Siyahın Vedası | Küller

بواسطة AgresifPelinsu

285K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. المزيد

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 53 - Ödül
Bölüm 54 - Temas
Bölüm 55 - Kavga
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 60 - Neden?
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 73 - Black
Bölüm 74 - Misilleme
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 72 - Acı

2.7K 242 248
بواسطة AgresifPelinsu

Camdan dışarıya, dikiz aynasındaki suratıma bakarken tıpkı Black'ten kaçtığım gün aynada gördüğüm gibi görüyordum kendimi. Bir başkasının bedeninde, bir başkasının arkasında duruyordum ve gördüğüm yüz benim değildi. Bir perdenin arkasında bakıyordum sanki dünyaya. Tenimin değdiği hiçbir şeyi gerçekten hissetmiyor, başka bir pencereden bakıyordum dünyaya. Gördüklerim başkasının gözlerinden bana akıyor, duyduklarım başkasının kulaklarından bana geliyordu. 


Gözpınarlarım adeta çöl kadar kuruydu. Ağlıyordum ancak tek bir damla gözlerimden aşağı süzülmüyordu. Bedenim günlerdir uyumuyor gibi yorgundu ancak uykuya dalamayacak kadar çok ağrım vardı. Ağrılarım sadece bedenimde yankı bulmuyordu. Zihnimde, ruhumda, parmak uçlarımdan saçlarımın dibine kadar her zerremde acıyı hissediyordum. Kıvrılmak, yumak olmak ve parçalara ayrılıp ufalmak istiyordum. Yok olmak istiyordum. Artık benim için yaşıyor olmanın ya da ölü olmanın birbirinden bir farkım yoktu. Yıllar önce babamı gömmüştüm, onun toprağa verilişini izlemiştim. Etrafımdaki insanlar acı çekerken ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktüm. Babam gelmedikçe ağladım ta ki bir daha asla gelmeyeceğini idrak edene kadar. O gün, canımı başka bir şeyin yakamayacağını düşünürdüm. Daha büyük bir acı tadamayacağıma inanırdım. Yanılmışım. 

Hem de çok yanılmışım.

Arabanın kapısı açıldığında gözlerimi araladım. Gün çoktan doğmuş, arabaların üzerine vuruyordu. Arabalardaki insanlar uyanmış, etrafta dolaşıyorlardı. Aral bana kapağını açtığı suyu uzattığında elinden alıp birkaç yudum içtim. Elinde biri küçük diğeri büyük iki alışveriş poşeti vardı.

"Gel," dedi inmem için bana yer açarken.

Soğuk havanın tenime çarpmasıyla ürpermiştim. Arka koltuktan kabanımı aldığında ricada bulunmadığı açıktı. Yüzümü buruşturarak arabadan indim ve kabanı üzerime geçirmesine izin verdim. Kabanın düğmelerini birer birer kapattıktan sonra büyük alışveriş poşetinden  uzun ve kalın bir atkı çıkarıp boynuma tek kat doladı ve başıma bir bere geçirerek gözüme gözlükleri taktığında tepki vermek istesem de hiçbir şey yapmadım. Ona bir şey sormak, cevabını beklemek vakit kaybı gibi geliyordu. Hayatımda bir şeyi değiştirmeyecekti.

Tekrar arka kapıyı açıp çantasını omzuna taktı ve elini belime koyarak beni arabaların arasından geminin ön tarafına doğru adeta sürükledi. Birkaç basamak tırmanıp güverteye vardığımızda etraf kalabalıktı. Açık alandaki masalardan birine oturduk. Bana paketlenmiş sandviçlerden bir tanesini uzatıp yanına da kolayı bıraktı. Kendi sandviçini paketinden çıkarıp önce kokladı, kokusu pek hoşuna gitmemiş olsa da bir lokma alıp çiğnemeye başladı. 

Etrafıma bakındığımda denizin ortasında değildik artık. Karayı görebiliyordum ancak fazlasıyla uzaktaydı. Elimin tersiyle önümdeki masada duran sandviç ve kolayı ittim ve kollarımı masaya yaslayarak başımı kollarımın üzerine koydum. Bir şey yemeye, hareket etmeye ya da en basit işim olan nefes almaya bile artık tahammül edemiyordum.

