana bakmadan yürümeye devam etti. Elimi sıkılaştırdığımda hala ona bakıyordum. 

"Beynimize kan gitmediği için bayılırız." dedim. Başımı omzundan kaldırdığımda küçük bir büfenin önünde durmuştuk. İki, üç tane masalardan oluşan küçük bir yerdi. Masaların birine oturmam için elini uzattığında kolunu bırakıp hızlıca sandalyeye oturdum. Sandalyenin arkasında duran battaniyeyi üzerime alıp sıkıca sarıldığım da bakışlarını üzerimde hissediyordum.  

"Lavaboya gidebilir miyim?" Başını yana eğdi. "Kaçmam için çok fırsatım vardı. Hiç birinde kaçma girişimine bile bulanmadım. Şimdi ise hiç kaçmam, merak etme." 

Maskenin üzerinden yüzünü sıvazladığında izin vereceğini anlamıştım. "Kapının önünde beklerim seni." 

Üzerimdeki battaniye daha fazla sarılıp sandalyeden ayağa kalktığım da yanıma gelip kolumu tutmaya çalıştı. Bir iki adım gerilediğimde o da üzerime doğru yürüdü. "Başın dönmüyor muydu senin?" 

"Arabadan hızla indim ya ondan oldu. Oturunca durdu başım." 

Kollarını arkasında birleştirdiğinde yürümeye başladım. "Öyle olsun." 

Hızlı hızlı yürüyüp lavabo yazan yerin önünde durduğumda o da durmuştu. Arkamı dönüp ona bakmadan kapıyı açıp içeriyi girdiğimde derin bir nefes aldım. Tek kişilik olan lavabonun kapıdan en uzak köşesine yürüyüp bluzumun koluna sıkıştırdığım telefonu çıkardım. 

Başımın döndüğünü söyleyip, ellerimi açtırıp ona doğru yanaştığımda onu konuşturup o hissetmeden telefonunu almıştım. Bu benim için tereyağından kıl çeker gibi kolay olmuştu. 

Telefonun ekranını açtığımda şifresi olmadığı için kolaylıkla açılmıştı. Şifresi olsa bile kırar öyle girerdim. İkizlerin şifrelerini kırıp beni gizliden çektikleri fotoğrafları sildiğim günler geldi aklıma. Şimdi ise çektikleri fotoğrafları otomatik olarak gruptan atıyorlardı. 

Telefonu açıp mesajlar kısmına geldiğimde konuştuğu kimsenin olmadığını görünce göz devirdim. Mesajları silmeyi akıl edebilmiş. O kadar da aptal değil demek ki.

Duran'ın numarasını bulduğumda üzerine tıklayıp mesaj yerini seçtim. 

"Duran, askerler geldi mi?" diye bir mesaj gönderdim ilk önce. Bir dakika dolmadan telefon titreyince bakışlarım ekrana düştü. Telefon titreşimdeydi. "Yarım saat sonra burada olurlar. Biz hazırız. Büyük kartalı alıyoruz, diğerlerini öldürüyoruz." 

Ellerim titremeye başladı. Büyük kartal diye bahsettikleri Asaf'tı ve bana gelen notta da bize kartal diye hitap edilmişti. 

Hızla mesajı yazıp gönderdim. "Duran, plan değişti. Askerleri bırakıyoruz. Bulunduğunuz yerden derhal ayrılın. Daha sağlam bir plan kurduk." 

Daha sonra bu mesajın yetersiz olduğunu düşünüp bir mesaj daha yazdım. "Kadın bizim elimizde, işimizi onunla göreceğiz. Bu kadını kurtarmaya geldiklerinde ise karşılarında bizi bulacaklar ve çatışmaya gireceğiz. Hem yanımızda bulunan kadını hem de diğerlerini öldüreceğiz ama şimdi değil. Bulunduğunuz bölgeden derhal uzaklaşın!" 

Asaf'ların haberi yoktu. Bir anda ateş açıldığında bir kişi bile olsa vurulabilirlerdi. Bu şekilde gidecekleri yeri bilip ona göre hareket edeceklerdi ve kimseye bir şey olmayacaktı. 

"Abi, emin misin? Ya kadını kurtarmaya gelmezlerse."

Derin bir nefes aldım ve yazmaya başladım. "Kadını her şekilde öldüreceğiz. Bu bize yetmez mi? Bir Türk göçüp gidecek bu topraklardan. Askerlerin yerinde olsam gelmezdim. Ha bir de sakın bana mesaj atma. Kadın bir şeylerden şüpheleniyor. Ne mesaj at ne de ara. Benden başkasıyla da iletişime geçersen bıçağımı boynunda hisset." 

"Sen ne dersen o abi. Kurttan sonra buralarda senin sözün geçer. Geri çekildik." 

Derin bir nefes aldım. 

"Askerlerin yerinde olsam ben de gelip kurtarmazdım o kadını. Tek bir kişi için onca insanın canını tehlikeye atıp çatışmaya girenlerden bahsediyoruz. Gelirler ama onlar gelmeden biz kadını öldürmüş oluruz. Önce sırasıyla elden mi geçiririz? Bence öyle yapalım abi, biraz keyifleniriz." 

Kendi ölüm fermanımı imzalamış, Asaf'ları kurtarmıştım. 

******

Canım çok yanıyor. Kaç defa kemeri sırtıma geçirmişti, bilmiyorum. Ama gücümün tükendiğini hissediyorum. 

Gözlerimdeki yaşları sildim. Bileklerimi çok sıkı bağlamıştı. Önden bağladığı için en azından ufak da olsa bir şey yapabiliyordum. 