Kolasını açtığını, yudumladığını ve tekrar masanın üzerine koyduğunu duydum. Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Ne planlıyorsun?" diye sordu. Başımı kaldırıp beni öldürmek için oradan oraya sürükleyen, artık ne hissettiğimi bilmediğim adama döndüm ve sadece bir süre suratına bakıp tekrar başımı kollarımın arasına gömdüm. Param, pasaportum ya da kimliğim yoktu. Hepsi Aral'daydı ve o bana bunları vermediği sürece hiçbir şey yapamazdım. Kimliğimi ve pasaportumu verse bile beş kuruş param olmadığı için karaya ayak bastığım yerde takılı kalırdım.

"Ne hissediyorsun?" diye sordu bu kez. Başımı bir kolumun üzerine yaslayıp işaret parmağımla masanın kare desenleri üzerinde gezerken bir müddet kendime ne düşündüğümü sordum. Beynimin içi okyanus gibiydi. Her yandan bir tehlike ve acı bana göz kırpıyor ve ben o okyanusun içinde çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.

Kare desenin içinde daireler çizmeye başladığımda "Hiç," diye karşılık verdim. Korku hissi hiçbir şey düşünmeme izin vermiyordu. Ne yapacağım? Nasıl yaşayacağım? Nasıl nefes alacağım? Artık beni hayata bağlayan hiçbir şey kalmamıştı ki. Ne hissedebilirdim? Hiç. Koskoca bir hiçlikten başka hiçbir şey hissedemezdim.

Kolanın cam şişesini kendi etrafında çevirirken "Özür dilerim," dedi. Çizmekte olduğum dairelerden gözlerimi alıp ona baktığımda gözlerini şişenin alt kısmına dikmişti. Ona ısrarla bakmama rağmen gözlerimin içine bakmıyordu. Başımı çevirdim ve hiçbir şey söylemeden parmaklarımla daireler çizmeye devam ettim.

Gemi karaya limana yaklaşana kadar da başka hiçbir şey konuşmadık. Geminin kıç kısmı karaya yaklaşırken atkıyı bir kez daha boynuma dolayıp yüzümü iyice kapatmıştı. Ona baktığımda tıpkı benim gibi o da aynı şekilde kendini gizlemişti. Neden arabayla gitmediğimizi sorgulamamıştım. Doğrudan buraya gelmiştik. 

Geçebileceğimize dair izinler verildiğinde kalabalıkla birlikte karaya doğru adımladık. Etrafta araba kornaları ve çalışan motorların gürültüleriyle karışan denizin sesi doğrudan beynimin derinliklerine çarpıyordu. Elimden tutup beni kalabalığın arasından sıyırarak otobüs durağına doğru çekerken gözlerimi ellerimize diktim. Elimi elinden sertçe çektiğimde bana öfkeyle döndü. Göz göze gelmekten kaçınarak peşinden yürümeye devam ettim. Yine ona güvenmeye çalışırken beni öldürmek istediğini öğrenmiştim ve bunun üzerine onunla el ele dolaşmamı mı istiyordu? 

Otobüs sırasının en arkasından otobüse bindik. Aral, şoförle çok fazla sohbete girmeden yüz dolar karşılığında otobüse kartımız olmadan binmesine izin vermesini sağlamıştı. En arkadaki boş ikili koltuğun cam kenarına oturup gözlerimi dışarı çevirdim. Yolun kenarında birbirini bekleyen insanlar, müşteri kovalayan taksiciler ve özlem gidermekle meşgul görünen insanlarla doluydu. Turistler adeta çil yavrusu gibi etrafa dağılırken gözüme camları da dahil olmak üzere her yeri siyahlarla örtülü iki cip çarpmıştı. Etrafında takım elbiseli ve kulaklarında kulaklık takılı adamlar vardı. 

Arabanın aralık arka camından görünen Black'in suratını görmemle birlikte bütün bedenim kaskatı kesilmişti. Aralık ağzımı kapatma çabasıyla Aral'a döndüğümde başını sadece sallamakla yetindi. Otobüsün kapıları kapanırken arabaların etrafındaki adamlar arabalara dönmüştü. Yola baktığımda otobüsün arka tarafında İtalyan plakalı, camları siyah filmlerle çevrili Aral'ın arabası yola girmişti.  Otobüse yol vermeden sıkışık trafiğin içinde ilerledi. Black'in araçlarından biri onun yolunu suistimal ederek önüne diğeri de arkasına girdi. Birkaç araba sonra trafiğe karışan otobüsün içinden onları izlerken ışıklardan sahil boyunca devam eden arabayı takip ederlerken biz otobüs ile şehrin içine doğru ilerliyorduk.

Son durağa kadar otobüsten inmedik. Son durak anonsu yapılırken Aral telefonunu açtı ve inmeden önce otobüsün koltuklarının arasına sıkıştırdı. Durakta arabadan indiğimizde şaşkındım. İlk önce arabayı takip etmesi için Black'i şaşırtmıştı ve şimdi de numarasının takip edilme ihtimaline karşılık telefonu otobüste bırakıyordu.

Otobüsün geldiği yolu geri takip ederek yürürken "Ne yapıyorsun?" diye sordum. 

Omzunun üzerinden bana baktı "Bir Starbucks bulmaya çalışıyorum," dedi. Köşeyi döndüğümüzde karşımıza çıkan ilk Starbucks'a girip iki kahve ve kurabiye aldıktan sonra mekanın en tenha köşesine oturup bilgisayarını çıkardı. Parmaklarını hırsla bilgisayarının klavyesinin üzerinde gezdirdikten sonra tıpkı benim gibi kollarını göğsünde birleştirerek gözlerini bilgisayarına dikmişti.

Uzanıp kahvemi yudumladım "Ne yaptın? Sistemi falan mı hackledin?" diye sordum alayla.

"Azra'ya ulaştım, cevap aldım, adresimi verdim ve arabayı bekliyoruz," diyerek kısaca yaptığı işi özetledi.

Kuru dudaklarımı ıslattım "Black'in bizi bulamayacağını mı düşünüyorsun?" diye sordum.

Başını iki yana salladı "En azından vakit kazanmaya çalışıyorum," dedi.

"Nasıl bu kadar hızlı olabildi, anlamıyorum," diye mırıldandım başımı iki yana sallayarak kafenin kalabalığına bakarken.

Dikkatini yeniden bilgisayara çevirirken "Çok geç öğrendik. Eğer uçak korkun olmasaydı muhtemelen daha hızlı izimizi kaybettirirdik," derken gözleri bilgisayarın ekranındaydı.

"Aral," dediğimde kahverengi gözlerini bilgisayarın ekranından zar zor alarak bana çevirdiğinde meraklı görünüyordu. İnsanların mimiklerini kullanabilmesi büyük bir lütuftu "Neden beni takip ettin? Black zaten beni öldürecekti. Neden takip ettin?" diye sorduğumda gözlerini kaçırdı ve tekrar bilgisayarına verdi tüm dikkatini.

Dilini üst dudağının üzerinde gezdirdi "Aşk ve nefret arasında ince bir çizgi varmış. Bunun farkına varmam için senin yanına gelmem gerekiyormuş meğersem. Tarık bana ulaştığında, Ashley ile görüştüğümde ve seni bulduğumda sürekli kendime o günü hatırlatıyordum. Sürekli benden gittiğini, bir başkasıyla benden uzaklaştığını. Kabul etmek istemiyordum çünkü... Çünkü benim kadınıma benden başkası dokunamazdı. Yapamazdı bunu. Paylaşamazdım ama yine de seni görmek istedim. Seninle konuşmak," derken gözlerini gözlerime çevirmişti "Seni bulduğum halin hoşuma gitmedi, yeterince acı çektiğini düşündüm ama sen tekrar o adama gittin. Sana zarar veren adama gittiğinde yeniden sana kızmıştım ancak beklememizi istediğinde kızgınlığım söndü. Geldin. Yeniden bana geldiğinde artık içimdeki alevin söndüğünden iyice emindim ama... Melek... Benim bir kadını hamile bırakmam neredeyse mucizeye yakın bir ihtimaldi. Ne bok yediğin umurumda olmazdı sana olan nefretimle başkasından peydahladığını bile düşünebilirdim ama düşünemedim. Sen, benim mucizemi öldürdüğünde seni mahvetmek istedim," dedi.

"Onunla yaşamazdım," dedim. Kalbimi kıran, bana tecavüz eden bir adamın çocuğunu taşıyamazdım. Bu kötülüğü kendime yapmaya hakkım yoktu. Yıllarca o çocuğun suratına baktığımda Aral'ı hatırlayacaktım. Ondan, kendi çocuğumdan nefret edecektim. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu.