Yerimde doğrulduğumda sırtımın acısıyla ağzımdan minik bir çığlık kaçmıştı. Damağımın içini ısırıp derin derin nefes almaya çalıştım. Gözümden yaşlar süzülüyordu. Ellerim bağlı olmasaydı en azından yaralarımın derinliğine bakardım. 

Gözlerim parçalanmış bluzumun üzerine ilişince gözlerimden birkaç damla yaş daha düştü. Bluzumun sadece arkası açıktaydı, önünde bir sıkıntı yoktu. Bu şekilde duramazdım. Sırtımı görebilmek için başımı arkaya doğru çevirmeye çalışsam da tam görememiştim ama gördüğüm kadarıyla sırtım kan içerisindeydi. 

Kapı bir anda açıldığında o maskeli adam tekrardan gelmişti. 

"Rahatsız olma, bu sefer acı çekmeni izlemeye geldim." dedi ve en köşedeki duvara geçip kollarını önünde bağladı. 

Gözümdeki yaşları bağlı olan ellerimle silip bakışlarımı onun üzerinde gezdirdim. "O biraz zor." 

"Daha demin öyle demiyordun. Yanlış hatırlamıyorsam acıdan dolayı çığlık da atmıştın. Demek ki acı eşiğin o kadar da yüksek değilmiş." 

Güldüm. Gülmek bana acı verse de bunu umursamadım. 

"En son ne diyordun? Beynimize kan gitmediği için bayılırız filan diyordun. Doğru mu?"

"Doğru." dedim başımı dikleştirerek. "Hatta sana bir iyilik yapayım. Bayılan bir insan gördüğünde sırt üstü ve düz bir şekilde yatırıp hava yolunun açık olmasına bak. Nefes almasını engelleyecek, boyun çevresine baskı yapabilecek dar giysileri çıkar ya da gevşet. Kanın beyne daha rahat ulaşılabilmesi için ayaklarını yerden en az otuz santim yukarıya kaldır. Bu arada bayılan insanın nabzını kontrol etmeyi de unutma."

Acımı unutmak için yemek tarifi bile verebilirim. 

"Güzel, yeni bir şey öğrendim. Ama pek aklımda kalmadı gibi." 

Şaşırmadım. 

Kapı tıklatıldığında bakışlarım oraya doğru döndü. Kapı açıldığında içeriye ağzı tülbentle örtülmüş adamlardan biri girmişti. 

"Abi, burayı boşalttık. Kadını alıp gidelim." 

Maskeli adam başıyla onu onaylayıp duvarın önünden çekilip bana doğru yürüdü. Asaf beni bulmuştu, gidemezdik. Olmaz, beni saliselerle kaçırdığını öğrenirse çok üzülür, olmaz. 

Kolumdan tutup beni kaldırmak için baskı uygulamaya başladığında kalkmamak için direniyordum. "Kalksana kızım, delirtme beni." 

"Delir," dedim ve dişlerimi göstererek gülümsedim.

Sinirlendiğini belli etmek için burnunu içine çekip saçlarımdan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Sırtımdaki acı kendini daha da belli ederken ağlamamak için dudaklarımı kemirmeye başladım. 

Odadan çıkıp uzun koridoru yürüdükten sonra dışarıya çıkmıştık. Saçımı bırakmış kolumu tutmaya başlamıştı. Güneş batmıştı. Ciğerlerime bilmem kaç saat sonra temiz bir nefes çekebilmiştim. Gözlerimi yumup olduğum yerde durduğumda o da durmak zorunda kalmıştı. 

"Arabaya bin!" 

İki dakika nefes aldım ya battı bu adama. 

Önümüzde duran beyaz eski minibüsü gördüğümde gülmek istedim. Beni buraya bununa getirmişlerdi. Yine buna binecektik ve bu sefer daha da kalabalıktık. Boşta olan elini arabaya binmem için uzattı. Kolumdan tutup çekiştirdiğinde minibüse binmem için ayağımı içerisine uzattım. 

"Merhaba Ecmel." 

Sağ ayağım içeride sol ayağım dışarıda kalmıştı. İsmimin seslenmesiyle arkama döndüğümde gözlerim büyüdü. Karşımda duran kadın elini havaya kaldırıp işaret ve orta parmağını salladığında gözlerimin irisleri daha da büyüdü. 

Yutkundum. "Y-Yeşim," 

...

Yeşim ölmemiş miydi? Herkesin aklında olan tek bir soru...

Yeşim'in kim olduğunu unutmadınız dimii?

Normalde çok az yorum yapardınız. Ama ben bu bölümü yazarken o kadar tatlış yorumlar yapmışsınız ki size boyle sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Beni o kadar mutlu ettiniz ki size anlatamam.

Bir de bölümlerin bir düzeni yok. Her hafta bir bölüm yayımlamaya çalışıyorum. Genellikle pazartesi ya da salı günleri bölüm geliyor. En geç ise çarşambaya sarkıyor.

Biliyorsunuz bölüm sonları bana kal geliyor. Yine yazacağım çoğu şeyi unuttum. Bölüm sonunu yazıp direk buraya geçince yeminle yazacağım her şeyi unutuyorum.

Neyse kendinize çok iyi bakın. Sizi çokça öperim.❤

Continue lendo

Você também vai gostar

Peyda De Herkes Yalan

Ficção Adolescente

925K 64.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
127K 6.6K 33
Size bir gün gelip on yedi yılınızın çöp olduğunu ve çektiğiniz acıların boşa olduğunu söylüyorlar. Ne yapardınız? Kendimce en mantıklı olanı yaptım...
401K 24.2K 44
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.