"Yumurtalıklarını aldırmışsın,"

"Kist vardı,"

"Spiral niçin taktırdın?"

Gözlerimi devirdim "Milyonda bir ihtimalle de olsa hala hamile kalabilecek kadar kadınlık hormonuna sahibim," dediğimde bana tiksintiyle bakarken yanağının içindeki kaba eti kemiriyordu "Ne zamandan beri vajinam sana bu kadar dert oldu?" diye homurdandım arkama yaslanırken.

"Umurumda olan bebeğimdi. Bu yüzden Black'in seni kaçıracak olmasına sesimi çıkarmadım. Gördüm. Odadan çıkarılışını, götürülüşünü... Bana istediğin kadar kız, nefret et ama gerçek bu. Ben seni öldüremem, katil değilim ama bir başkası öldürmek istiyorsa da neden durdurayım?" diye sordu.

"Neden geldin?"

Aramızdaki bilgisayarın kapağını kapatıp ellerini bilgisayarın üzerinde birleştirerek gözlerimin içine baktı "Çünkü hala seni seviyorum. Bana ne yaparsan yap, nasıl davranırsan davran, ne olursa olsun... Aklına gelecek her ihtimalde, seni seviyorum," dediğinde suratına bakakalmıştım.

"Bu çok zavallıca," diye mırıldandım.

Güldü "Biliyorum," dedi.

Başımı tekrar kafedeki insan kalabalığına çevirerek kahvemi yudumlamaya devam ettim. Aral'ı anlamak imkansızdı. Ömrümün çoğunu ondan nefret ederek geçirmiştim. Hiçbir zaman madalyonun diğer yüzünü çevirmeye çalışmamış, hep aynı taraftan bakarak onu sevmeyi reddetmiştim ama artık görmezden gelemeyeceğim kadar yakındı bana. Reddedemeyeceğim kadar gerçek ve dokunabileceğim kadar yakındı ama benim hislerim artık kalmamıştı. Sadece sevgiye karşı değil; acıya, üzüntüye ve mutluluğa... Gözyaşlarım gibi hislerim de bitmişti. Uyuşmuş bir bacak gibiydim. Birinin dokunduğunu üzerinde hissedip asıl hisleri tadamamak gibiydi. Var olan tek şey karıncalardı.

Kafenin kapısından içeri sarışın, uzun saçlı ve cılız bir adam girdi. Etrafına bir süre bakındıktan sonra gözlerini bizim masamıza odaklayarak adımlamaya başladığında bize herhangi bir şey sormaya gelmediği kesindi. Kafede neredeyse iki saate yakın bir süre oturmuştuk ve Aral'ın planının bir uzantısı bize geliyordu.

Masanın başında dikildi. Benimle kısa bir göz temasının ardından Aral'a döndü "Aral Zümrützade?" dedi bozuk bir Türkçeyle. Aral başını salladığında elindeki telefon kutusunu ve arabanın anahtarını masaya bıraktıktan sonra "İyi yolcukluklar," dedi ve arkasını dönerek kasaya yürüdü. Aral'a döndüğümde başıyla kalkmamız için işaret vermişti. Kabanımı üzerime geçirip beremi taktım ve atkımı boynuma asarak Aral ile birlikte kafeden çıkarken adam bizim oturduğumuz masaya oturmuştu. Yolun kenarında dörtlüleri açık sedana doğru yürüdük. 

Arabanın arka koltuğuna çantasını attıktan sonra arabaya binip yeniden yola koyulduk. Aral gözlerini yoldan ayırmadan zaten açık olan telefon kutusundan telefonu çıkarıp güç tuşuna bastı ve ellerini ekranda gezdirdikten sonra kulağına götürdü.

"Azra," dedi. Karşı tarafı uzun uzun dinledikten sonra "Geceyi pansiyonda geçireceğim, yarın akşam üzeri havaalanında olurum," dedi ve tekrar karşı tarafı dinledikten sonra "İyi, görüşürüz," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu aramızdaki boşluğa koyup gözlerini ovuşturdu. Kırmızı ışıkta yeni bir mesaj gelmişti telefonuna, konum bilgisiydi. Telefonun haritasını açtıktan sonra haritayı takip ederek yola koyulmuştuk.

Öğleden sonraya kadar hız kesmeden yola devam ettik. Yol üzerinde benzin almak için durduğumuzda Aral markete girdi. Elindeki poşette neredeyse bir düzine soğuk kahve ile tekrar arabaya bindi ve poşeti arka koltuğa bıraktı.

"Müsait bir yerde durup yaralarına pansuman yapalım," dedi emniyet kemerini bağlarken. Ses çıkarmadan sadece başımı salladım. On dakikalık bir sürüşün ardından neredeyse tenha sayılabilecek eski bir dinlenme tesisinin kuytu köşesine arabayı çekti ve arka koltuğa uzandı. Kırmızı ilk yardım çantasını alıp arabadan indiğinde kaşlarımı çatarak onu izlemiştim. 

Bulunduğum tarafın kapısını açtı "Karnını aç," dedi.

Başımı iki yana salladım "Kendim yapabilirim," dedim.

"Sadece izin ver," dediğinde gözlerimi devirdim ve bacaklarımı arabadan sarkıtarak soğuk havayı görmezden gelerek karnımı açtım. Bacaklarımın arasına, bir dizini yere yaslayarak oturduktan sonra tentürdiyot lekeli pansumanların yara bantlarını narince açarak karnımdaki yaraları gün yüzüne çıkardı. Dikişleri daha yeni alındığı için yaralar pembeydi ve bakım istiyordu. Kaç tane olduğunu sayamayacağım kadar çok yara izi vardı. 

Pamuğa tentürdiyot döktükten sonra narin dokunuşlarla karnımdaki yaraları silerken gözlerimi kapattım. Pamuğu yaralarıma değdirirken aynı zamanda teni tenime değiyordu. Bedenim sanki benim değilmiş gibi ısınmaya başladığında kendime kızıyordum. Ne zaman ve nasıl olduğunu bilmesem de çoğu zaman kendime yabancı kalırdım ve Aral'ın tavırları beni yeniden kendime yabancı bırakıyordu.

Yara bantlarını sargı beziyle karnıma yapıştırırken artık parmakları ufak tefek dokunmuyor, tenimin üzerinde geziyordu. Gözlerimi aralayıp yüzüne baktığımda kızarmış ve karanlık gözleriyle adeta çarpıştım. Dudaklarını ıslattı ve son yara bandını yapıştırdıktan sonra yerdeki sargı bezi parçalarını toplayarak çöp konteynerine doğru yürüdü. 

Arabanın içi boğucu derecede sıcak gelmeye başlamıştı. Karnımı kapattıktan sonra arabadan indim ve sırtımı kapıya yaslayarak üşüyen kollarımı sıvazladım. Soğuk havayı ciğerlerime çektikçe bedenim titriyor ancak aynı zamanda da soğuyordu. Aral yerdeki ilk yardım çantasını alıp bagaja koyduktan sonra tam karşımda durdu. Bir süre anlamlandıramadığım bakışlarla suratıma baktıktan sonra ellerini iki yanımdan aracın tavanına koyarak aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. Botlarını ucu botlarıma değecek kadar yakındı.

"Senden bu güne kadar hiç karşılık beklemedim," dedi bedenini bedenime yaslarken "İlk ve son defa, hemen unutacağımız bir karşılık bekliyorum senden," dedi.

Başımı eğerek kazağının yakasına diktim gözlerimi. Ne demek istediğimi bilmiyordum. Dışarıdaki soğuğa rağmen, bedeni bedenimi örterken yeniden alev alev hissediyordum. Bedenim alev alevdi ve ben artık onu kontrol edemiyordum.

Yanağımı avucunun içine alıp baş parmağıyla çenemi kaldırdı. Dudakları dudaklarımın sadece milim farkla üzerinde gezerken "Aral," diye fısıldadım. Durdu. Yeniden göz göze gelmiştik "İzin ver, hiçbir şey beklemeden sana ben geleyim," dedim.

Dudaklarında hafif bir tebessüm yayılırken "Ben artık beklemek istemiyorum," diye mırıldandı ve dudakları dudaklarımın üzerini örttü. Kıyaslayamazdım. Hiç kimse ve hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir şeydi onunla öpüşmek. Dudakları nazik ama ısrarcıydı. Bir avuç çilek yemiştim de zehir kusuyor gibi hissediyordum. Ölüme yakın hissetiriyordu.

Öpüşmemiz kısa sürmüştü. Dudaklarımdan ayrılıp beni göğsüne çekti ve burnunu saçlarımın arasına sokup derin bir nefes aldı "Bu senden zorla aldığım en son şeydi," dedi. ve geri çekildi "Unut," diye emretti.

Kızarmış gözlerinden gözlerimi aldım ve bedeniyle arabanın arasından çıkıp direksiyona doğru yürürken "Sen biraz uyu," dedim bana olan bakışlarına aldırmadan. İtiraz etmedi. O bana itiraz etmediği gibi ben de ona itaat ederek unuttum. Aral bana dokunmadı, öpmedi. Ben bir avuç zehri yemedim.

Bu kadar basitti. Bedenimin sahibi olan kadın bunu istiyordu ve ben de dışarıdan izlemeye devam etmekten başka çarem olmadığı için itaat etmekle yükümlüydüm.

Tekrar yola koyulduğumuzda oturduğu koltuğu yatırmış ve saniyeler içinde uykuya dalmıştı. Telefondaki adrese baktığımda neredeyse dört saatlik bir sürenin sonunda varacağımız yazlık bir butik otelin adresi vardı.

İki saatin ardından kısık Yunanca müziğin sesini bastıran telefonun zil sesini duyduğumda ekranda KP ismi parlıyordu. Onun Azra olduğunu anlamıştım. Açmak için Aral'ı uyandırmak istesem de telefonun zil sesini duyamayacak kadar derin bir uykudaydı. Müziği kapatıp telefonu açtım ve kulağıma götürdüm.

"Patron," diyerek açtı telefonu.

Boğazımı temizledim "Ben, Melek," dedim. Kendimi bu şekilde, gerçek adımla tanıtmayalı oldukça uzun zaman olmuştu.

Duraksadı. Telefonun diğer ucundaki sessizliğin uzayıp gitmesine izin vermeden "Merhaba," diyerek sessizliği böldü "Aral nerede?" diye sordu.

"Uyuyor,"

Boğazını temizlediğini duydum "Ne kadar yolunuz kaldı?" diye sordu.

"Bir buçuk ya da iki saatlik bir yol," diye karşılık verdim.

"Varacağınız adreste sizi bir karavan bekliyor olacak, vakit kaybetmenize gerek olmayacak. Şoför bizden, Aral onu tanıyor. Karavan Türk plakalı," dedi.

Başımı aşağı yukarı sallarken arkamdan sellektör eden arabaya dikiz aynasından baktım. Tek yönlü iki şeritten ibaret bomboş yolda bana sellektör ediyor olmasına kızsam da sinyal vererek arabayı emniyet şeridine sokarken "Tamam," dedim.

"Tamam," dedi.

Cip yanımdan gürültüyle geçerken arkamdaki aynı modeldeki cipi görmüştüm. Bu, limanda Black'i içinde gördüğüm ciplere benziyordu "Bu numarayı takip edebilme yeteneğin var mı?" diye sordum ancak karşı taraftan henüz cevabımı alamadan üzerime süren arabadan kurtulmak için manevra yaptığımda telefon koltukla vites arasına sıkışmıştı. Sarsıntıyla Aral gözlerini açıp çabucak doğrulduğunda ben fren yaparak yanımdaki arabanın önüme geçmesine müsaade etmiştim.

"Neler oluyor?" diye sordu uyku mahrumu gözlerle panik içinde önündeki arabaya bakarken.

Dikiz aynasından arkama baktığımda diğer cip de oldukça yaklaşmıştı. İkisi arasında neredeyse sıkışmış haldeydim "Bizi buldu," dedim.

"Tarlaya sür," dedi. 

Kelimeler ağzından dökülür dökülmez direksiyonu aniden kırarak sarsıntıyla boş tarlaya girdim. Nadasa bırakılmış tarım arazisi olduğunda düzdü, tek sıkıntısı otların fazla yüksek olmasıydı. Otları yararak tarlanın içinde ilerlerken arkamızdaki cip açtığım yoldan beni takip etmeye devam ediyordu.

"Freni çek, U dön," dediğinde tekrar arkamdaki arabaya baktım ve direksiyonu aniden çevirirken freni çektim. Araba arazinin ortasında hilal şekli çizdi. Freni indirip yeniden yola doğru ilerlerken dikiz aynasından arkayı kontrol ettim. Diğer araba ile aramız açılmıştı. Gürültüyle araba tekrar ana yola çıktığında direksiyonu kolayca toparlayamamış olmamdan kaynaklı olarak sarsıldık. Yeniden direksiyon hakimiyetimi sağlamaya çalışırken Aral'ın olduğu taraftan arabanın aldığı darbe ile yeniden tarlalara doğru sürüklenmiştik.

Kulaklarım uğuldarken hava yastıkları suratımıza patlamış olmasına rağmen kafamı arabanın camına çarpmıştım. Bir süreliğine gözlerim kararmış da olsa yeniden etrafımı görebilecek hale geldiğinde emniyet kemeri bağlı olmadığı için savrulan ve kanlar içinde kalan yarı baygın Aral ile göz göze geldim.

Doğrulmaya çalışırken "Kaç," dedi ancak kendimi yeterince güçlü hissetmiyordum. Parmaklarımla yoklayarak emniyet kemerimi çözdüm ve kendimi arabadan aşağı attım. Sarsıntıyla başım hala dönüyor, dengemi sağlayamıyordum. Dizlerimin üzerinde emeklerken karşımda duran cipi gördüm. Kapıları çamur içinde, parlak siyah cipin arka kapısı açıldığında bir çift rugan ayakkabı bana doğru adımlıyordu.

Son gücümü kullanarak başımı kaldırdığımda karşımda duran, elleri paltosunun ceplerinde bana bakan Black'i gördüm. Kollarım beni daha fazla taşıyamaz olduğunda kendimi toprağa bırakmıştım. Black yanımda diz çökerek yüzüme düşen saçları geri itti. Bilincim kaybolmadan önce duyduğum son ses onun sesiydi.

"Merhaba, sevgilim," 

Yemin ediyorum Melek'in depresyon modunu yazarken kendimi onu sarsıp kendine gelmesi için bir kız arkadaş yaratmaktan alıkoymak zorunda kalıyorum. Aral'ı ve Black'i kıza çevirip ona depresyon timi hazırlamak gayet mantıklı geliyor ancak bunu yapmamı engelleyen şey sizin o güzel yorumlarınız. Normalde kendimi kötü hissettiğimde yazar, daha kötü hissediyorsam da kapatırdım ancak Melek'in doğası gereği devam etmem gerektiğinden yazarken durup önceki bölümlere gelen yorumlara bakıyor, deli gibi bildirim sayfasını güncelliyorum. 

Size ne kadar teşekkür etsem inanın o kadar az. Oy ve yorumlarınızı gördüğümde direkt "Daha ne isteyebilirim ki?" diyerek sırıtıyorum. Tahminlerimi tamamen alt üst edecek kadar çok oy ve yorum gördüm. Beni o kadar çok mutlu ediyorsunuz ki size yeni bölümler sunmaktan daha fazlasını yapmak istiyorum. Sırasıyla aklıma kazınmış bazı okurlarıma, teşekkür mahiyetinde bölümleri ithaf etmek istiyorum. Bunu nasıl seçeceğimi inanın bilmiyorum, birkaç kişi var kafamda, bu tamamen yorumlarını okurken sırıttığım ya da bu bir anda hikayeyi bitirip oy vererek gözüme çarpan biri... 

Aynı anda üç dört kişiye ithaf etmek istiyorum ancak maalesef yedi yılda arayüzü dışında hiçbir şeyi geliştiremeyen senkronize problemli Wattpad henüz birçok konuda olduğu gibi buna da bir çözüm bulamadı. Ancak ben ufak bir çözüm yöntemi buldum. Bu ve bundan önceki üç bölümü @seymque, @Anahtar12, @rahsann13 ve @aysecikhatay'a adıyorum. Muhtemelen gelecek bölümlerde de böyle kombolar halinde bölümler ithaf etmeye devam edeceğim. Size başka nasıl teşekkür ederim bilmiyorum. İyi ki yanımdasınız. Teşekkür ederim.

Lütfen o güzel yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin. Baay✌

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

441K 23.3K 51
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
1.7M 102K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
281K 18K 47
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
116K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?